Ayşegül Yalçıner: “Ablamın Yaşadıklarını Frida Oyunu Üzerinden Göstermek İstedim”

Pinterest LinkedIn Tumblr +

[Nilüfer Türkoğlu’nun Ajandakolik‘te yayımlanan ve Ayşegül Yalçıner ile yaptığı söyleşinin bir kısmını okurlarımızla paylaşıyoruz.]

Bundan yaklaşık dört yıl önce buluşmuşuz ilk kez. Bağımsız tiyatroların ayakta kalabilme mücadelesinden pandemi sürecine ve o dönem oynadıkları “Mor” isimli oyundan; oyunun konusundan yola çıkarak kadına şiddetten konuşmuşuz. Kadıköy Halk Tiyatrosu’nun kurucularından başarılı oyuncu Ayşegül Yalçıner ile yine yollarımız kesişti. Şimdilerde “Frida” oyunuyla sahnede olan Yalçıner ile tarihin önemli kadın figürlerinden ressam Frida Kahlo’dan tiyatronun hallerine yine bi’ dolu şeyi masamıza koyduk.

Seni sahnede güçlü kadın portreleriyle görmeye alıştık! Nazım Hikmet’in annesi Celile ile yıllardır sahnede büyük alkış alıyorsun. Oraya da geleceğim ama şimdilerde bir de dünya tarihinin en önemli kadın karakterlerinden ressam Frida Kahlo olarak sahnedesin. Eşin Ali Yalçıner’in yazıp yönettiği “Frida”dan biraz bahsedelim istiyorum önce. Biraz anlatır mısın?

Frida Kahlo çok uzun zamandır gerçekleştirmek istediğimiz bir projeydi. Evet Frida çok güçlü bir kadın ve ben (özellikle kadın seyirciye) bu ülkede, bu zamanda güçlü olmak gerektiği düşüncesinin altını çizmek istiyorum. Ama Frida Kahlo’nun hayatını sahneye taşımak istememin başka özel sebepleri de var. Konservatuvarı kazandığım sene ablam çok büyük bir trafik kazası geçirmişti. Araçta yanındaki arkadaşı ablamın öldüğünü zannedip olay yerinden kaçmıştı. Ablamın aylarca kaldığı yoğun bakım, geçirdiği onlarca ameliyat ve paramparça olan bir yaşamının koca bir aileyi nasıl etkilediğini Frida üzerinden göstermek istiyordum yıllardır. Anlatmak istediğime az çok yaklaşabildiysek ne mutlu. Kısacası Celile’den çok daha önce düşünüp, araştırıp, tartıştığımız bir projeydi. Ama her şey kendi vaktini bekler ya; Frida’yı çıkarmamız için doğru zaman buymuş diye düşünüyorum. Ablamın geçirdiği kaza üzerinden 18 sene geçti, 50’den fazla ameliyat geçirdi, yürümesi hatta yaşaması bile imkansız diyordu doktorlar ama o hayata tutunmayı tercih etti, tıpkı Frida gibi.

“BİZİM OYUNDAKİ FRIDA’YI SAVAŞÇI OLARAK TANIMLAYABİLİRİM”

Çok geçmiş olsun! Umarım şimdi çok daha iyidir ablan! Frida da hem fiziksel hem de ruhsal olarak çok acılar çekmiş bir kadın. Bunca acıya rağmen acıdan beslenerek sanatıyla var oluyor ve çok büyük izler bırakıyor. Oyunda Frida’yı hangi duygularla ele alıyorsun?

Bence her türlü acı besliyor sanat üreten insanları. “Acıyı bal eyledik” (Hasan Hüseyin Korkmazgil) sözü var ya; onun gibi aslında. Acı başka kapılar açıyor insanın içinde ve o kapılardan geçtikçe kendi derinliğine iniyor insan, kendini ve dış dünyayı keşfettikçe de ürettiği sanat eserleri daha değerli oluyor. Frida’yı o dönemde çağının ötesinde resimler yapmaya iten de bu bence. Kendisiyle çok fazla vakit geçiriyor, kendisini, insanları, hayatı ve dış dünyayı algılama biçimi değişiyor. Defalarca yaptırdığı ameliyatları, deforme olmuş vücudu, sevdiği adamlar tarafından kırılan kalbi ve her şeye rağmen ölüme direnen küçücük bedeni… Savaşçı olarak tanımlayabilirim bizim oyundaki Frida’yı. Bol şarkılı, bol danslı, seyirciyi sıkmayan, bunaltmayan, Frida’nın eğlenceli ve çapkın yanını da ortaya çıkaran bir iş yapmak istedik.

Çok fazla yazılıp çizilen üzerine filmler, oyunlar yapılan bir kadın, Frida Kahlo. Metne hazırlanırken Frida’ya çalışırken sen nasıl bir yol izlediniz? 13 kilo verdiğini öğrenmiştik mesela…

Frida’nın yaşamı çok biliniyor ve bu durum onun hayatını sahneye taşımak istememiz açısından riskli. Bir de Türkiye’de yaşadığımız gerçeğini ele alırsak… Bilgisi olmasa bile herkesin her konuyla ilgili fikri var. Biz her türlü eleştiriye açık olarak daha önce yapılanlardan farklı bir anlatım biçimini seçtik. Celile’de olduğu gibi yine sinematografik bir reji, bolca zaman atlaması, efektle, ışıkla ve müzikle sahne geçişleri… Kadıköy Halk Tiyatrosu olarak tekdüze giden tarihsel bir sıralama, didaktik, sıkıcı anlatımı sevmiyoruz. Beraber iş yaptıkça, yeni oyunlar ürettikçe kendi dilimiz, anlatım biçimimiz, üslubumuz oturuyor sanırım. Aslında çok kilolu değildim oyun öncesi. Frida ortalamadan zayıf bir kadın ve ince bacağıyla dalga geçiyor arkadaşları. Bu gerçekliğe uyması için normalden daha ince olmam gerektiğini düşündüm ve bilinçli bir şekilde 13 kilo verdim. Prömiyer öncesi virütik bir rahatsızlık yaşadım. 40 derece ateşle sahneye çıktım. Ertesi gün doktora gittiğimde yanlış ilaç tedavisi uygulanmış. Ardından kan zehirlenmesi ve septik şok yaşadım, bir hafta da hastanede yattım bu süreçte. Meğer yaşadığım bu durum %60 ölümle sonuçlanan ciddi bir hastalıkmış. Frida’yı daha iyi anlamam için hastanede yattığımı söyleyen arkadaşlarım oldu. Tabii ki role hazırlanmak için o karakterin yaşadıklarını yaşamamıza gerek yok. Role hazırlık dediğimiz, karakteri iyi tanımakla, onun ne söylediği ya da ne gizlediğini anlamak ile ilgili bir süreç. Kilo verme ve saçımı siyaha boyatma sebebim fiziksel kişilendirmeyi sağlamak, role yakınlık kurmak ve seyircinin evet Frida’yı izliyoruz diye düşünmesini gerçekleştirmek. Yoksa hepimiz bir şekilde tanıyoruz Frida’yı. Bir karakteri çalışırken oyuncu olarak rehberimiz, oyun metni. Teksti iyi okuyup, yazılanı anlamakla ve oyuna kafa yormakla başlıyor yolculuk. Yaşamış bir karakteri canlandırıyorsak, tarihi araştırma yapmak gerek. Elbette rejisörün ne istediği, nasıl bir anlatım biçimi seçtiği mühim mesele.

Devamı için tıklayınız.

Paylaş.

Yanıtla