Zehra İpşiroğlu
Bilinçlenme
Bundan birkaç yıl önce tiyatrocu Ozan Güven’in yakın arkadaşı Deniz Bulutlu’ya şiddet uygulaması haberi çıktığında Sanatçıların Dokunulmazlığı mı Var ? yazımı kaleme almıştım. Bu yazıyı yeniden paylaşıyorum. O dönemde tepkiler çok azdı ve suskunluk ağırlıktaydı. Birkaç senaryo yazarı dışında kimse sesini çıkartmaya cesaret edememişti. Dahası o dönemde benim karşı duruşuma olumsuz tepkiler de gelmişti. Bugün ise çok şey değişti, insanlar artık bu tür konulara kayıtsız kalamıyorlar. Aradan geçen süre içinde Ozan Güven kasten yaralama suçundan on üç yılla yargılandı, sonuçta da sadece iki yıl hapis cezası aldı. Bugünlerde ise Müjdat Gezen’in sahnelediği Yedi Kocalı Hürmüz oyununda oynayacağı açıklandı. Üstelik de oyunun feminist bir yaklaşımla sahnelendiği iddia ediliyordu. Herhalde Ozan Güven olayını çoktan unuttuğumuz sanılıyordu ki böyle bir reklamdan bile çekinilmemişti. Ama evdeki pazar çarşıya uymadı. Ve hızla büyüyen bir tepki dalgası başladı. Bu tepkilerin sonucunda Ozan Güven bu oyunda rol almaktan vazgeçmek zorunda kaldı. Aynı sürede çeşitli sanat dallarından başka sanatçıları da mercek altına alan yoğun bir ifşa dalgası başladı ki bunu bizdeki kadınlar arası dayanışmaya tarihsel bir örnek olarak görebiliriz. Bu olay bütün dünyada olduğu gibi bizde de nasıl bir karşı koyuşun geliştiğini gösteriyor.
İfşa edeceğiz
Efsaneleştirdiğimiz sanatçıların tek tek ifşa edilmesi birçok ülkede çoktan başlamış bile olsa bizde çok yeni bir gelişim. Batı toplumlarında sadece yaşayanların değil yaşamayanların da suçlarının mercek altına alındığını görüyoruz. Me Too hareketiyle birlikte sadece kadına karşı cinsel şiddet değil, çocuk tacizi de gündeme geliyor. Bu bağlamda Woody Allen’dan Roman Polanski’ye, eskilerden Maximilian Shell’e kadar yönetmenliklerine ve oyunculuklarına hayranlık duyduğum o kadar çok sanatçı ifşa oldu ki. Böyle baktığımızda bizim kilerimizdeki pislik de dağ boyu olmalı. Kileri temizleme, havalandırma ve toplama zamanı geldi artık.
Maximilian Schell
Roman Polanski

Woody Allen
Kadına ve çocuğa karşı taciz olayları sanat alanında söz gelimi yerli dizilerde, filmlerde çoğunlukla ya sansasyon malzemesi oluşturuyor ya da hiç ele alınmıyor. Kadına karşı şiddete yavaş yavaş tiyatro ya da dizilerde yer veriliyorsa da çocuğa karşı şiddet çok kolay tabulaştırılıyor. Kısa bir süredir okuma tiyatrosu olarak sahnelenen şimdi de filmleştirilecek olan Hatırlayamadıklarımız romanımda çocuğa karşı cinsel şiddet ve taciz konusunun izini sürüyorum. Romanın baş kişilerinden biri insanların yere göğe koyamadığı efsane şair Can’dır. Çocukları taciz etmeyi doğal hakkı olarak gören Can, çocukların sadece çocukluğunu değil yaşamlarını da çalar. En korkuncu da olayın failin işlediği suçla bitmemesidir. Failin aile adına, namus adına, din adına desteklendiği ataerkil ve cinsiyetçi zihniyet ve bu zihniyetin temelini oluşturan toplumsal yapılanma sorunun özünü oluşturuyor. Bu yapılanma değişmediği sürece nice Can olayı yaşanacaktır.
Kurmaca dünyadan gerçeğe
Şimdi beş yıl önceye dönüp Ozan Güven olayını izleyelim:
Nitelikli bir dizi olan Fi Çi dizisinde ünlü ve narsist bir medya patronu yükselme hırsı içinde olan dansçı bir kadının önceleri aşırı yardımseverlikle, sonra dostça, sonra talepkâr, sonra sevecen, sonra aşık bir tavırla yaşamına girer. Böylece kadın neye uğradığını bile anlamadan onun ağına düşer. Kadını sahiplenme giderek psikolojik en sonunda da fiziksel bir şiddete dönüşür. Dizinin sonunda kadın binbir güçlükle kaçarak canını kurtarır.
Bu dizideki medya patronu bir psikopat mı yoksa sadece güç ve erk sahibi sayısız erkekten biri mi? Ozan Güven olağanüstü bir oyunculukla medya patronunun iç dünyasındaki çatışmaları canlandırırken ona hem acırız hem de onun gibi insanların kendilerini var edemeyecekleri bir dünyanın özlemini hissederiz.
Ama kurmaca dünya medya patronunun zaferiyle sona erer. Finalde hapisten çıkan medya patronunu kitaplarını imzalarken görürüz. Erkek şiddetinin eskisi gibi sürüp gideceğinin bir göstergesidir bu. Şaşırtıcı bir son değil, çünkü gerçek yaşamda da kadına şiddet uygulayanların, dahası katillerin bile çok çabuk kurtuldukları bir ortamda yaşıyoruz, ataerkil zihniyetin kadın erkek çoğu insan tarafından içselleştirildiği ve yasaların işlemediği bir ortamda yaşıyoruz. Böyle bir ortamda güçlü ve ünlü birinin yakayı kolaylıkla sıyırmasından doğal ne olabilir?
Gerçeğin kurmacayı sollaması
Bu diziyi izledikten bir süre sonra oyunculuğuna hayran olduğum Ozan Güven’in bir şiddet olayına karıştığını duyduğumda şaşırarak kurmacanın gerçeğe dönüştüğünü düşündüm. Bir sanatçı, üstelik de duyarlı, yetenekli, iyi bir sanatçı nasıl olur da böyle bir şiddet olayına karışabiliyordu?
Önce birlikte olduğu Deniz Bulutsuz’un mosmor fotoğrafları çıktı sosyal medyada. Deniz B. suç duyurusunda bulundu. Ağır şiddete uğramış ve (tıpkı Fi Çi dizisinde olduğu gibi) zorlukla kaçarak kendini kurtarabilmişti. Kamera kayıtları da bunu kanıtlıyordu.
O günlerde Ozan Güven’in aşırı teatral pozları çıktı (dizilerdeki doğal oyunculuğunun tam tersi); asıl şiddete uğrayanın kendisi olduğunu iddia ediyordu. Arkasından şoförünün onu iyice aklayan bir konuşması yayınlandı.
Ne bu! Bu sefer gerçekten berbat bir senaryosu olan yeni bir dizi mi izliyorduk, yoksa yaşananlar gerçek miydi? Her neyse boyalı basın bulunmaz bir nimet olarak bu öykünün üstüne atladı.
Ama kadının mosmor yüzü gerçeğin ta kendisiydi, bu nedenle de ne yaparsam yapayım, gözümün önünden gitmiyordu. Kadını bu hâle getiren kim?
Tabii ki bu sorunun cevabını ben değil, biz değil mahkeme verecek.
Ama ne olursa olsun şiddet ve sanatı, şiddet ve sanatçıyı bir araya getirmekte zorlanıyorum.

Ozan Güven
Şiddeti onaylamanın binbir yüzü
Tiyatro, dizi ve filmci arkadaşlarımla bu konuyu konuştuğumda kimi bu duruma çok üzülüyor, kimi belki de kadının da Ozan Güven’i kışkırtmış olacağını söylüyor, dahası kimisi de ona böyle berbat bir duruma düştüğü için acıyordu. Ama çoğunluk susmayı tercih ediyor ya da büyük bir iç rahatlığıyla “Bana ne bütün bunlardan?”diyebiliyordu. Tepki gösterenler de vardı tabii ama azınlıkta kalıyordu. İşte beni en çok şaşırtan da belki bu duruş oldu.
Neden susuyoruz?
Bir meslektaşım, arkadaşım, dahası değer verdiğim, sevdiğim biri, dahası bir yakınım, belki de kendi kardeşim ya da oğlum bir kadını böylesine dövse kıyameti koparır, dahası suç duyurusunda bile bulunurdum, eminim bundan. Tepki göstermeme, susma şiddeti onaylama anlamına gelmiyor mu? Bunu hepimiz bilmiyor muyuz? Böyle bir konuda taraf tutmama gibi bir şey olabilir mi hiç?
Peki susmanın nedenleri ne olabilir?
İçselleştirilen otoriterlik. Kim erk sahibi ve güçlüyse ona aşırı hayran olma eğilimi. Bu, erk ve güç sahibi olanla aşırı özdeşleşmeye, onun gibi düşünmeye ve hissetmeye yol açıyor. (Zavallının başına neler gelmiş). Bu öylesine yoğun bir duygu ki mağdur olana değil de faile empati duyuyorsunuz.
İçselleştirilen eril bakış. Eril zihniyeti hiç sorgulamadan içselleştirmiş olmak. Bu da mağdur durumda olanı hemen ötekileştiriyor(Kadın da onu kışkırtmasaydı).
Konformizm. Bu konuda fikir yürüterek göze batmama. Bu şekilde herkesle iyi geçinme. (İşin içyüzünü bilmiyoruz ki). Bunun başka bir adı da normopati hastalığı.
Şiddet, özellikle de aile içi şiddet özel değil politiktir düşüncesinden çok uzak olmak. (Bana ne bütün bunlardan? Bu onun özel yaşamı.)
Ya kendi açığım çıkarsa korkusu. (Ben de bizim karıya geçenlerde bir tane yapıştırmamış mıydım? Ya da: Benim de dayak yediğim ortaya çıkarsa rezil olurum).
Medeni cesaret eksikliği. (Olay tabii ki korkunç da, benim fikir yürütmem mutlaka gerekli mi?)
Ünlülerin efsaneleştirilmesi. Kadına şiddet konusunda ödüller alabilecek olan o kadar çok sanatçımız, şairimiz var ki. (Sanatçı dediğin duygularıyla yaşar, duygularıyla üretir, coşkusunu da sineye çekmeliyiz, öfkesini de).
Belki sizin aklınıza da susmayı destekleyen başka nedenler gelir, paylaşırsanız sevinirim.
Şiddetin her türünün en ağır biçimde cezalandırılması gerekiyor. Öte yandan erkek şiddetinin de temellerine inilmesi, bu şiddetin analiz edilmesi ve çözümlenmesi şart.
Neden şiddet? Bunda yaşadığımız toplumun, ortamın, eğitimin payı ne? Bunda erkek çocuklarına ayrıcalıklı davranan annelerin ve anneleri böyle bir davranışa zorlayan toplumsal beklentilerin payı ne?
Kafamı kurcalayan en önemli soru da: Neden işin içinde ünlü bir oyuncu olunca meslektaşları kıyameti koparmıyorlar? Acaba sanatçıların bu konuda dokunulmazlıkları mı var?
Hayır yok. Kadınların Ozan Güven’in Yedi Kocalı Hürmüz’de oynamasına karşı ısrarlı tepkileri ve sosyal medya paylaşımları ve hızla büyüyen ifşa dalgası dokunulmazlığın artık sona erdiğini gösteriyor. Aynı gün içinde başka tiyatrocu, sinemacı, yazar, fotoğraf sanatçılarını da mercek altına alan bir ifşa dalgasının başlaması da dokunulmazlığa şiddetli bir darbe vuruyor. Bu yeterli mi? Kuşkusuz değil ama çok önemli bir başlangıç.
Bu konuda değerli bir yazı: Binnaz Saktanber, Hakikati Kim Üretir? Kadın ifşaları erkek itibarına karşı, t 24.com.tr 26.8.2025