[Kadir Cesur’un Gazete Duvar’da yayımlanan söyleşisinin bir kısmını okurlarımızla paylaşıyoruz.]
Kürt ve Endonezyalı multidisipliner sanatçı Melisa Diktaş, solo dans performansıyla Van’da sahne aldı: “Ya konuşmak ve var olmak tehlikeliyse? Bu duygu bedene nasıl yansır?”
Urartu Kralı Menua, eşi Tarira’ya aşkının bir hediyesi olarak Van Gölü kıyısında meyve bağları kurdurur. Bu bağları sulamak içinse Menua (Şamran) Kanalı’nı inşa ettirir. Yaklaşık 2 bin 700 yıl önce bu bağların olduğu yerde, bölgenin en büyük gastronomi, kültür ve sanat merkezi kuruldu. Birçok konser, panel, sergi, atölye, dans ve tiyatro gösterilerine ev sahipliği yapan bu mekan, ismini de ‘Tarira’dan alıyor.
Tarira, geçtiğimiz hafta da özel bir gösteriye ev sahipliği yaptı. Hollanda’dan Van’a gelen Kürt ve Endonezyalı, multidisipliner sanatçı Melisa Diktaş, burada bir solo dans performansı sergiledi: ‘The Untamable Creature in a Flowered Dress’ (Çiçekli Elbiseli Evcilleştirilememiş Yaratık)
Bu özel dans gösterisini izleyenler arasındaydık. Dekor olarak kullanılan üç farklı çiçekli elbise, yerde duran davul ve tokmağı, gösteride kullanılan müzikler ve Melisa Diktaş’ın performansındaki her hareketi çok tanıdık geliyordu: Diktaş, bu performansında Kürt kadınını ve onun acısını anlatıyordu…
Gösterinin sonunda, sandalyesine oturan Diktaş’la bir söyleşi başladı. İzleyiciler, Kürtçe, Türkçe ve İngilizce sorular sordu. Kürtçe ve Türkçe bilmeyen Diktaş, tercümanından destek alarak tüm soruları yanıtladı. Bu kısa söyleşinin ardından bu kez de bizim Diktaş’la söyleşimize başladık. Yazılı olarak ilettiğimiz sorulara, yine yazılı olarak cevaplarımızı aldık.
‘BEN ASİMİLE OLMUŞ BİR AİLEDEN GELİYORUM’
Bize yaşam hikayenizi anlatır mısınız? Mesela, Kürt-Endonezya-Hollanda bağlantısı nasıl oluştu?
Babam Sivas’ın Zara ilçesinde doğan Alevi bir Kürt. Annem ise Endonezyalı bir ailenin kızı olarak Hollanda’da doğup büyümüş. Babam 7 yaşındayken Hollanda’ya taşınmış ve annemle Hollanda’da tanışmışlar. Ben de orada doğmuşum.
Kürt Alevi bir baba ve Endonezyalı bir anne tarafından büyütülmek, kültür açısından zengin ama bazen de bunaltıcı hissettiriyor. Çünkü hem bu kültürlerin içindeyim hem de onlardan gelen bilgileri taşımam gerekiyor. Babam bazı Kürt folklorik dansları yapsa da ben asimile olmuş bir aileden geliyorum. Biz Kürt olarak yetiştirilmedik. Bu, hakkında açıkça konuşmadığımız bir şeydi.
‘VAR OLMAK YASAKSA BU DANSLARA NASIL YANSIYOR?’
Kendinizi Kürt kültürü ile nasıl ilişkilendirdiniz? Araştırmalarınızı nasıl yaptınız?
Gazeteci Frederike Geerdink’in Kürtlerle ilgili bir kitabını okuduğumdan beri kendimi kitaptaki insanlarla ve kültürle ilişkilendirebildim. Bu beni Kürt olmaya daha da yaklaştırdı ve araştırmam bu noktada başladı. Ailemle Kürt olmamız ve daha ötesi hakkında bitmek bilmeyen bir söyleşiye başladım. O andan itibaren bende ve çevremde asimilasyon bilinci oluşmaya başladı. Böylece bu konuda bir şeyler yapabilir ve buna karşı mücadele edebilirdik.
Bir dansçı olarak Kürt dansları hakkında da araştırma yaptım ve Kürtlerin durumlarının danslarına da yansıdığını öğrendim. Kürtlerin asimilasyonunu danslardaki hareketlerinde de görüyorsunuz. Dansların Kürt kültürünün en önemli unsurlarından biri olduğunu öğrendim. Bu yüzden sadece yüzeyde değil, daha derin katmanlarda da araştırma yaptım. Örneğin şu soru: ‘Var olmak yasaksa, bu danslara nasıl yansıyor?’ Kürt dansları bu baskı nedeniyle diğerlerine kıyasla farklı görünüyor ve farklı hissediyor. Ben de bu temalar ve deyimler üzerine çalışmaya başladım.
‘KÜRTÇE YAŞAMAYA BAŞLADIM’
Bu gösteriyi yapmanızın sebebi ne?
Ben, Kürt kültürünün diğer kültürler tarafından görülmesi ve böylece benim kuşağımdan sonra da yaşamaya devam etmesini istedim. Bu hareket niteliklerini, hareket dilimle birleştirmek bana dansçı, koreograf ve kişisel yaşamımda yeni bir hayat verdi. ‘Kürtçe’ yaşamaya başladım. Bu, Endonezyalı ve Alevi olmakla karşılaştırıldığında farklı bir durum. Çünkü ben Endonezyalı ve Alevi bir kadın olarak yetiştirildim daha net bir şekilde.
Söyleşinin devamı için tıklayın: Gazete Duvar