Cüneyt Yalaz: Türkiye’de Modern Tiyatronun Kurucu Unsuru Ermeni Sanatçılardır

Pinterest LinkedIn Tumblr +

[Duvar Gazetesi’nden Okan Çil’in BGST-Tİyatro üyesi ve sitemiz editörlerinden Cüneyt Yalaz ile yaptığı röportajı okuyucularımızla paylaşıyoruz]“Kim Var Orada? Muhsin Bey’in Son Hamlet’i oyununun yazarı, yönetmeni ve oyuncusu Cüneyt Yalaz’la konuştuk. Yalaz, “Oyunda günümüz Türkiyesi’nin aydınlarını da tartışıyoruz” dedi.

BGST-Tiyatro kapsamında sahnelenen “Kim Var Orada? Muhsin Bey’in Son Hamlet’i” ilk gününden itibaren bir sürü ödüle layık görülerek şimdiye kadar gelen güçlü, eleştirel, hüzünlü bir oyun.

Anılarını yazmak için masasına oturan Muhsin Ertuğrul, yıllar öncesinden iki hayali misafiriyle karşılaşır. Biri Ermeni tiyatrosunun önemli isimlerinden Vahram Papazyan, diğeri de sahne yasağını delmek için kendisini gayrimüslim olarak tanıtan ve yıllar yıla herkesi kendine hayran bırakan Latife Hanım. Ve yeni bir oyun: Hamlet!

“Kim Var Orada? Muhsin Bey’in Son Hamlet’i” alkışlarla sahnelenmeye devam ederken biz de oyunun yazarı, yönetmeni ve oyuncusu Cüneyt Yalaz’la konuştuk. Kendisine oyunun yazım sürecini, ulusal tiyatro tartışmalarını ve yeni çalışmalarını sorduk.

“Kim Var Orada? Muhsin Bey’in Son Hamlet’i” nasıl ortaya çıktı? Oyunun yazım ve yönetim sürecine dair bize neler anlatmak istersiniz?

Aslında bu oyunun ortaya çıkışı çok sayıda insanın ve çalışmanın katkısı ile gerçekleşti. Öncelikle BGST içinde Kültürel Çoğulcu Tiyatro üzerine uzun süredir yürütülen çalışmalarda ortaya çıkan birikimin önemli bir katkısı var. Bu alanda yapılan çalışmalar bize Türkiye’de tiyatronun çokkültürlü yapısı üzerine ciddi bir birikim kattı. Yine bu çalışmalar kapsamında 2015 yılında Boğos Çalgıcıoğlu ve Fırat Güllü’nün önerisiyle bir sunum-seminer çalışması yapıldı. Bu çalışma, Vahram Papazyan ve Muhsin Ertuğrul arasındaki ilişkiye dair kısa ama etkileyici bir çıkış noktası öneriyordu. Biz de tam o sırada 1915’teki Büyük Felaket’in yüzüncü yılına dönük olarak bir oyun tasarlama niyetindeydik. Bahsettiğim çalışma bizim için bir çıkış noktası oluşturdu. Bu korkunç dönemi tiyatro dünyası içinden ve tiyatro dünyasına yansımaları bağlamında ele almak bize çok doğru göründü.

Daha sonra oyunumuzun proje danışmanlığını üstlenen, geçen yıl yitirdiğimiz Ömer Faruk Kurhan’ın da katkılarıyla oyun Türkiyeli aydınların hem o dönemdeki tavrını ele alan, yani bir anlamda aydın sorumluluğunu tartışan hem de Türkiye’de aydınların özellikle kuruluş sürecinde devlet ile olan ilişkisini sorgulayan bir eksene oturdu. Yine Ömer’in önerisiyle oyuna bir kadın ekseni de eklendi. Böylece Türkiyeli aydının sadece Ermeni meselesi üzerine tavrını değil, aynı zamanda kadın sorunu karşısındaki tavrını da tartışmaya açma olanağını yakalamış oluyorduk.

Oyunun yazım sürecinde esas olarak dört kişi sürekli ve aktif olarak çalıştı: Ben, İlker Yasin Keskin, Banu Açıkdeniz ve Özgür Eren. Elbette hikâyenin içeriği de göz önüne alındığında İlker ve ben biraz daha fazla kalem oynatmak durumunda kaldık ve metnin son halini verme yani metin düzenlemesi konusunda da daha fazla sorumluluk aldık. Bu kadro yapılan araştırma çalışmalarından yola çıkarak bazen daha belgeselci bir tavırla bazen de tamamen kurgusal sahneler kurarak ilerledi. Çalışmalar masa başı ve sahne çalışmalarının verimli bir alışverişi halinde ilerledi. Ama proje ekibinin ve danışmanımızın yanı sıra, oyun metnine bazen eleştiri ve önerilerle bazen de doğrudan kalem oynatarak katkıda bulunan çok sayıda insan oldu. Mesela Latife Hanım’ın kişisel hikâyesini anlattığı sahne Sevilay Saral tarafından kaleme alındı. Oyunun sonuna doğru olan tren sahnesinin kurulmasında Ömer Faruk Kurhan’ın doğrudan metinsel katkıları oldu. Yani kısaca oyunun kolektif bir çaba ve uzun süredir yürütülen araştırma ve tartışma faaliyetinin sonucunda ortaya çıktığını söylemek yanlış olmaz.

‘SANATTA MİLLİLEŞME HAREKETİ, GAYRİMÜSLİMLERİN SANATSAL ALANDAN TASFİYESİNE YOL AÇTI’

Tiyatro tarihimiz, Cumhuriyet öncesi ve sonrası olarak önemli ayrımlar barındırıyor. Ulusal tiyatro sürecinde Ermeni, Rum ve Yahudi tiyatrocuların durumuna dair neler söylemek istersiniz?

Artık hemen herkesin üzerinde uzlaştığı bir gerçek var: Türkiye’de Batılı anlamda modern tiyatronun kurucu unsuru Ermeni sanatçılar olmuştur. Bunun nedenleri üzerine bir sürü çalışma var ve daha da yapılabilir. Doğu toplumlarında dramatik sanatlardan ziyade anlatı üslubunun egemen olduğunu savunan görüşlerden tutun da, Müslümanlığın bir Reform hareketi deneyimi, dolayısıyla Rönesans yaşamamış olmasını, sanatsal aktivitenin gayrimüslimlerin egemenliğinde oluşuna yol açtığını söyleyen yaklaşımlara kadar çok sayıda yorum yapılabilir. Bunların hepsi de şu ya da bu düzeyde geçerliliği olan tezler. Rum ve Yahudi tiyatrocuların bireysel olarak tiyatro dünyası içinde var olduğunu söylemek lazım. Ama bu alanda Ermeni sanatçıların kesin bir hâkimiyeti olduğunu teslim etmek gerekir. Örneğin Rumların da sinemada, özellikle de sinema tekniğinde aktif olduklarını söyleyebiliriz. Ama Rumca ya da Yunanca tiyatro diye baktığımızda, bu etkinliğin daha ziyade bir cemaat tiyatrosu çerçevesinde kaldığı söylenebilir. Bunun Yunanistan’ın -dolayısıyla Osmanlı’daki Yunan toplumunun- milli bağımsızlığını görece erken bir dönemde kazanması ve peşi sıra gelen mübadele pratiklerinin Anadolu’daki Yunan popülasyonunu azaltması ile de doğrudan ilişkisi vardır sanırım. Ermeni tiyatrocuların hem Ermenice hem de Türkçe tiyatro yapıyor olmalarının da tiyatro alanında egemenlik ve yaygınlık/popülerlik kurmalarında etkili olduğunu not düşmek gerekir.

Cumhuriyetin öncesinde başlayan Türk milliyetçiliği akımının sanatsal dünyada da yansımaları olduğu açıktır. Çokkültürlü bir toplumdan monolitik bir yapıya doğru yönelişin bu topraklardaki sanatsal birikime darbe vuran bir kopuşa da yol açtığını söylemek lazım. Sadece nüfus hareketleri ve katliamlar nedeniyle değil, aynı zamanda gayrimüslimlerin sanatsal alandan tasfiyesine yol açan bir sanatta millileşme hareketinin yaşandığını söylemek abartılı olmaz. Buna bir kültür-kırımı denebilir belki.

Elbette Türk sanatçıların tiyatro sahnesinde ya da genel olarak sanat alanında gelişmeleri, aktifleşmeleri değerli bir çabadır ve olması gereken gelişmedir. Bugünden baktığımızda bu sürecin daha çokkültürlü ve kapsayıcı bir süreç olarak yaşanmasını arzulayabiliriz. Ama o günün koşullarında böyle bir yaklaşım egemen olamamış ne yazık ki. Bunun üzerine de bir hayli yüklü miktarda araştırma ve tartışma içeren bir literatür var zaten.(Haberin devamı için buraya tıklayınız…)

Paylaş.

Yanıtla