Fransa’da Feminizmin 60 Yıllık Tarihi Bir Tiyatro Oyununda

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Esra Aşan

Esra Aşan’ın Feminisite’de yayınlanan yazısını paylaşıyoruz.

Bu yazıda 2023 Eylül ayında Paris’te Comédie Bastille sahnesinde izlediğim “Et Pendant Ce Temps Simone Veille” (Ve Bu Sırada Simone Gözlüyor) adlı oyunu tanıtmak istiyorum. Trinidad‘ın yazdığı oyun İkinci Dünya Savaşı sonrasından günümüze kadar Fransa’nın tarihsel arka planıyla birlikte farklı toplumsal kesimlerden gelen üç kadının ve onların kızlarından torunlarına kadar dört kuşağa uzanan hikayelerine odaklanıyor. Beş sahneden oluşan oyun sırasıyla 1950’li yıllar, 70’li yıllar, 90’lı yıllar ve 2010’lu yıllarda geçiyor. Dört kadın oyuncunun yer aldığı oyunda üç kadın karakter sırasıyla dört kuşaktan kadınları canlandırırken Simone karakteri hep sahnede kalıyor. Sahnede kadınların tartışmalarını takip eden ve kimi zaman tartışmalara dahil olan Simone, her dönemin tarihsel ve toplumsal bağlamı ile Fransa’da kadınların gündemini belirleyen başlıca olaylar hakkında izleyicileri bilgilendiriyor. Gerçek olayların gösterildiği videolar, yazılar ve çeşitli görsellerle birlikte biz seyirciler de 1950’lerden günümüze Fransa’da kadınların hak mücadeleleri ve feminizmin 60 yıllık tarihi hakkında bilgilenmiş bir şekilde oyundan ayrılıyoruz.[1]

Oyunu benim için ilgi çekici kılan sadece kadın gündemine feminist bir perspektifle odaklanması değildi. Bununla birlikte bir tiyatro oyununu seyirciye yönelik eğitsel bir çalışmanın parçası haline getirmesiydi. Feminizmin Fransa’daki 60 yıllık tarihini gerçek kesitler kullanarak aktarırken bu didaktik çalışmanın sıkıcı bir şekilde değil mizahi bir üslupla yapılabileceğini göstermesiydi. Feminist Kadın Çevresi (FKÇ) içindeki çalışmalarımızda gençleri feminizmle, dünyadaki ve Türkiye’deki kadın hareketleri tarihiyle tanıştıracak eğitsel materyaller oluşturmaya önem veririz. Belli bir tarihsel akış içinde çeşitli kitapların, makalelerin okunup tartışıldığı bu çalışmayı dönemle ilgili belgeseller, filmler, görseller, podcastlerle destekleriz. FKÇ içindeki kadın tiyatrocuların yaptığı oyunlarda ise kadınlık durumları, dönemin politik konjonktürü dikkate alınarak sahnelenmiş, tarihsel arka planla tutarlı bir sahneleme çalışması yapılmaya özen gösterilmiştir. FKÇ’de kadın hareketleri tarihiyle ilgili eğitim içeriği oluştururken bu materyalin bir tiyatro oyununa, bir konsere ya da bir gösteriye dönüşüp sanatlı bir anlatımla farklı kesimlerden kadınlarla nasıl buluşturulabileceği hep aklımı kurcalayan bir konu olmuştur. Bu nedenle tesadüfen izlediğim “Et Pendant Ce Temps Simone Veille” adlı oyun beni heyecanlandırdı. Türkiye’de kadın erkek eşitliğinin tartışmaya açıldığı, kadının toplumsal konumunun sorgulandığı, kadınların büyük emekler sonucu elde ettiği hak ve özgürlüklerin geri alınmaya çalışıldığı ya da kadınların kendisinden vazgeçmesinin beklendiği bir siyasal iklimde kadın olma bilincinin hatırlanması ve bunun genç kuşaklara aktarılması bana göre çok önemli bir yerde duruyor. Mücadele tarihimizi hatırlatmak ve bugün kadınlığa ve haklarımıza sahip çıkmak için sanatın yaratıcı bir araç olarak kullanılabileceğini düşünüyorum. Bu oyun bunun nasıl yapılabileceği konusunda bir fikir veriyor. Bu nedenle benzer soruların peşine düşmüş Türkiyeli kadınlara ilham vermesi için bu oyunu -değerlendirmelerimi geri planda tutarak- ayrıntılı bir şekilde tanıtmak istedim.

***

Oyunun birinci sahnesi 1950’li yıllarda geçiyor. Oyun boyunca hep sahnede kalacak olan Simone karakteri bize kendini ve oyun içindeki işlevini tanıtarak oyunu açıyor. Bu bölümde Marcelle, Giovanna ve France adlı üç kadını izliyoruz. Üçü de küçük çocuklarını oynamaları için parka getirmişler. Bir yandan çocuklarını gözler ve onları kontrol ederlerken bir bankta oturup kendi aralarında sohbete dalıyorlar. Birbirini az çok tanıyan bu üç kadının ortak özelliği İkinci Dünya Savaşı döneminde çalışma yaşamına katılmış ancak savaş bittikten ve erkekler döndükten sonra kendilerine gerek kalmadığı için evlerine gönderilmiş olmaları. Oyunun diğer sahnelerinde bu kadınların kızlarını, iki kuşak torunlarını izleyeceğimiz için öncelikle onları tanıtarak başlayayım:

Marcelle, savaş sırasında bir fabrikada işçi olarak çalışmış bir kadın. Şimdi evinde terzilik yapıyor. Fabrikada çalışırken hem üretmekten hem de diğer kadın işçilerle birlikte çalışmaktan son derece mutluydu. Şimdi ise evde tek başına dikiş diktiği için kendini yalnız hissediyor. Yedi çocuğu var şu an sekizincisine hamile. Karısının duygu ve düşüncelere değer vermeyen kocası René’den dayak yiyor ve onunla sürekli seks yapıp hamile kalmaktan bıkmış durumda.

Giovanna, ikisi oğlan biri kız üç çocuk annesi; orta sınıfa mensup. Devlet memuru bir adamla evli. Savaş döneminde bir bankada sekreterlik yapmış ve bankanın hesap kitap işlerini tutmuş başarılı bir kadınken savaş sonrası evine gönderilmiş. Şu an ev kadını olarak çalışıyor. Evini ve kocasını çok seven aşırı derece mutlu bir kadın.

France; üç çocuk annesi, iyi eğitimli, evli bir burjuva kadın. Savaş döneminde ailesinin sahip olduğu fabrikayı kadın başına çok güzel yönetmiş, Marcelle’in de aralarında olduğu işçilerle birlikte fabrikayı üretken bir hale getirmişler. Savaş döneminde askerde, hapiste olan erkek kardeşi savaş sonrasında onu işinden koparıp hemen eve göndermiş, fabrikasına el koyarak işin başına geçmiş. France bu olayı hiçbir şekilde hazmedemiyor, oğluna sık sık dayısı gibi olmamasını öğütlüyor.

Parkta bir araya gelen bu üç kadın ülke meselelerinden tüketim toplumuna, çocuklarını yetiştirme biçimlerinden özgürlük anlayışlarına kadar pek çok konuyu kadınlık durumları üzerinden tartışıyorlar. Bunların bir kısmını özetleyeyim:

Ev işleri kadınların belini bükerken Giovanna’nın mutluluğunun nedeni kocasının kendisine hediye ettiği Moulinex mutfak robotu. Bu mutfak robotu sayesinde Giovanna işlerini geciktirmiyor, kocasına ve çocuklarına vakit ayırabiliyor. 1950’lerin sonundan itibaren kadınları pazarlamanın merkezine alan Moulinex markası 1960’larda “Moulinex kadınları özgürleştirir” sözünü reklam sloganı haline getirerek tüketim toplumunun simgesi haline gelecek. Marcelle’in ise Moulinex ürünlerini alacak maddi imkânı yok. Onun sıkıntısı kocasından yediği dayak ve kocasının onu sürekli hamile bırakması. Marcelle için bu şiddet sıradanlaşmış durumda. Ateşi çıkan çocuğuyla ilgilendiği için kocasının akşam yemeğini geciktirmesi son dayağın nedeni. Onun kendisini özgürleştirecek bir mutfak robotundan çok kocası René’yi sakinleştirecek, azgınlığını dizginleyecek şeylere ihtiyacı var. Birkaç sene sonra hayatlarına girecek olan televizyon Marcelle’in bu isteğini bir nebze olsun yerine getirecek. Televizyon karşısında geçirilen vakit ve futbol geceleri erkekleri oyalarken Marcelle gibi kadınların seks mesaisini azaltacak. Bu nedenle “Moulinex siz özgürleştirir” sloganından çok “Thomson ve Philips genital bölgenizi rahatlatır” sloganı Marcelle’e daha cazip geliyor.

France, Marcelle’e önce çocuğunu aldırmasını sonra da kocasından boşanmasını tavsiye ediyor.  Ancak 1950’li yıllarda kürtaj Fransa’da yasak; devlete karşı işlenmiş suçlar kapsamında yer alıyor ve sonu idama kadar uzanan cezalar öngörülebiliyor. Kadınlar çok tehlikeli koşullarda gizli olarak kürtaj yaptırıyor ve bu durum pek çok kadının ölümüne neden oluyor. France daha önce iki kere Belçika’da kürtaj olmuş, Marcelle’e de çok iyi bir doktor öneriyor. Ancak Marcelle’in Belçika’ya gidecek maddi imkânı da yok. Marcelle, kürtaj olsa dahi kocası onu hamile bırakmaya devam edecek; bu nedenle kendisinin kürtaj olmasından çok kocasının kastre olmasının daha etkili bir çözüm olacağını düşünüyor.

Ayrıca Marcelle’in parası olsa dahi bunu istediği gibi kullanamaz. Çünkü o yıllarda kadınların kendilerine ait mal varlıklarını kontrol etme ya da bankada hesap açma hakları yok. Kadınların kendi adına hesap açabilmeleri için 13 Temmuz 1965 tarihini beklemeleri gerekiyor. Bu tarihten önce kadınlar kendi mal varlıklarını yönetemiyor, kocalarının izni olmadan meslek sahibi olamıyorlar. Paraları olsa dahi kadınlar bunu kocalarından ayrı bir şekilde harcayabileceklerini de düşünmüyorlar. Mesela orta sınıfa mensup hali vakti yerinde Giovanna’ya kocasından bağımsız seyahat edip tatile çıkma fikri tuhaf geliyor. Kendisine bir çanta, elbise almak istese bu alışverişi kocasıyla yapmayı, onun beğendiği şeyleri almayı tercih ediyor. Tıpkı yaklaşan seçimlerde oy tercihini kocasına bıraktığı gibi. Kadınlar Fransa’da oy hakkını 12 Nisan 1944 tarihinde elde ettiler. Savaşta gösterdikleri çalışma azmi ve yaptıkları işler nedeniyle Charles de Gaulle başkanlığındaki Fransa, bu durumu takdir etmek için kadınlara oy hakkını bahşetti. Giovanna siyasetin erkek işi olduğunu düşünüyor kendisinin gazete okuyacak vakti olmadığı için bu seçimi kocasına bıraktığını söylüyor.

France, Marcelle’e kocasından boşanmasını önerse de kadınların boşanma meselesi de biraz karışık. Napolyon’un kadınlara boşanmayı yasaklayan ünlü kanunları biraz hafiflemiş olsa da 1950’lerde kadınların evlenmesi babalarının, boşanmaları da kocalarının iznine bağlı. Biz seyirciler kadın haklarıyla ilgili bu durumları üç kadının sohbetinin arasında Simone’un verdiği bilgiler sayesinde öğreniyoruz.

France, sohbetleri sırasında iki kadına toplumdaki kadın erkek rollerini sorgulatmaya çalışıyor. Kendisi iyi eğitimli burjuva bir kadın olarak kadınların eğitim aldıklarında erkekler gibi her işi yapabileceğini savunuyor -ki savaş döneminde kadınlar bunu yaptılar da. Ayrıca kadın işi olarak görülen ev işlerinin de bir eğitim meselesi olduğunu; parkta oynayan çocuklarına Marcelle ve Giovanna’nın farklı yaklaştığını söylüyor. Kız çocuklarına erkek kardeşin sorumluluğu veriliyor. Kızlar sadece parka oynamayacak aynı zamanda erkek kardeşlerinin üstünü kirletmemesine, taşkınlık yapmamasına da dikkat edecekler. Marcelle’e göre kadın işi ile erkek işi farklı; oğlan çocuklarının yapamayacağı şeyler var. Bu nedenle kızların onlara yardım edip işlerini kolaylaştırması gerektiğini düşünüyor. Giovanna ise, kızının oğullarına göre daha özerk hareket edebildiğini gözlemliyor. Oğulları üstünü kirletip ortalığı dağıtmaktan başka bir şey bilmezken kızı şimdiden kendi kıyafetlerini yıkayabiliyor. France ise bunun bir eğitim ve yönlendirme meselesi olduğunu savunuyor. Mesela, fabrikasına el koyan erkek kardeşi askerdeyken ütüsünü yapıp yatağını toplamayı öğrenmişti. Ayrıca fabrikaya el koyarken de başkasına ihtiyaç duymamıştı. France, iki kadına neden kızları ev işine yönlendirdiklerini, neden oğlan çocuklarını çekip çevirecek şekilde kızlarını yetiştiklerini soruyor. Bu şekilde oğlanlar kızları bir hizmetçi gibi kullanabileceklerini küçük yaşta öğreniyor. Oysa erkekler ev işlerini yapmayı ve bunları paylaşmayı öğrenseler kadınlar kendilerini geliştirebilecek, meslek sahibi olup kendi paralarını kazanabilecekler. Böylece bir özerk bireyler haline gelebilecekler. France’ın bu sözlerini üzerine düşünen kadınlar “Acaba o zaman erkeklerin mesleklerini mi çalmış oluruz” diye tedirgin oluyorlar.

Cinsiyet rolleri doğal mı öğrenilmiş mi tartışması devam ederken France, kadınlara birkaç sene önce çıkmış bir kitabı okumalarını öneriyor. “Kadın doğulmaz kadın olunur” diyen Simone de Beauvoir’ın İkinci Cins kitabını. Marcelle okumayı bilmiyor; Giovanna belki kitaba göz atabilir. Perdeye 1950’li yılların olaylarından belgesel görüntüler yansırken ilk sahne Libido adlı bu oyun için yazılmış bir şarkı ile son buluyor.

***

İkinci sahne 1970’li yıllarda geçiyor. Oyunun zaman üstü karakteri Simone bize 70’li yılların kadın gündemiyle ilgili bilgi veriyor. Döneme damgasını vuran hassas bir konu var: kürtaj.

1971 yılının Nisan ayında Le Nouvel Observateur gazetesinde, aralarında sinema, sahne sanatlarından tanınmış isimlerin de olduğu 343 kadının imzaladığı bir metin yayımlanıyor. Bu metinde kadınlar kendilerini sonu hapis cezasına varabilecek cezai kovuşturmaya açık hale getirerek kürtaj yaptırdıklarını açıklıyorlar. Metnin yazarı Simone de Beauvoir şöyle diyor:

Her yıl Fransa’da 1.000.000 kadın kürtaj yaptırıyor. Tıbbi koşullar altında basit şekilde yapılabilen bu operasyon yasaklardan ötürü ilkel koşullarda tehlikeli sonuçlar oluşturuyor. Milyonlarca kadın yasal zorunluluklardan dolayı sessiz kalmak zorunda bırakılıyor. Bilmenizi isterim ki; ben de bu kadınlardan biriyim, ben de kürtaj yaptırdım. Bizler, ücretsiz doğum kontrol yöntemleri talep ettiğimiz gibi ücretsiz kürtaj hakkı da istiyoruz.[2]

Büyük olay yaratan bu açıklama üzerine mizah dergisi Charlie Hebdo dönemin erkek egemen anlayışını çok iyi yansıtan skandal bir manşet atıyor: Bu 343 kaltağı kim hamile bıraktı?

Fransa’da doğum kontrolü ve kürtaj hakkının alınmasının yıllara uzanan bir tarihi var. 1956 yılında militan bir hareket olan Aile Planlaması hareketi 1960 yılında doğum kontrolünü, kürtaj hakkını savunan ve kadınlara cinsel eğitimler veren bir derneğe dönüşür. 1967 yılındaki Neuwirth Kanunu ile doğum kontrolü suç olmaktan çıkarılır, doğum kontrol haplarının kullanımı serbest bırakılır. Ancak hapların reçete edilmesi konusunda doktorların keyfi uygulamaları bulunur. Daha sonraki yıllarda bu hapların kullanımı ile ilgili birkaç düzenleme daha yapılır ve haplar ücretsiz olarak herkesin erişimine sunulur.

Fransa’da Kadın Kurtuluş Hareketi (KKH)’nin ücretsiz, güvenli kürtaj hakkı talebi 1975 yılında karşılık bulur. Bu oyunun ithaf edildiği dönemin Sağlık Bakanı Simone Veil ise kürtaj hakkının kazanılmasında önemli bir isimdir. Kürtajı suç olmaktan çıkaran ve kadınlara hak olarak tanıyan Veil Yasası 17 Ocak 1975’te yürürlüğe girer. Fransa’da kürtaj hakkının kazanılmasında KKH’nin mücadelesi kadar Bobigny Davası da etkilidir. Tecavüz sonucu hamile kalan 16 yaşındaki bir kız çocuğu yasadışı kürtaj yaptırmaktan, doktoru kürtajı gerçekleştirmekten, kızın annesi ve kürtaj için para yardımı aldığı üç arkadaşı ise “yardım ve yataklık” etmekten 1972 yılında yargılanırlar.[3] Davanın sanık avukatlığını Gisèle Halimi üstlenir. Bobigny Davası olarak anılan bu dava kürtajın değil, kürtajı yasaklayanların yargılanması gerektiğini ülke çapında tartışmaya açar. Gisèle Halimi suçlamaların ilk celsede düşürülmesini sağlar. Genç kız serbest bırakılır, sanıklar hakkındaki cezalar mahkeme heyetinin “1920 yılına ait yasanın uygulama niteliğini yitirdiği” kararı nedeniyle infaz edilmez.

Bu bilgiler biz seyircilere oyun içinde yeri geldikçe Simone karakteri tarafından aktarılır. Sahnenin açılışından anladığımız kadarıyla bu bölümde doğum kontrol hapları herkesin erişimine açılmış ve ücretsiz olarak dağıtılmaktadır. İkinci sahnede bir önceki sahnede izlediğimiz kadınların parkta oynayan kızlarının yetişkin hallerini görürüz: Marceline, Giovannina ve Francine.

Giovannina, aile planlaması derneğinde, doğum kontrolü üzerine kadınlarla çalışan bir hemşire; kendini topluma faydalı biri olarak görüyor. Diğer yandan bekar anne olduğu için kendini toplum dışına atılmış hissediyor. 68 Eylemlerinde aktif bir biçimde yer alan Giovannina yaşadığı özgür aşk sonunda hamile kalmış; ancak bu adamla evlenme isteğine karşılık görmemiş. Bu özgür erkek onu başka bir kadın için terk ederek ortada bırakmış.

İşçi sınıfı bir aileden gelen Marceline üç çocuk sahibi bir öğretmen. O da cinsel özgürlük yıllarında hamile kalmış. Giovannina’nın tersine, Marceline evlenmek istememiş. Ancak o dönemde hamile kalmış bekar bir kadına toplum iyi gözle bakmıyor. Babası bu nedenle onu evden kovmuş annesi de evlenmesinin en doğrusu olacağını söylemiş. Böylece Marceline, hamile kaldığı için kocası Marc ile istemeyerek evlenmek zorunda kalmış.

Üçüncü karakterimiz Francine ise, yedi yaşında kız çocuğu olan bir avukat. Kadın hakları konusunda çalışmakta. Evlenmeyi bilinçli bir şekilde tercih etmemiş, özgür ilişki yaşamayı seçmiş bir kadın.

Bu sahnede 70’li yılların tartışmaları, çalışma yaşamında kadınların yaşadıkları, üreme hakları, doğum kontrol politikaları, romantik ilişki tercihleri kadınların sohbetinin temel konularını oluşturur.

Kadınlar doğum kontrol haplarının ücretsiz olarak dağıtılmasını insanın ayda yürüdüğü gün kadar önemli bir gün olarak görürler; büyük bir sevinç içindeler. Toplumda pek çok kadın hamile kalacakları korkusuyla cinselliklerini tedirgin bir şekilde korkarak yaşar ve cinsellikten keyif alamazlar. Bu haplarla kadınlar hamile kalma korkusu yaşamadan cinsellikten zevk alabileceklerdir. Diğer yandan kadınlar bu hapların kendilerine önemli bir sorumluluk yüklediğinin de farkında. Çünkü istemedikleri bir şekilde hamile kalırlarsa bu artık onların da sorumluluğu olacaktır. Nihayetinde kullanılan bir ilaçtır bunları şeker yutar gibi kullanmamaları konusunda birbirlerini uyarırlar.

Bu yeni yasayla doktorların doğum kontrol haplarını keyfi olarak reçete etmemesi gibi uygulamaların da son bulacağını düşünürler. Yasal haklar elde etseler de kadınlara dair toplumdaki önyargılar devam eder. Mesela dönemin muhafazakâr milletvekillerinden biri bu hapların toplumun ahlakını bozacağını iddia eder, kadınları orospu yapacağını söyleyecek kadar ileri gider. Toplumdaki önyargıların kadınların hayatını nasıl belirlediği bu bölümün sohbetlerinin önemli bir konusu. Kadınlar çalışma yaşamına girse de sekreterlik, hemşirelik, hosteslik gibi meslekler kadın mesleği olarak görülüp adeta erkekleri tahrik etmekte. Mesela Giovannina’nın, yaptığı meslek, hemşirelik, dönemin tipik bir kadın mesleği olduğu için erkekler ona farklı bir gözle bakarlar. Giovannina erkeklerin bu aşağılayıcı tutumlarından rahatsız olarak çalışmak durumunda kalır.

Ailesinin baskısı sonucu evlenmek zorunda kalan Marceline’i kocası Marc bugün bu haplar sayesinde artık hamile bırakamayacaktır. Marceline, annesinin kaderini yaşamamak için okumuş ve öğretmen olmuştur. Hayatını büyük bir başarı hikayesi olarak görmez ancak annesinin yaşadıklarıyla kıyaslayınca bunun bir lüks olduğunun farkında. Kadınların toplumsal yaşamda eşitlik ve özgürlük mücadelesinin devam etmesi gerektiğini düşünür. Bu mücadeleyi kendi kızlarına ve öğrencilerine aktarmayı da toplumsal bir sorumluluk olarak görür. Çünkü, kızlarının ve öğrencilerinin kendi kaderini yaşamasını -hamile kaldılar diye hayvanın tekiyle evlenmelerini- istemez. Marceline kocasından boşanırsa gerçekten mutluluğu bulacağını düşünür. Onunla benzer durumdaki kadınlar için 11 Temmuz 1975 yılında, ünlü Napolyon kanunlarına bir darbe daha vurulacak, karşılıklı rıza ile boşanmak kanunen kabul edilecektir.

Doğum kontrol haplarının kullanımının serbest bırakılmasını büyük bir kazanım olarak gören kadınlar bu hak kazanımlarının devam edeceğini düşünürler. Yakında kürtaj hakkı da kazanılacaktır. Ancak, bunun için kadınların mücadelesi devam etmeli; kadınların hakları sadece yasa yapıcılara bırakılmamalıdır. İkinci sahnenin sonunda kadınlar 8 Mart eylemine gitmek için hazırlık yaparlar. Giovannina eyleme süslenerek gitmek, kadınsı kalarak eylem yapmak istediğini söyler. Taleplerini yazdıkları dövizleri, pankartları birlikte hazırlarlar: Kürtaj Haktır! Bedenlerimiz Bize Ait! İstediğim Zaman İstediğim Kadar Çocuk. Onlar beraber slogan atarak, şarkılar söyleyerek sahneden çıkarken dönemin kadın eylemlerinden görüntüler perdeye yansıtılır.

***

Oyunun üçüncü sahnesi 1990’lı yıllarda geçer. Sahnenin açılışını yapan Simone yine biz seyircilere bu dönemin arka planına dair bilgi verir. Bu yıllarda kadınlar geçmişe göre kendi bedenleri, iş yaşamları, duygusal yaşamları üzerinde daha fazla güç sahibidir. Aynı zamanda ülke yönetiminde de etkililer. 15 Mayıs 1991 tarihinde Fransa başkanı François Mitterand ilk kadın başbakanı seçer. Ancak Fransa’nın ilk kadın başbakanı olan Edith Cresson on bir ay sonra istifa eder. 1995 yılında Alain Juppé’nin başbakanlığı döneminde 12 kadın hükümette yer alır. Altı ay sonra hükümette sadece sekiz kadın kalır. Erkeklerle kadınların seçilmiş pozisyonlara eşit erişimini teşvik eden eşit temsil yasası ise 6 Haziran 2000’de kabul edilecektir.

Bu sahnede bir önceki sahnedeki kadınların kızlarını izleriz: Marcianne, Gina, Framboise. 90’lı yıllarda bu üç kadın ev işleri, cinsellik, estetik operasyonlar, başörtüsünün öne çıktığı pek çok konu üzerine sohbet ederler.

Framboise 17 yıldır evli, dört çocuk annesi kusursuz bir ev kadını. Gazetecilik kariyerini bırakarak evi ve çocuklarıyla ilgilenmeyi tercih etmiş. Kocası onu sürekli aldatsa da boşanmayı düşünmüyor. Framboise, ev işlerini kendi işi olarak sahipleniyor ve kocası Jean Pierre’in kendi alanına, mutfağa adım atmasını hiç sevmiyor. Çünkü o ne zaman mutfağa girse ortalık pazar yerine dönüyor.

Marcianne bir şirkette genel müdür olarak çalışıyor. Üç evlilik yapmış, her kocasından bir çocuğu olmuş. Yaptıkları iş bölümüne göre kocası evde kalıp üç çocuğun bakımını üstleniyor, ev erkekliğini severek yapıyor. Ev işlerinin kadın işi olduğu düşüncesi o yıllarda kırılıyor. Bakım ve ev işlerini bir organizasyon meselesi olarak görenlerin sayısı artıyor. Bu işlerin çoğunu yine kadınlar yapsa da aynı evde yaşayan partnerler bu işleri istek ve ihtiyaçlarına göre organize edebiliyorlar.

Bu sahnenin başında iki kadın, Framboise’ın doğum gününü kutlamak için onu sürpriz bir yere götürürler. Burası Framboise’in bilinçaltının bariyerlerini yıkacağı, aptal kocası Jean-Pierre’i unutup fantezilerini sonuna kadar yaşayabileceği erkek dansçıların soyunduğu bir striptiz kulübü. Framboise, yıllar sonra ilk kez bir partiye gitmek için çocuklarını ve kocasını evde bırakıyor. Aklında şöyle bir soru var: Kocası başka kadınlara gitse de kendisi bir striptiz barda eğlendiğinde ya da sonrasında başka bir partide bir erkekle dans ettiğinde kocasını aldatmış mı oluyor? Marcianne bunun bir flört olduğunu, flörtün aldatma anlamına gelmediğini söylese de Framboise’ın içi o kadar rahat değil.

Geçmiş yıllarda kadınların cinsel nesneye dönüştürülmesini eleştiren feministler şimdi erkek dansçıların soyunmasını izleyip onlara para takıyor ya da para kaptırıyorlar. 90’lı yıllarda erkek dansçıların striptiz yaptığı, erkek rol modeller olarak ortaya çıktığı gruplar çok popüler. Aslında bu gruplar kadınların top modellere dönüştürülmesi karşısında insanları eşitliğe inandırmak için ortaya atılmış bir kandırmacadan ibaret. Ayrıca bunlar erkeklerin tercih ettiği rol modeller de değiller. Bu grupları gören erkekler, ibne olmadıklarını söyleyip yollarına devam ederken kadınlar kendilerine rol model olarak sunulan top modellere benzeme yarışındalar. Fiziklerine dikkat eden kadınlar kilo konusunda takıntılı hale gelirler; Jane Fonda ya da Cindy Crawford’a benzemek için sürekli diyet yaparlar.

Bu kadınlardan biri de Gina. Onun Cindy Crawford olması için iki meme mesafesinde yolu kalmış durumda. Gina, evli bir adamla, Bernard’la uzun zamandır ilişki yaşıyor, ondan bir çocuğu var. Evli bir adamın metresi olmaktan mutsuz. Bernard’ın karısından boşanıp kendisine geleceğini düşünüyor ama adam yıllardır karısını terk etmiyor. Gina, memelerine silikon yaptırır, Bernard’in hayran olduğu seks bombası kadınlardan birine dönüşürse adamın boşanacağını düşünüyor. Bu yıllarda sütyen ölçülerini değiştirmek feministlerin yeni mücadele alanı olmuş gibi görünüyor. Diğer iki kadın Gina’nın gözünü açmaya çalışsa da işleri çok kolay değil.

Kocası Jean Pierre’in ilgisizliği nedeniyle Framboise kendisini gerçek bir kadın gibi hissedemiyor. Bunun üstüne Jean Pierre’in onu aldatması da eklenince diğer kadınlar ona boşanmasını öneriyor. Ama Framboise, boşanmak istemiyor. Üç koca, üç sevgili eskiten Marcianne için bir erkek bulmak kolay ama kendisi bunu yapamıyor. Framboise, cinsel özgürlük yıllarında hamile kalan annesinin tercihlerini de sorguluyor. Acaba anne babası özgür ilişki yaşadığı için mi erkek kardeşi eşcinsel oldu ve AİDS ile boğuşmak durumunda kaldı diye soruyor. Kadınlar Framboise’i her şeyi birbirine karıştırdığı için eleştirirken sohbetleri giderek gerilimli bir hal alıyor.

Hafta sonu başörtüsüne karşı bir eylem organize edilecek ve kadınlar bu eyleme katılıp katılmamayı konuşurlar. 80’li yıllarda Fransa’da başörtüsü tartışmaları başlar. 4 Ekim 1984 tarihinde üç genç kız, başörtülerini çıkarmayı reddettikleri için okuldan atılır. Bu olay dini sembollerin okullarda kullanımı üzerine yeni bir tartışma başlatır. Laik cumhuriyet tehlikededir. Uzun tartışmalar sonrasında 15 Mart 2004 yılında çıkacak olan Stasi Yasası, laikliği korumak adına okullarda dini sembollerin görünecek bir şekilde kullanılmasını yasaklayacaktır.

Peki kadınlar başörtüsüne nasıl yaklaşmalı? Başörtüsü kadın bedeninin varlığını reddetmek anlamına geliyor, kadınlardan kamusal alana çıktıklarında bedenlerini gizlemeleri isteniyor. Feministler bu erkek egemen yaklaşımı kabul etmiyor. Sohbetleri sırasında Framboise, Gina’nın meme silikonları yaptırma peşindeyken başörtüsü karşıtı eyleme katılmasının çelişkili bir durum olduğunu söyler. Marcianne da ona hak verir. Çünkü başörtüsü ya da silikon erkeğin arzusu çerçevesinde ele alınan konular. Biri erkeğin arzusunu dizginleme diğeri ise kışkırtma işlevi görüyor. İki tartışmanın merkezinde erkeğin arzusu ve nasıl bir kadın istediği var. Marcianne, bedeninin kendisine ait olduğunu söylüyor, erkeği cezbedecek memelere sahip olmaktansa kendini zihnen geliştirmeyi tercih ediyor. Gina kendi tercihini çelişkili bulmuyor: Memelerin cazibe, başörtüsünün ise boyunduruk altına almayla ilişkili olduğunu düşünüyor.

Başörtüsü takmayı reddeden kadınlar recm edilebilirken büyük memelere sahip olmak istemeyen kadınları kimse öldürmüyor. Framboise, isteyerek başörtüsü takan ve bunu bir fazilet meselesi olarak gören kadınlar da olduğunu söylüyor. Diğer yandan eğer erkekler kadınları bir et parçası gibi görmeselerdi fazilet sorunları da olmayacaktı diye konuşuyorlar.

Framboise cumartesi günkü eyleme gelemeyeceğini çünkü kocası her cumartesi golf oynamaya gittiği için çocuklarla ve evin diğer işleriyle ilgilenmesi gerektiğini söylüyor. Framboise iyi bir gazeteci olabilecekken arkadaşları onun kusursuz bir ev kadınına dönüşmesine inanamıyor. Kadınların birbirini yargıladığı gergin tartışmalara en sonunda Simone müdahale ediyor. Dışarıda erkekler kadınların haklarını geri almak için seferber olmuşken, Fransa’da yedi dakikada bir, bir kadın tecavüze uğrarken kadınların en son yapmaları gereken şey birbirine düşmek, öfkelerini birbirine yöneltmek. Bu durum kadın mücadelesini bölmekten başka bir işe yaramıyor. Bunun üzerine Framboise işlerini organize edip eyleme gelmeye karar veriyor. Üç kadın başörtüsü karşıtı eyleme gitmeyi planlarken üçüncü sahne bu oyun için yazılmış Çador adlı şarkı ile son buluyor.

***

Oyunun dördüncü sahnesinde 2010’lu yıllardayız. İnternetin hayatımıza girdiği, aşkın sosyal ağlarda arandığı, bilgisayar başında insanların günlük partner bulup seks ihtiyacını karşıladığı, kanal zaplar gibi partner değiştirdiği yıllar. Yani günümüz. Ekranlarımız pornografik malzemelerin şık bir şekilde sunulduğu maşist reklamlarla dolu. Sevgi küme düşerken seks her yerde. Dördüncü sahne, Simone’un bize verdiği bu bilgiler ve günümüz internet dünyasına dair bir şarkı ile açılır. Ellerinde akıllı telefonlarıyla üç kadın Marcia, Janis ve Fanfan sahnede yerini alır.

Marcia, üç dakikada bir kendisini arayan alzheimer olmuş annesi ile konuşmakta. Sabah eve erken gelip annesinin alışverişini yapmıştır. Hatırlamayacak olsa da bunu ona anlatır. Marcia, yaşam koçu olarak çalışıyor. Dış dünyanın dışladığı insanlara iç huzuru bulmaları için yardım ediyor.

Fanfan işinde iyi bir avukat olsa da diğer işleri yolunda gitmiyor. Çocuk sahibi olmak için birini arıyor ama kiminle birlikte olsa hamile kalamıyor. Bunun için hormon tedavisi görüyor. İspanya’ya gidip tüp bebek yapmayı planlıyor. Sürekli kilo aldığı için mutsuz. Kendini yalnız, işe yaramaz ve şişman hissediyor.

Janis, bir ressam. Ergen yaşlarda bir oğlu var. Kendinden yaşça küçük erkeklerden hoşlanıyor.

Kadınlar çalışma yaşamında aktif bir şekilde yer alsalar da aynı işi yaptıkları erkeklerden daha az para kazanıyorlar. Mesela Fanfan’ın birlikte çalıştığı meslektaşı Paul ondan %24 daha fazla para kazanıyor. Bu eşitsizliğin farkında olan Marcia, erkekler kadınlardan daha fazla kazandığı için yaşam koçluğu yaptığı kadın ve erkek müşterilerine farklı fiyat uyguluyor.

Kadınlar, nasıl mutlu olabilecekleri üzerine konuşuyorlar. Fanfan için mutluluğun yolu çocuk sahibi olmaktan geçiyor. Çocuk sahibi olamazsa gerçek bir kadın olamayacağını düşünüyor. Janis ona çocuk sahibi olmadan da mutlu olabileceğini söylüyor. Marcia da bu fikri destekliyor; mutlu olmak için kadının illa anne olması gerekmiyor. Fanfan’ın elinde avukatlık gibi iyi yaptığı bir mesleği var; kadın haklarını savunmak da onun hayatına anlam katabilir. Ya da tek başına da çocuk sahibi olabilir.

2000’lerde Fransa’da pek çok kadın tek başına çocuklarını yetiştiriyor. Oğlunu tek başına yetiştiren Janis, bunun çok kolay bir iş olmadığını biliyor. Bir yandan da kızı değil oğlu olduğu için memnun. Çünkü hamile kalıp kalmadı mı diye onu takip etmesi gerekmiyor. Bunun üzerine arkadaşları Janis’ye oğlunun 15 yaşındaki kız arkadaşını hamile bıraktığını, kızın da çocuğu doğurmak için onlara yerleştiğini hatırlatıyor. 2010’lu yıllarda oğlanlar prezervatif takmayı, kızlar da hap kullanmayı genellikle tercih etmiyor.

Marcia ise mutluluğu bir erkekte değil bir kadında bulmuş biri. Fransa’da lezbiyen çiftlerin de artık evlenme hakkı olduğu için isterse sevgilisiyle evlilik bağı da kurabilir. Eşcinsel ilişkilerin kabulünün Fransa’da uzun bir tarihi var. 1982 yılında dönemin senatörlerinden Robert Badinter’in önerisiyle Fransa’da eşcinsellik suç olmaktan çıkıyor. Ama 1991 yılına kadar bir akıl sağlığı meselesi olarak ele alınıyor. “Herkes için evlilik” ilkesi çerçevesinde eşcinsellerin evlenme hakkını kazanmaları için 17 Mayıs 2013 tarihini beklemeleri gerekiyor.

Bu bölümde üç kadının ilişki tercihleri sohbetlerinin ana gündemini oluşturuyor. Janis’nin kendinden geç erkeklerle birlikte olmasıyla diğer arkadaşları dalga geçiyor. Oysa Janis, partner tercihlerinden çok memnun ve kendini bu ilişkilerde mutlu hissediyor. Fanfan istediği erkeği bir türlü bulamıyor. Onun istediği erkek hem erkeksi olacak hem de kadınsı yönüyle barışık kalacak. Dominant biri olmayacak hem dinlemeyi hem de kendi duyguları üzerine konuşmayı bilecek. Ayrıca ihtiyaç durumunda terapi almaya karşı olmayacak ve çöpü aşağı indirmeyi de akıl edebilecek.

“Acaba 1950’lerdeki büyük anneleri 2010’lu yıllardaki kadınların durumu üzerine ne düşünürdü?” diye soruyor Simone dördüncü sahneyi kapatırken.

***

Oyunun son sahnesi Cennette geçiyor. İlk sahnede gördüğümüz kadınlar France, Marcelle ve Giovanna cennetten bugünün dünyasına bakıyor.

Ülkesinde yasak olduğu için Belçika’da kürtaj yaptıran France’in küçük torunu, hamile kalmak için İspanya’da rahim içi aşılama yaptıracak. France’a göre Avrupa böyle bir yer olmalı.

Kocası René’den sürekli dayak yiyen Marcelle bugünün dünyasına baktığında kadınların, kocaları tarafından öldürüldüğünü görüyor. Oysa sevgi bu olmamalı.

Giovanna’nın kızı aile planlaması için mücadele etmişken günümüzde aile planlamasına ilgi giderek azalıyor. Bu gerçek bir kriz olmalı.

Kadınlar için dünyanın geleceği birlikte hareket etmelerine bağlı; kadınlar birbirini düşman gibi görmeyip birlikte mücadele etmeli.

Oyun Simone Veil’e ithaf edilen bir şarkı ile son bulurken son sahne bizi pek çok kavram üzerine yeniden düşünmeye çağırıyor. Kadın ve erkek eşittir ve eşitlik aynılaşmak anlamına gelmiyor. Kadın ve erkek eşitlik içinde birbirlerini tamamlamalılar. Bugün bazı erkekler kadın haklarına karşı yasalar çıkarırken bazıları da hak mücadelesinde kadınların yanında yer alıyor. Feminizm erkeklerin de meselesi olmalı.

Peki şimdi ne yapmalıyız? Geriye mi gideceğiz yoksa geçmişe bakıp bugüne dersler mi çıkaracağız? Bu oyun bize geçmişten bugüne bazı hatırlatmalar yapıyor. Nereden nereye geldiğimiz üzerine düşünmeye ve geleceği kurmak için örgütlü feminizme sahip çıkmaya çağırıyor.

[1] Fransa’da kadın haklarıyla ilgili önemli dönüm noktaları ve oyunun ithaf edildiği Simone Veil hakkında bilgiler oyunun eğitim dosyasında detaylı bir şekilde yer almaktadır. Dosyanın Fransızca versiyonuna bu link üzerinden ulaşabilirsiniz: Et pendant ce temps Simone veille ! – Dossier Pédagogique (calameo.com)

[2] Bu konuyla ilgili detaylı bilgi için: 5 Nisan 1971: Fransa’da “343 Kaltak”tan Manifesto “Ben kürtaj yaptırdım”; Filiz Karakuş; Çatlak Zemin. 5 Nisan 1971: Fransa’da “343 Kaltak”tan Manifesto “Ben kürtaj yaptırdım” – Çatlak Zemin (catlakzemin.com)

[3] Fransa’da Kürtaj Hakkı ve Simone Veil; Fransız Gastesi; Fransa’da Kürtaj Hakkı ve Simone Veil – Fransız Gastesi (fransizgastesi.com)

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Esra Aşan

Yanıtla