Sanatın Politik Ekonomisi ve Kültür Endüstrisi (I) / Kültür ve Sanatta Emperyalizm Olur mu?

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Sacit Hadi Akdede

Bu yazı İktisat ve Toplum Dergisi’nin 153. Sayısında da yayımlanmıştır.

Giriş

Belli bir süredir, son on yıldır diyelim, Türkiye’de belli çevrelerde batı düşmanlığı gibi görünen ya da “medeniyetler çatışması” kaynaklı medeniyetler ayrımı söylemi tekrar gelişmiştir.  Biz ve onlar ya da biz ve diğerleri söylemi politik kutuplaşmaların temel kaynağı olmaktadır. Bu son dönemdeki söylemi Türkiye’de genellikle politik spektrumda “sağ” olarak adlandırılan çevreler geliştirmektedir. Konu derinlemesine incelenmemekte, bu çevreler emperyalizm kavramını yardıma çağırarak, popülizmi emperyalizm “sosuyla” tatlandırmaya çalışmaktadır.  Toplumları anlamaya ve onların çeşitli alanlarına ilişkin (iktisadi, siyasi, kültürel, vb.) olguları açıklamaya çalışırken kullandığımız kavramlardan “üretim altyapısı” ya da “tekniği” olarak tanımlanan alanın (var olduğu varsayılan) çeşitli medeniyetlerde, birbirine yakınsadığını (convergence) söylemek çok yanlış bir gözlem olmayacaktır. Örneğin Japonya’daki ya da Çin’deki telefon üretimi ile Danimarka’daki telefon üretim altyapısı birbirinden çok farklı değildir. Medeniyetler çatışması söylemini ve medeniyetler arasında çok önemli ayrımlar olduğunu vurgulayanlar açısından, yakınsamayan, medeniyetlerin hangi alanı ya da boyutudur acaba? Bu alanın ne olduğunu kestirmek çok zor değildir. Kültür alanının, özellikle dinsel ve ırksal öngörüler ve anlayışlar kısmının hala yakınsamadığı, farklı dinler ve ırklar arasında medeniyetler çatışması var olduğu, emperyalizmin de bu ırksal ve dinsel alanın da yaratılmasına yardımcı olduğu “üstyapı” aracılığı ile işlerlik kazandığı genellikle medeniyet çatışması görüşünü savunanlar tarafından dile getirilmektedir. Konunun bu boyutu şimdilik bu makalenin dışında kalacaktır.    Bu bakımdan bu kavramların uygun kullanımı sadece bilimsel kaygılarla değil, gündelik yaşamı ilgilendiren kaygılarla ortaya çıkmaktadır. Eğer körü körüne batıcı olmak ya da batıya hayran olmak yanlış ise, batı düşmanlığı da en az batıcı olmak ya da batı hayranlığı kadar yanlış olabilir. Bu batı düşmanlığı gibi görünen söylem kültürel değerler üzerinden ortaya çıkınca, sonraki sayılarda daha ayrıntılı inceleyeceğimiz, kültürün ilgilendiğimiz boyutunun sınırları çizmek önemli olacaktır.

Bu yazı dizisinde, özellikle bir sonraki ikinci yazıda hem bizi ilgilendiren boyutuyla kültür hem de emperyalizm kavramlarının sınırları çizilecektir. Bu ilk yazıda 1967 yılında Ant dergisinde “kültür emperyalizmi üzerine konuşmalar” başlığı altında 8 sayı süren bir röportaj dizisinin konuşmacılarının temel söylemleri, çıkarımları özetlenecek ve yeri geldikçe tarafımdan kısa kısa yorumlar da yapılacaktır. Bu özet Türkiye’de kültür emperyalizmi başlığı altında neler tartışıldığına ilişkin giriş niteliğindedir.

Ant Dergisi Kültür Emperyalizmi Tartışmaları  

Ant dergisinde 1967 yılında sekiz sayı süren Pertev Naili Boratav (Halkbilim uzmanı), Abidin Dino (ressam), Güzin Dino (dilbilimci), Ferid Edgü (edebiyatçı) arasında söyleşi kıvamında geçen bir röportaj yayımlanıyor. Bu söyleşiye Niyazi Berkes’in batı ve batılılaşma üzerine yazdığı, batıyı, daha doğrusu ülke içindeki batıcıları eleştiren bir havaya sahip olan, bir kitap vesile oluyor.  Ferid Edgü, Niyazi Berkes’in kitabını ilk sorularına kaynak göstererek başlıyor röportaja. Bu röportajın yapıldığı dönemde Adorno kültür endüstrisi makalesini yazmış, ama sanırım makale henüz Almanca dışında bir dile çevrilmemişti. Röportaja katılanlar kültürü ve kültür emperyalizmini daha çok etnik köken, dil, din ve eğitim alanındaki gelişmeler üzerinden değerlendiriyorlar. Dizinin sonraki yazılarında sanatın politik ekonomisi ve kültür endüstrisi ekseninde konuyu daha başka bir açıdan yeniden ele alacağız.

Abidin Dino Ant dergisindeki kültür emperyalizmi tartışmasında “kültür” alanının sınırlarının oldukça geniş tutulduğunu söylemekte, çocukların oyunları, resimli dergiler, iyi ya da kötü filmler, dilde yabancı dillerin etkisi ve ırk konusuna kadar birçok konunun kültür alanının içine atıldığını belirtmektedir. Meseleye böyle bakınca da kültür alanında da emperyalizm olabileceği, emperyalizmin sadece iktisadi ya da siyasi bir kavram olmayıp kültürle de ilgili bir kavram olabileceği iddia edilmektedir.

Konu batı kültürü karşısında kendini sorguya çeken bir Türk enteligentsiyasına getirilmeye çalışılıyor. Diğer bir ifade ile Türk sanatçıları ve entelektüelleri batı kültürünün Türkiye’ye olası nüfuzu karşısında nasıl bir tavır takınmalı konusu sorgulanıyor.

Abidin Dino, kültür tarihimizde Amerikan emperyalizminden önce Arap ve Acem’in emperyalizminden söz ediyor. Üstelik de Osmanlı siyaseten ve iktisaden güçlü iken kültür alanında, kendinden iktisadi ve siyasi alanda daha güçsüz olan diğer milletlerin kültürünü almıştır diye belirtiyor.

Bu konuda bir de Yunan-Roma örneği veriliyor.  Roma Yunan’ı yeniyor ama Yunan’ın kültürünü alıyor deniyor.

Abidin Dino kültürde kendi kültürel kaynaklarımızdan yeterince yararlanılmadığını söylüyor. Hititlerden Yunan veya Latin kültüründen başlatmaktansa, işi Selçuklulardan başlatmakta yarar görmektedir. Mimari ya da mimarlık sanatını örnek göstermekte, Selçuklarının mimarlık sanatını incelemeye yeterince önem verilmediğini söylemektedir. Burada ben de bir parantez açarak alanla ilgili teknik bilgiden yoksun olduğumun bilincinde olduğumu da belirterek, sivil mimari ile resmi mimariyi birbirinden ayırt etmek gerekir düşüncesindeyim. Acaba insanlar evlerini nasıl yapıyordu? İktisadi gücü ne kadardı? Hangi tür evlerde yaşıyordu? Kerpiç evlerin dayanıklılığı ile taş ve yığma tuğlalarının dayanıklılığı aynı mıdır? Selçuklu mimarisi derken Abidin Dino resmi yapıları, devlet binalarını ve camileri, kastediyor. Bu elbette çok değerli bir çalışma olurdu. Bu alandaki çalışma eksikliği aşikardır.

Abidin Dino, kendi kültürümüzü, bu kendi kültürü meselesi çok da objektif bir şekilde tanımlanamasa da, geliştirmemiz gerektiğinden bahsediyor. Bunu yapabilmek ancak sanatçıların işi.

Doğu kültürü?

Ferit Edgü, Doğu kültürünün, tanımını vermese de, spekülatif olduğunu vurgulamaktadır, batının ise rasyonalist (spekülatif ve rasyonalist terimlerinin burada kullanımı Edgü’ye aittir). Bir kültürün spekülatif olması ne demektir ya da ne anlama gelir bilmiyorum ama doğu eğer Latin, Yunan ve Hristiyan kültürüne dahil olmayan ülkeler demekse, son yıllarda önemli bir iktisadi, siyasi, kültürel atılım yapan Çin’in “rasyonalist” olmadan böyle bir atılımı, teknik yenilikleri nasıl yaptığı çok ciddi araştırma konusu olmalı. Rasyonalizm iktisadi alanda her bir iktisadi varlığın (birey, firma, sınıf, vb.) kendi çıkarını maksimum yapacak akılcılık anlamına geliyor. Kültür alanında rasyonalist nasıl olunur? Bu da başka bir soru tabii ki.  Özetle Edgü, Batıyı emperyalist olarak tanımlamakta, ama kültürünün emperyalist olmadığını vurgulamaktadır. 1967 yılındaki bu tartışmada da o dönemdeki kültürel sorunlarımızı batı kültürünün yöntemini alarak çözebileceğimizi vurgulamaktadır. Bu yöntem de yazılanlardan anladığım kadarıyla rasyonalizmdir.

Abidin Dino doğu kültürünün içinde de Ahmet Yesevi, İbni Haldun ve Abdel-Malek, Şeyh Bedrettin, Bektaşi fıkraları gibi örnekler üzerinden rasyonalizmin mevcut olduğunu vurgulamaktadır. Burada bu konuda hemen akla gelebilecek Faslı gezgin İbn Battuta, sonrasında Evliya Çelebi’nin Batılı gezginler kadar rasyonalist olduğu konusudur.  Burada bu yazıda özellikle ilgili olduğum konuları ilgilendiren nokta ise bir kültürün rasyonalist mi spekülatif mi olduğu sorusu değildir. Öyle olsalar bile kültürler canlıdır: Önünde sonunda değişirler. Er ya da geç değişirler. Burada benim ilgili olduğum nokta kültürün rafine olmuş hali demek olan bilim ve sanat alanında, özellikle de sanat alanında (çünkü bu alan duygu, duygulanım, hissediş, duyuş düşünüş, ifade ediş tarzı, vb.) “ulusal renk” denen “ulusal üslup” yaratmak için sanatçıların “kendi kültürlerini” de çok iyi bilmeleri gerektiğini vurgulamaktır.  Kendi kültürü terimini de açalım. “Kendi kültürü” bir sanatçının içinde yetiştiği toplumun, halkın, o zamana kadar ürettiği sanat ürünlerini, bilimsel bilgi birikimini, siyasetini, ekonomisini, gelenek ve göreneklerini, inanç sistemlerini, vb içeren bir bilgi ve praxis kümesidir.  Sanatçı dünya vatandaşıdır, dünyanın sorunlarını özümseyen, kavrayan biridir; sanatçının milleti yoktur ve dolayısıyla da sanatta ulusal üslup değil, ideolojik/sınıfsal üslup vardır demek kanımca çok güzel görünse de gerçekliğin ancak bir kısmını açıklar. Ne kadarlık kısmını açıklar? Belli bir rakam vermek çok zordur. Ancak unutulmamalıdır ki sanat yaşanan toplumsal sorunlardan çok beslenir ve her toplumsal sorun ya da duyarlılık da öncelikle milli ya da ulusal olmasa bile yereldir. Yerel olmayanın evrensel olabilmesi zordur.  İçinde yetiştiği toplumu tanımaya, anlamaya, hissetmeye, özümsemeye çabalamadan sürekli “ithal söylemlerle” sanatını besleyen sanatçı da çok iyi sanat elbette üretebilir ama o sanatta ulusal üsluba ilişkin izler yoktur, başka duyarlılıklar vardır. Öyle olması o sanatın değerini azaltmaz. Divan edebiyatını, halk edebiyatını, cumhuriyet dönemindeki çeşitli şiir akımlarını ve örneklerini, kendi neslinin şiirini ve birkaç nesil önceki şiiri bilmeyen bir Türk şairi Türk’e has ya da Türkiye’ye özgü sorunları ya da duyarlıklıları çok iyi dile getirebilir mi? Türkçe kelime hazinesi kıt olan, konuşurken iki kelimesinden biri yabancı bir lisana ait olan bir edebiyatçı çok iyi bir Türkçe eser verebilir mi?

Ferit Edgü, karagöz metinlerini okumak için Ritter (Helmutt) okumak gerektiğini ya da ondan yardım almak gerektiğini vurguluyor. Bu durumu utanç verici bulsa da bunun suçlusunun kendi neslinin yazarları olmadığını vurgulamaktadır.

Ferid Edgü Osmanlıyı da emperyalist olarak niteleyince Boratav emperyalizmi iki anlamıyla kavramak gerektiğini vurguluyor.  Osmanlı emperyalizminin yürütücüleri Türkler, Arap ve Acem kültürlerinin ve gittikleri bölgelerde ve şehirlerde karşılaştıkları gelişmiş kültürlerin bir sentezini yaparak bu kültürleri Türk kültürüne aşılıyorlar ve Osmanlının emperyal kültürü böyle ortaya çıkıyor.  Türk kültürü denen kültür İslam ve Osmanlı öncesi belki Acem ya da Arap kültürü kadar kuvvetli değil ama Selçuklulardan beri özellikle mimaride, nakışta, yazıcılıkta, çinicilikte, edebiyatta yeni bir kültür Türk kültürü olarak ortaya çıkıyor. Boratav bu bağlamda işin Türk ulusçuluğuna gelip dayandığını belirtiyor ve kısaca Türk ulusçuluğunun tarihine dokunuyor. Boratav, XIX. Yüzyılın başına kadar Osmanlı deyiminin bile olmadığını söylüyor; ulus anlamında ancak Müslümanlık söz konusu. Halifeliği üzerine alan Osmanlı hükümdarı, Müslümanlık aracılığıyla emperyalizm yapıyor.  Osmanlı kendini bir kültürün temsilcisi olarak görmüyor, Müslüman adı altında imparatorluğun hâkim olduğu yerlerde bazı ortak nitelikler taşıyan bir kültür gelişmiş. Boratav’a göre Osmanlı ise kendini bu kültürün temsilcisi olarak görmüyor.

P.N.Boratav tanzimattan sonra ortaya bir Osmanlı kavramı çıktığını belirtiyor. Daha önceleri yoktur diyor. XVI. Yüzyılın başlarına kadar göçebe yaşam tarzını sürdüren, köylerde Halife kurumundan bağımsız dini inanışlarıyla yaşayan Oğuz boylarının modern anlamda bir ulus oluşturmadığı belli diyor.

Bu Osmanlı kavramı önce sadece Türkleri kapsamına alsa da sonra Batı’nın azınlıkları koruma politikası yüzünden bütün ırkları kapsar hale geliyor. 1908 yılına kadar böyle devam ediyor.  1910 yılında Osmanlı kavramı Türkçülük akımı karşısında eriyor.  Türkçülük akımı ve büyük Turan’ı kurma politikası birinci dünya savaşı sırasında Türkiye dışındaki Türkleri de kurtarma hareketi oluyor. Bu hareket Almanya’dan çok etkileniyor. Almanlar, Wilhelm, sultan Reşat’la görüşüyor, Türkler üzerinde, Türklerin de savaşa girmesi konusunda etkili oluyor. Alman milliyetçiliğine özenen Türklerde bir Türk milliyetçiliği ortaya çıkmaya başlıyor.

Bu dönemde kurtuluş savaşının ertesinde Cumhuriyet ilan edilmeden ya da ilan edilmesinden hemen sonra bir Anadoluculuk akımının ortaya çıktığı vurgulanıyor.  Anadolulu olmayan insanları Türk saymamak tezidir bu.  Bu tezin bir amacı Atatürk’ü siyasi olarak bertaraf etmektir diyor Boratav çünkü Atatürk Selanik doğumludur. Bu tez, Atatürk ve ekibinin Türk Tarih ve Türk Dil tezleri ile karşı saldırıya uğruyor. Bu tezler sonucu Avrupalılara karşı Türklerin barbar olmadığı, Hindo Avrupa kültürü ve dili de Türk dilinin ve kültürünün kollarından biridir düşüncesi yaygınlık kazandırılmaya çalışılıyor. Bu tezler bugün için bilimsel bulunmamakla beraber o dönemde oldukça ciddi taraftar bulmuştur. Boratav bizim kültür sorunlarımızın ulusçuluğa bağlı olarak geliştiğini vurguluyor ve Ant dergisindeki yazının yayınlandığı döneme kadar olan ana tartışmaları, önceki satırlarda özetlediğim tarihler olarak diziyor.

Güzin Dino kültürümüzün ya da kendimize özgü hümanizmamızın temel dayanaklarının ne olduğunu soruyor.  Abidin Dino, isim ya da isimler bulunabileceğini, bunların içinde de Muhiddin Arabi adını özellikle anıyor.

Emperyalist olmayan kültür

Emperyalist olmayan kültür kavramına da çok kısa dokunuyorlar. Burada özellikle Batı’nın yetiştirdiği filozofların adı zikrediliyor. Descartes, Bacon, Marx, Engels, özellikle adı geçenler. Bunların düşünceleri ve bu düşüncelerin Türkler tarafından da anlaşılması, kavranması bir kültür emperyalizmi olarak kabul edilmiyor.

“Kültür eksikliğimizi nasıl tamamlarız?” başlıklı sayıda, Boratav “Selçuklulardan başlayarak, Osmanlılar da dahil olmak üzere bizim için bugün değeri olabilecek herşeyi iyi tanımak, öğrenmek ve öğretmek gerekiyor” diyor.  Burada Boratav’ın talep ettiği tanıma, öğrenme ve öğretme işini 1960’lı yılların sonundan itibaren yeterince yapabildik mi?  Bu soruya hakkıyla yanıt verebilmek için daha ayrıntılı araştırmalar gerekiyor.

Abidin Dino şöyle bir yargıya varıyor: Kültür emperyalizmi diye bir olgu var, ama her kültürel öge ya da ürün emperyalist değildir; ayrıca bizim ülke olarak kültür eksikliklerimiz de derindir. Bir yabancı kültür siyasi bir güç tarafından zorlandığında (zorla yerleştirilmeye çalışıldığında demek istiyor sanırım) emperyalist oluyor diyor A.Dino. Bu görüş uzun zamandır vurguladığım, eğer bir sanat eseri arkasında yeterince kuvvetli bir iktisadi ve siyasi güç yoksa uzun süre ayakta kalamıyor, görünüyor olamıyor görüşüme yakın bir görüştür. “Emperyalizm yabancı kültürün toptan, hazmedilmeden, süzülmeden zorlanma siyasetindedir. Ulusal kimliğimizi, sınıfsal kimliğimizi ezmeye çalıştığı ölçüde her kültür emperyalisttir.” (Dino, Ant, C.1, Sayı 24, 1967)

Abidin Dino, sentezci bir kültür gelişimi ya da oluşumu konusunda yapacağımız iş şüphesiz bir devlet işi olmayacaktır diyor. Bu cümleden ne kastettiği tam olarak anlaşılmıyor ya da ben anlamadım.  Kültür emperyalizmine karşı koymayı gençlik kurumlarının daha iyi yapabileceğini ya da yapması gerektiğini düşünüyor. Bu kurumlara keşke örnekler de verseydi. Öğretmen sendikaları mı? mühendis odaları mı? barolar mı?  Ne bu kurumlar? Abidin Dino’nun özellikle vurguladığı okullardaki eğitim sisteminin yerleştirmeye çalıştığı emperyalizme gençlik kurumlarının karşı çıkabileceğini vurguluyor. Ama pratikte nasıl olabileceği konusunda fazla bir bilgi vermiyor.

Bu röportaj sanatçılar arasında söyleşi kıvamında yapıldığı için bir anlamda da oldukça “doğaçlama” üslubunda gerçekleşmiştir.

Bundan sonraki yazılarda konu kültür endüstrisi ekseninde, sanatların politik ekonomisi özellikle göz önünde tutularak TV, TV dizileri ve programları, film, müzik endüstrileri çerçevesinde emperyalizm kavramıyla olası ilişkileri bağlamında incelenecektir.

Kaynakça

Ant, 1967,  cilt 1 sayılar 17, 18, 19, 20, 21, 22, 23, 24, 25.

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Sacit Hadi Akdede

Yanıtla