Cüneyt Uzunlar
hayata bakışımızı, şahsiyetimizi, kimliğimizi belirginleştiren, yapan nedir. giyim kuşam mı? belki biraz… verdiğimiz pozlar mı? biraz onlar da olabilir evet… üslubumuz, konuşma biçimimiz mi? o da biraz olabilir… yaşadığımız muhit, ev; kullandığımız araba, aksesuarlar mı? kısmen evet… ama asıl ne! eylem (act).
eylem derken “elini kaldırdı.”, “kafasını çevirdi” gibisine bağsız, bağlamsız hareketler, kıpırdanmalar değil. eylemler, kendilerinden hikâye üretilebilen anlamlı hareket örüntüleridir. eylemin konuşma ve yazı diliyle ifadesi gerçekten zor, hatta çoğunlukla imkânsız. ayrıca kanaatler, intibâlar düşlemeler, düşünmeler, hissedişler, duygulanışlar, soyut tasarım süreçleri, kuvveler falan hepsi eyleme dahil. onlar olmadan eylem asla gerçekleşemiyor… bir de politik eylem diye bişiy var ayrıca. nasıl anlatmalı. politik eylem, çok hızlı bir şekilde bir örüntü dolayısıyla hikâye oluşturduğu, verili hikâyeyi belirgin, kat’i, apaçık biçimde değiştirdiği ve/veya dönüştürdüğü için eylemler arasında en tesirli olanı. aslında toplumsal hayat yaşayan fertlerin politik olmayan herhangi bir eyleminden söz etmek, zaten, pek mümkün görünmüyor. burada politik eylemden kasıt, verili olanı değiştirme ve/veya dönüştürme gücü taşımak. iddiası değil. dikkat!!! güç taşımak! bu güç, öncelikle failin kendinde bir değişime yol açıyor. ne yapalım bu dünya, böyle gelmiş böyle gider, ben de yaşayıp ölecem zaten gibi kanaatler silikleşiyor, silinip gidiyor. kişisel başarı (ikbâl), bir baltaya sap olmak gibi verili fikirler çöp oluyor. kabulün ve rızanın yerini ret ve itiraz alıyor. devletin tanımladığı politik eylemlerle sınırlı tutmayalım bunu. özel bir bakış açısı geliştirmek, şeyleri başka türlü görmek, ilişkileri yeniden tarif etmek, kurgulamak ve yaşamak da tam anlamıyla politik eylemlerdir. hatta devlet tarafından en istenmeyen politik eylemlerdir. çünkü bireylerin bedenleri ve ilişkileri üzerinde hakimiyet kurmak isteyen devletin böylesi örüntülere erişimi sınırlıdır. metroda çocuklara yer veren ak sakallı adam kuşkusuz verili örüntüyü yani hikâyeyi değiştiriyordur. sokakta kasıtlı olarak kendini silikleştiren, evde politik bir tercihle işbölümünü reddeden, üslûbunu zarifleştiren erkek hikâyeyi değiştiriyordur.
misal, gene iş bölümünü reddeden, tiyatroyu binasıyla özdeşleştirmeyen oyuncu, tiyatronun ekonomipolitiğini değiştiriyordur. buna karşılık angaje, devrimci tiyatro yapan, topluma mühim mesajlar veren; ancak verili üretim, sunum, dolaşım biçimleriyle işleyen bir tiyatro, gerçekten bir değişim ve/ya dönüşüm yaratabilir mi?
not: tiyatro herhangi bir organizasyon, bir örgütlenme tarzı olarak da okunabilir.