Sacit Hadi Akdede
Giriş
Bu serinin daha önceki iki yazısında bazı iktisadi kavramlara yer vermiştik. Serinin bir önceki yazısında (ikinci yazı) destekleme modeli olarak üç ana modelden bahsetmiştik. Bunlar, belediyenin memur sanatçı çalıştırarak kendisinin bir hizmet üretimi yapması; özel ve bağımsız tiyatrolardan oyun satın alması ve son olarak da belediye tarafından, bazı özel/bağımsız tiyatrolara belli süreliğine kamu tiyatrosu (theatre in residence) statüsü verilmesi gibi modellerden bahsedilmişti. Ayrıca gene geçen yazıda kültür ve sanat gibi hizmetlerin kamu tarafından desteklenmesine karar verildiğinde, bu desteğin yerel yönetimler eliyle verilmesinin ya da bu tür hizmetlerin yerel yönetimler tarafından sağlanmasının iktisadi etkinlik açısından daha uygun olduğu konusunda bazı fikirler ortaya atılmıştı. İktisadi etkinlik tek kriter elbette olamaz; devlet ya da kamu desteğinin başka kriterleri de olabilir. Bazen kriterlerin karşılanıp karşılanmadığını test etmek de sayılarla veya rakamsal verilerle mümkün olmayabilir.
Vergiler gibi kamu kaynağı gerek merkezi yönetim gerekse de yerel yönetimler aracılığı ile, sanatı, özellikle de siyasi mesaj vermeye daha yatkın (tiyatro gibi söze ve yazıya bağlı sanatlar) olan sanatları desteklemek için kullanılınca, mutlaka bazı siyasi tartışmalara konu olur. Hele Türkiye gibi kültürel olarak kutuplaşmış ya da kültürel olarak kavgalı kesimlerin bulunduğu bir ülkede… Eğer böyle bir kültürel kutuplaşma, çatışma mevcutsa, sanatın da politik kutuplaşmalara ya da çatışmalara zemin hazırladığı bazı kesimlerce düşünülüyor ise, bu durumda merkezi yönetimin böyle bir sanatı üretmesi hem iktisaden hem de siyaseten etkin/uygun olmayacaktır. Bu durumda sanata devlet desteği yerel yönetimler aracılığı ile verilmesi daha “uygun” olacaktır. Bu uygunluk konusunu bir önceki yazıda ayrıntılı incelemiştik.
Yazıya veya söze dayanan sanatların siyasi mesaj vermeye yatkınlığı daha fazladır. Bu konuda bu serinin ilk yazısında bazı açıklamalar yapmıştık. Cumhuriyetin ilk yıllarında demokrasinin (Halkın tercihlerinin yönetim katında temsil edilmesinin) görece daha güç olduğu bir durumda birçok alanda olduğu gibi kültür ve sanat alanında da, hem iç hem de dış koşulların “çerçevelemesi” gereği, “yukarıdan” zorlayıcı bir ortamda özellikle, milliyetçiliği/Türkçülüğü, batılılaşmayı ve laikleşmeyi özendiren/besleyen eğitim ve kültür politikaları uygulanmaya başlandı. Bu politikalardan bir kesim (özellikle dindar ve muhafazakâr kesim diyelim) çok rahatsız olmasına karşın sesini uzun süre çıkaramadı. Unutulmamalıdır ki kültür ve sanat eğer arkasında yeterli kuvvette bir ekonomik ve siyasi güç var ise görünür, sürdürülebilir, prestijli olur. Aksi halde Amerikan ya da Avrupa sanatı bu kadar merak edilen, takip edilen, özenilen ve taklit edilen bir sanat ol(a)mazdı. Nobel edebiyat ödüllerinin verildiği dillerin dağılımı bir bakıma emperyalizmin kültür alanındaki yansımasıdır; kültürün arkasındaki siyasi ve iktisadi güç olaylara daha yakından bakılınca daha iyi anlaşılacaktır. Bunun yanında iktisadi ve siyasi güç her zaman kültürel güç de sağlamayabilir ya da hemen sağlayamayabilir. Türkiye’de muhafazakâr kesimin kültürel iktidar olamadıklarına ilişkin söylemlerinin nedeni ya da kaynağı buradadır. Eğer mesele “laik burjuvalarla” “dindar burjuvaların” farklı sanat türlerini desteklemeleri olsaydı sadece, tartışma çok uzamazdı. Mesele hangi tür burjuva olursa olsun, egemen gücün kendi anladığı kültür ve sanatı bütün kamusal hayata hakim kılmaya çalışması, bunun için iktisadi ve siyasi gücü kullanması ile ilgilidir. Konuyu dağıtmadan (kültür alanındaki emperyalizmi başka bir yazıya bırakarak) belediyelerin uygulayabileceği çeşitli destek modellerinin toplum açısından güçlü ve zayıf yönlerine bakalım. Bu incelemeye geçmeden önce yerel yönetimlerin ya da aslında merkezi yönetimin de tiyatro destekleri (gerek kendisi tiyatro hizmeti üreterek gerekse de uygun ortam hazırlama ve mali destek sağlama) aracılığıyla gerçekleştirmek istediği amaçlar nedir sorusunu soralım. Fazla ayrıntıya girmeden sıralamaya çalışalım.
- Sektörde kayıtlı istihdamın özendirilmesi,
- Özel tiyatro salonlarının sanat hayatımıza katkısının artması ve devamlılığı,
- Tiyatro sanatının başta kalkınmada öncelikli bölgeler olmak üzere yurt sathına yayılmasının teşvik edilmesi
- Daha çok Türk oyun yazarlarına ait eserlerin tercih edilerek Türk tiyatrosunun gelişmesine önemli katkılar sağlanması.
Bu dört amaç Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü’nün özel tiyatrolara yardım amaçları olarak ilgili müdürlük tarafından kamuoyuna duyurulmuştur. Bu dört amaç ilgili genel müdürlüğün destekleri bakımından çok uygundur çünkü ilgili genel müdürlük kendisi hizmet üretmemekte sadece mali destek vermektedir. Ama burada bizim durumumuzda yerel yönetimin kendisinin hizmet üretimi varsayılmıştır. Tiyatro hizmetini yerel yönetim niye üretiyor olsun? Bu üretimle yukarıda sayılan dört amaç dışında hangi amaçlar gerçekleştirilmektedir?
- İlgili belediyenin yerleşim yerinde en dezavantajlı kesimlerine, sosyo-ekonomik olarak en düşük seviyede olanlara da tiyatro hizmetini tanıtmak; onları tiyatroya getirmek.
- Tiyatro sanatının sanatsal olarak da gelişmesine yardımcı olmak
- Olabildiğince fazla insana tiyatro hizmeti sunmak. Bu amaç belediyelerin özellikle sevdikleri amaçtır çünkü seyirci aynı zamanda seçmendir.
- Sanatçılar arasında fırsat eşitliği sağlamak, sanatçıları da desteklemek.
Şimdi üç modelin kuvvetli ve zayıf yönlerine geçebiliriz.
Tiyatro faaliyetini belediyenin memur sanatçı çalıştırarak kendisi üretmesi modeli (Şehir Tiyatroları Modeli)
Önce zayıf yönlerine bakalım.
Bu modelde her sezon her oyuncuya rol verilememesi durumu, bazı oyuncuların rolleri beğenmemesi ve o sezon oynamak istememesi ya da bazı rollerde oynamak istememesi önemli bir “toplumsal” maliyettir. Bunun yanında oyuncuların rol almak istemesine karşın, çeşitli nedenlerle veya çeşitli çekişmeler sonucu bazı oyunculara bazı rollerin verilmemesi durumu (Bu sık duyulan bir olumsuzluk durumudur) da negatif dışsallık yarattığı toplumsal maliyetleri arttırır. Burada söz konusu olan sadece belediyenin bütçesinden çıkan doğrudan parasal maliyet söz konusu değildir. Sanatçıların çalışma iş modeli ayrıdır. Sanatçılar için 8-5 mesaisi anlamsızdır. Buna karşın verilen maaşların karşılığı olarak da bir iş üretilmesi gerekir. Bu modelde bir “mekanizma tasarımı” (mechanism design) problemi çıkması, iş ve çalışma barışını bozması, eğer toplumsal güven oluşmazsa, çok muhtemeldir. Bu konuda hem sanatçıların kendi arasında bir güven hem de sanatçıların çalışma koşulları ve ücret dikotomilerinden diğer belediye memurlarının rahatsız olmaması, bir kayırmacılığın olmadığına dair bir inanç veya güven oluşmalıdır. Bu oluşmadığı sürece uzun dönemde çeşitli problemler ortaya çıkacaktır. Belediye ya da ödenekli tiyatrolar bir ensemble tiyatroları değildir.
Tiyatro hizmetinin sürdürülebilirliği konusunda en güvenilir gibi duran bu model, yukarıdaki işaret ettiğimiz sorunlar yüzünden her ne kadar sürdürülebilir olsa da çok etkin olamayabilir. Bu modelde audition (dışardaki oyunculara ilan edilen oyuncu seçmeleri) yapılması anlamsız olacaktır çünkü mevcut sanatçılar belediyeye maaş yükü bindirmekte bunun karşılığında da kendilerinin her sezon çalışması beklenmektedir. Prodüksiyona göre oyuncu seçimi değil kadroya göre oyun seçimi söz konusu olacaktır. Bu sanatsal etkinliği de azaltacaktır çünkü oyunlar yaşanan toplumsal sorunlara, günün önemli sorunlarına, hayata ilişki felsefi kaygılara ve diğer faktörlere bakılarak seçilmelidir eldeki kadroya bakılarak değil. Sanat yönetmenlerinin ve idarecilerin işi bu sistemde çok kolay değildir çünkü her kadrolu memur sanatçıya her dönem bir iş vermek durumundadır. Bu her zaman kolay olmayacaktır. Memur gibi maaş alan sanatçı memur gibi, doğal olarak çalıştırılamayınca, diğer belediye memurları açısından belli bir süre sonra dikkat çekici olacaktır. Ayrıca, sanatçıların dışarda çalışması da çok doğaldır; seslendirme, diziler, TV ve reklam vb. sanatçılar için gelir getirici özendirici iş alanlarıdır. Kurum içi rol dengesizleri bu tür işlerde çalışmayı özendirecektir. Bu durum sanatçılar arasında iş barışını da bozabilecek yapıların oluşmasına neden olabilir. Bugünlerde devlet tiyatroları genel müdürünün bu konularda basına yansıyan demeçleri DT’de bu konularda ciddi sorunlar yaşandığına ilişkin önemli sinyaldir.
Ayrıca belediye yönetimi ile tiyatro yönetimi arasında, özellikle belediye başkaları değiştiği zaman ciddi sorunlar çıkmaktadır. Yakın geçmişte İzmir’de, Bursa Nilüfer’de ve Tarsus’ta üstelik değişen belediye başkanları da aynı siyasi partiden olmasına karşın ciddi sorunlar yaşanmıştır/yaşanmaktadır ve belki ileride de yaşanacaktır. Bu tür sorunlar “toplumsal güveni” zedeleyen sorunlardır, iş barışını ve dolayısıyla sanatsal etkinliği ve kaliteyi olumsuz etkiler.
Bu modelin en büyük avantajı ya da kuvvetli yönü belediye kaynakları var olduğu sürece sürdürülebilir olmasıdır. Aksayan yanları olmasına karşın, bu modelde sürdürülebilirlik tehlikeye düşmez. Bu modelde idarecilerin/sanat yönetmenlerinin vizyonu ve belediye yönetimiyle aralarındaki ilişkinin niteliği çok belirleyicidir çünkü memur sanatçıları en uygun şekilde çalıştırmak için çeşitli yöntemler bulmak zorundadırlar.
Özel ve bağımsız tiyatrolardan oyun satın alma modeli
Bu modelde belediye kendisi tiyatro hizmeti üretmez. Dışarda var olan yüzlerce tiyatrodan oyunlarını temsil etmeleri için hizmet satın alır. Aslında bu model, kamu sektörünün özel sektörden hizmet satın almasına en çok benzeyen modeldir. Türkiye’de mevcut durumda 450 civarında profesyonel özel ya da bağımsız tiyatro vardır. Bu sayı hiç de azımsanmayacak bir sayıdır. Tiyatro sektöründe iktisadi anlamda az kaynakla çok iş (sanatsal yaratıcılık) yapmaya çalışan bu tiyatroların belediye kaynakları tarafından hizmet alınarak desteklenmesi yukarıda sayılan bazı amaçların yerine gelmesinde belki de ödenekli tiyatrolardan daha başarılı sonuçlar verecektir. Bu tiyatrolar genellikle arkadaş gruplarının, dünya görüşü olarak birbirine yakın insanların kurduğu tiyatrolardır. Bu bakımdan ensemble yapısına ödenekli tiyatrolardan çok daha yakındırlar. Ankara Sanat Tiyatrosu (AST) en çabuk akla gelen grup olabilir ama AST’ın dışında birçok grup birbiri ile arkadaş olan, aynı ya da benzer dünya görüşünde olan “sanat yoldaşlığı” yapabilecek insanların kurduğu gruplardır. Bu tür gruplar çeşitli vakıf, dernek, sendikalar aracılığı ile de kurulur ve dayanışma içindedirler. Eğer bunu yapabilirlerse kamusal tiyatro örneğini en iyi hayata geçirebilecek gruplardır. Devlet tiyatrosu ile kamusal tiyatro kavramlarının ayrımını ve felsefi tartışmasını başka bir yazıya bırakarak, bu grupların aslında çeşitli kesimlerin kendi kaynakları ile tiyatro gruplarını hayata geçirmeye çalıştıklarını risk aldıklarını, grup dayanışmasına, bireysel özveriye ve çabaya dayandıklarını ve dolayısıyla sendika, dernek, vakıf, vb. kaynaklara (gerek mali gerek oyunlara giderek seyirci sayısının artması anlamında) ihtiyaç duyduklarını vurgulamak gerekir. Bu tür gruplarda sahneye konacak oyuna uygun dışardan yeni oyuncular audition yoluyla bulmak daha kolaydır. Bu açılardan bakınca bu gruplar ödenekli tiyatrolara göre daha küçük (daha az sanatçılı), genellikle düzenli temsil ve prova yapabilecekleri bir salonu olmayan bu bakımdan da daha az dekorlu, oyunculu oyunlar sahneye koymaya zorlanan gruplardır. Bu gruplara düzenli prova alanı sağlanması, onların oyunlarının belediyeler tarafından satın alınıp belediye tiyatrolarında temsil edilmesi çok önemlidir. Belediyeler bir sanat yönetmeni/sanat danışmanı etrafında oluşturan danışma kurulunun kılavuzluğunda dışardaki tiyatro gruplarından oyun satın alınmasını bir yasayla garantiye alırlarsa bu faaliyet de sürdürülebilir olur.
Bu modelin en büyük dezavantajı sanatsal kalitenin çok yüksek olmamasıdır. Kalitenin sürdürülebilirliği tehlikededir çünkü bu gruplar prova alanı, yeterli büyüklükte sahne, müzik dekor, kostüm, tanıtım, reklam, oyuncu maliyetlerini karşılayacak yeterli iktisadi kaynağa sahip değildirler. Bunun yanında bu gruplara destekler sürekli olursa bir kısmı sürekliliğe kavuşup, kaliteyi de yükseltecektir.
Bazı özel/bağımsız tiyatrolara kamusal tiyatro (theatre in residence) statüsü verilmesi modeli
Bir önceki bölümde anlatılan tiyatro gruplarının bir kısmının kendi salonları vardır ve belli bir zamandır tiyatro faaliyeti yapmakta, halkın tiyatro alanında aklına veya gönlüne girmiş durumdadırlar. Burada tiyatro grubu ismi vermek adlarını unutabileceğim tiyatrolara haksızlık olacağından dolayı uygun olmaz, ama hem Ankara’da hem de İstanbul’da bu konumda olan, kendi salonu (Kira olabilir çünkü DT’nin sahnelerinin çoğu da kiradır) ve sahnesi olan, uzun zamandır tiyatro hizmeti üreten ve sürekliliği sağlamış tiyatrolar vardır. Bunların bir kısmının hukuki statüsü şirket olsa da bu gruplar genellikle birbirilerini tanıyan, ortaklıkları olan, dünya görüşleri benzer olan sanatçılar ya da çalışanlar tarafından kurulmuşlardır. Bu gruplar ödenekli tiyatro grupları ile karşılaştırılınca grup içi çalışma barışının daha çok olduğu, ensemble türü yapılara daha çok benzediği gruplardır. Aralarına oyuncu katılımı bakımından daha esnek ve hızlıdırlar. Kadroya göre oyun değil, oyuna göre kadro oluşturabilmek konusunda daha esnektirler. Bu tiyatrolar, dernek, vakıf, sendikalar, vb yapılarla da desteklenebilir, kurulabilirler. Bu bakımdan kamusal alanın yaratılmasına daha yatkın ya da uygundurlar. Belirli kriterler çerçevesinde, ayrıntıları belediyenin sanat danışmanları tarafından belirlenecek bir yapıyla bu tür tiyatro gruplarının bazılarına, örneğin üç yıllığına, kamusal tiyatro/kamu tiyatrosu statüsü verilebilir. Tiyatro grubunun kendi sanat yönetmeni ya da yönetim kurulu sanatçıların seçimini, onların yevmiyelerini kendileri belirler. Sanatçılar devlet memuru değildir, istedikleri ikinci işte belediyeden ya da tiyatro grubundan izin almadan eğer vakitleri varsa çalışabilirler. Belediye bu işe karışmaz. Belediye tiyatro grubunun bazı sabit maliyetlerinin, elektrik, ısınma ve su gibi, belli bir oranını karşılar. Tiyatro grubu fiyatı belirlerken şehirdeki ödenekli tiyatronun bilet fiyatını baz alır. Bunun yanında ödenekli tiyatroların sübvansiyon oranı kadar koltuk başına sübvansiyon verir. Bu tür ayrıntılar burada örnek olsun diye verilmiştir. Daha farklı sübvansiyon modelleri bulmak zor değildir. Modelin anlaşılması açısından bu örnekler verilmiştir.
Bu modelin avantajları dezavantajlarından fazla görünmektedir. Avantajları belediye bu modelde kültürel çeşitliliği sağlayabilir çünkü farklı türde oyunlar sergileyen gruplara destek verir ya da farklı oyunlar sergilemelerini özendirir. Ensemble türü tiyatroyu, repertuar tiyatrosu yapısını özendirir. Çeşitli grupları, onların da bir gün kamu tiyatrosu olma ihtimalinden dolayı, salonlu tiyatro olmaya özendirir; vakıf, dernek, sendika türü yapıların tiyatro kurmalarını özendirmesine vesile olabilir. Hukuki sistemi zorlayarak kâr amacı gütmeyen firma/organizasyon yapısının ilk nüvesini oluşturur; tiyatro grubunu bir yönetim kurulu ile oluşturmaya, riski bir kişiye değil, birçok kişiye dağıtmaya teşvik eder ve kamusal kaynak talebinin altyapısını oluşturmuş olur.
Bu modelin en büyük dezavantajı, eğer grup mali sıkıntı içine girerse, sürdürülebilirlik tehlikeye girebilir. Ayrıca, salonu olan bu grupların sahneleri çok büyük değildir. Çok büyük prodüksiyonlar, müzikaller, ülkeye prestij sağlayacak büyük festival oyunları bu grupların sahnelerinde üretilemeyebilir. Bu durum belediyenin tiyatro hizmetini planlarken göz önünde tutması gereken noktalardan biridir.
Sonuç
Bu yazıda bazı rakamlar da verip, bazı simülasyonlarla üç modeli karşılaştıracaktım; ama olmadı. Yer kalmadı veya ben simülasyon için yeterince veriyi henüz bir araya getiremedim. Belki bir sonraki yazıya…
Kasım 20, 2024.
Narlıdere, İzmir.