İstanbul Fringe Festivali’nin kurucularından olan ve festivalin yürütücü direktörlüğünü üstlenen Denizhan Çay ile 19 -27 Eylül tarihleri arasında gerçekleşecek Istanbul Fringe Festivalinin 7. edisyonunu konuştuk. Festival programına buradan ulaşabilirsiniz.
Söyleşi: Banu Açıkdeniz
2019’dan bu yana devam eden Istanbul Fringe Festivali bu yıl 100’ün üzerinde sanatçıyı ağırlıyor, programda 23 gösteri yer alacak, değil mi?
Aslında 25 eser yer alacak, bunlardan ikisi parti şeklinde programda yer alıyor. Bu partiler birer konsept altında kurgulanıp, akış olarak bize sunuldu. Fringe’de biçimsel arayışlara ve denemelere yer açıyoruz. Bu yöndeki bu önerileri de bu sene programa koyduk.
Festival seçkisinde sizin gözünüzden hangi temel kategorilerden bahsedebiliriz. Yabancı ve yerli yapımlar var örneğin, bunun dışında tiyatro, dans, performans gibi kategorilere mi ayırmalı bu seçkiyi? Sen nasıl gruplandırırdın?
Biz festivalin açık çağrısında da belirttiğimiz gibi tiyatro, dans ve performans sanatı disiplinlerinde eser başvurusu kabul ediyoruz. Birbirleri arasında geçişkenlikler barındırmakla birlikte belli disiplinleri kapsamayı sürdürüyoruz, örneğin film başvurusu almıyoruz. Danışma kurulumuz dans, tiyatro ve performans sanatı alanlarındaki işleri değerlendirmeye ehil bir kurul, bu yüzden de bu alanlarda başvuru alıyoruz.
İstanbul Fringe Festivali nasıl başladı?
Avrupa’da özellikle ülkeler arası sanatçı dolaşımı çok fazladır. Ben girişim yönetimi alanında yüksek lisans yaptım, Türkiye’ye döndüğümde o zamanki ev arkadaşım, festivalin sanat direktörü Emre Yıldızlar ile Sarı Sandalye’de oyun üretip oynamaya devam ederken İstanbul’un bu dolaşım hattının dışında kalıyor olmasından muzdariptik. Bu boşluğun farkındaydık ve Avrupa’daki sanatçı arkadaşlarımızla burdaki sahneleri bir araya getirebilsek dedik. Kültür yönetimi mezunu olduğunu bildiğimiz Gizay Akdoğan, kumpanyadan iş yönetimi alanında tecrübelerine güvendiğimiz Emirhan Altunkaya ile bu boşluk etrafında masaya oturduk. İlk olarak böyle başladık. O masa hızla genişledi, alanda fark yaratmak isteyen arkadaşlarımızla festivallerde görev almış, örneğin Prag Fringe’de çalışmış Zeynep Demir’in, kültür politikası alanında araştırma yürüten Zeynep Uğur’un, basın iletişimi alanında tecrübe sahibi Eda Erman’ın eklenmesiyle festivali ele alış şeklimiz oturdu. Festival’de gönüllü olarak ekibe katılanlar şu an sürekli toplantılara gelen ekibin yarısını oluşturuyorlar. 7 sene içinde festival yavaş yavaş bugünkü halini aldı.
Bugün festival kadrosunda kimler var ve nasıl iş bölümleri içinde ve karar alma süreçlerinde yer alıyor bu kişiler, bundan bahsedebilir misin?
Tasarımlarımızdan Kayra Belen Yardımcı, programdaki mekanlardan Irem Kalaycıoğlu, gönüllülerin koordinasyonundan Gül Doğa Selvi, gösterilerin teknik yerleşiminden Can Kılınç sorumlu. Festivali düzenlemeye başladığımız ilk yılda bize gönüllü olarak destek veren kişiler zamanla ekip içerisine dahil oldular. Biz çok küçük bir tetikle başlattık festivali. O sene yani, 2019’da sadece eldeki imkanlarla mümkün olan halini ortaya koyduk. Festivalin ilk yılında gönüllü olarak görev aldıktan sonra ekibe katılarak ilk anda festivalin gönüllü sorumluğunu şimdi de operasyon liderliğini yapan Riyana Tufanova aramıza katıldı. Bu seneye özel olarak, geçen sene festivale gönüllü olarak katılan, bu sene atölyelerden sorumlu olacak Karen Yazel Yivli var. Gönüllü olarak festivalde yer alan kişilerin süreç içinde daha fazla sorumluluk alarak takım içerisine girmesini hedefliyoruz. Bizimle bir süre çalışıp bunu nasıl kotardığımızı görmelerini ve sonrasında bu sorumluluğu alarak devam ettirmelerini öngörüyoruz. Bu anlayış çoğu kültür sanat festivali için geçerli, kendini sadece bilet geliriyle veya alınan ortaklıklarla çevirmek mümkün değil. Bir de gönüllü tarafı var bu işin. Öyle olduğu için de bunun biraz da elden ele aktarılması beraber taşınması hepimiz için daha kolaylaştırıcı oluyor, diğer işlerimizi yürütebilmemiz adına.
Festival kadrosu kaç kişiden oluşuyor?
Sene boyunca tüm toplantılarda bulunan 10 kişiyiz, bu ekibe ek olarak 5 kişi ise festival zamanı buluşmalara gelmeye başlıyor. Tabii ki her sene bir bu kadar daha hatta bizden daha fazla bir gönüllü ekibi ekleniyor.
Performans sanatları alanında okuyan öğrencilerin de ilgisi oluyor mu bu alanda sizinle çalışmaya?
Evet, çok fazla gönüllü başvurusu alıyoruz. Genellikle dediğin gibi disiplinlerden geliyorlar, ama bambaşka alanlardan gelmek isteyenler de oluyor. Onlara da açık kapı bırakıyoruz, çünkü disiplinler arasılık özellikle önemsediğimiz bir şey. Örneğin, ben mühendisim, lisansım mühendislik. Tabii ki sonra alanda eğitim aldım ve kariyerimi 10 senedir bu alanda geliştirmeye devam ediyorum. Ama sonuçta disiplinlerin geçişliliğinden de çok besleniyoruz. Mesela genellikle mimarlıktan da çok başvuru alıyoruz.
Festivalin nasıl desteklendiği ve sürekli kılındığını da konuşalım istersen. 2019’dan bu yana festival altyapısında değişimler oldu mu? Festival kendini tanıttıkça farklı desteklere açılmış olmalı. Ya da Türkiye’deki konjonktürle bazen kapanmalar, regresyonlar da yaşanabiliyor kültür sanat alanında. Bunlardan da etkilenmiş olabilir festival bütçesi. Şu an festival nasıl bir destekle ayakta duruyor ve büyüyor?
Hem Türkiye’nin hem dünyanın demek lazım bence. Bugünkü konjonktürde kültür sanat fonları dünyanın her yerinde kısıtlanıyor ve savaşa ayrılan bütçe her geçen gün artıyor. Biz temelde kültür kurumlarıyla yaptığımız ortaklıklarla devam ediyoruz. Ancak seneden seneye bu ortaklıkların kapasitesi değişiyor. Bu sene geçen seneye kıyasla yarı yarıya bir fon kaybı yaşadık bütçe açısından. Bu da tam biraz önce bahsettiğim, dünyanın kültür sanata ayırdığı fonların kısıtlanmasına denk bir durum. Bunun dışında festivalin bilet gelirleri var. Bu gelirlerin büyük bir kısmı genellikle sanatçılarla paylaşılıyor. Genellikle mekanlardan sponsorluk alıyoruz, bize bilabedel kapılarını açıyorlar. Onun dışında da yine Türkiye’deki kültür kurumlarıyla ortaklıklarımız oluşuyor. Mesela Enka ile daha önce başlayan iki senedir kalıcılaşan bir ortaklığımız var. Enka, festival için performans sponsorluğu yapıyor, bir performansı destekliyor ve kendi mekanlarında da gösterimini yapıyorlar. Bu şekilde Fringe ile beraber çalışmaya devam ediyorlar. Farklı iş modellerini deniyoruz. Bu festivali gerçekleştirmek için sene boyunca çaba sarf eden insanlar harcadıkları zamanın karşılığını ekonomik olarak ne kadar alabilirlerse festival o kadar sürdürülebilir hale geliyor. O yüzden de o sepeti her zaman genişletmeye çalışıyoruz. Ama açık konuşmak gerekirse, o sepet o değerin karşılığını hiç bir zaman tam olarak doldurmuyor tabii ki. Biraz cepten verme durumu oluyor her zaman.
Web sitesini incelediğimizde Aerowaves, Moving Balkans gibi dans festivalleri ve platformları ile de kalıcı işbirlikleri oluşmaya başladığını görüyoruz.
Onlar daha çok açık çağrımızı geniş kitlelere yaymamıza destek olan ortaklıklar. Açık çağrıyı ne kadar geniş bir alana yayabilirsek o seviyede başvuru alıyoruz. Başvurular ne kadar geniş olursa da seçki o kadar iyi oluyor. Seçki iyi olduğunda da gelen seyirci güven duyuyor ve tekrar gelmeye devam ediyor, böylelikle bizim operasyon kabiliyetimiz genişliyor. O nedenle bu tarz ortaklıklar oldukça değerli bizim için, açık çağrıyı daha geniş kitlelere yaymak için.
Programa geçecek olursak, ilk bakışta şu dikkatimi çekti, sanatçı isimlerine değinmeden sadece eser adlarına yer vermişsiniz. Daha evvel de böyleydi galiba değil mi?
Evet.
Bunun özel bir sebebi var mı?
Fringe gelişmekte olan sanatçı festivali. İsim yapmış sanatçılar programda oldu ama hiçbir zaman big name’ler peşinde olmuyoruz. Festivalin yedi yaşında olması ya da daha yolun başında olması ile ilgili bir durum değil bu. Festivalin yapısı böyle. Fringe festivalleri, ana akımın dışında kalan gösterileri, eserleri kapsar. O yüzden de eserin kendisi bizim için daha önceliklidir. Yapanlardan ziyade gösterilerin niteliği bizim için daha önemli bir yerde duruyor.
Bunun genel olarak Fringe festivalleri için ilkesel bir duruş olduğunu söyleyebilir miyiz?
Bu aslında kasıtlı bir politika değil. Bize başvuran bazı ekiplerin ekip ismi dahi olmuyor. Örneğin gelişmekte olan bir sanatçı, ya da iki kişi bir araya gelmiş ve bir gösteri hazırlamış oluyor. Established, yerleşik bir yapı altında çalışmıyorlar. O nedenle de eser ismi daha önde oluyor. Sadece bir eser için bir araya gelmiş bir sanatçı kolektifi olabiliyor mesela.
Karar verirken bu sizin açınızdan işi zorlaştırıyor mu? Başvuran eserin daha evvelden bir yerlerde gösterilmiş olması mı gerekiyor? Ne tür kriterler işliyor bu noktada?
Biz eserlerin videolarını talep ediyoruz ve doğrudan onları izliyoruz. Eserin kendisine bakıyoruz. Bize gelen başvuruda eserin sinopsisinin yanısıra grubun ya da kolektifin daha önce neler yaptığı da yazıyor. Ama ön elemede bakılan şey bizatihi eserin kendisi. Bizim çerçevemizle hiç ilgisi olmayan şeyler de başvurabiliyor. Örneğin halk dansları gibi tam olarak Fringe kapsamında ele alınamayacak, belki sadece mekanla ilişkilendirilebilecek çalışmalar da başvurabiliyor. Ön eleme dediğimiz şey biraz da bu elek. Örneğin İtalya’dan fazlasıyla dil kullanımına dayalı bir eser için başvuru gelebiliyor. Bu tür bir gösterinin buradaki Fringe seyircisine hitap etmeyeceğini bildiğimiz için bir engel koyuyoruz. Festivalin sanat direktörü Emre Yıldızlar ve ben bir ön seçki yapıyoruz. Sonrasında ön elemeden geçmiş olan gösteriler seçici kurula gidiyor. Onlar da kendi listelerini oluşturup bize gönderiyorlar. Danışma kurulu ya seçici kurul dediğimiz kurul her sene insanların yoğunluklarına göre yeniden şekilleniyor. Hem Türkiye’de hem de Türkiye dışında alana hakim, sanatçı, programatör ve kültür yöneticilerinden oluşan bir danışma kurulumuz var. Onu da her sene web sitesinde yayımlıyoruz. Genellikle seneden seneye değişiyor, ama değişmeyen isimler de var. Seçici kurulumuz sosyal medya hesaplarımız ve web sitemizde yer alıyor.
Eminim bu yılın festival programında yer alan her bir eser sizin için farklı farklı sebeplerle özel ve değerlidir ama senin seyircinin dikkatini çekmek istediğin performanslar ya da günler var mı? Ya da bir takım gruplamalar olabilir. Seçkiyi oluştururken belli özellikleriyle öne çıktığını düşündüğünüz birtakım eserler var mı?
Kişisel olacak bu söyleyeceğim. Her sene Fringe’in kısalarını görmekten çok keyif alıyorum. Aslında birbirinden farklı işler olmalarına rağmen belli bir bağlamda bir araya gelmiş olmaları bana sadece bir gösteri izlemek yerine, böyle üç boyutlu bir şey görmek gibi geliyor. Fringe izleyicisinin kısalara bir bakıp yerleri tükenmeden bir bilet yakalamaları gerektiğini düşünüyorum. Bu söylediğim her sene için geçerli bence. Kısalar buradaki ruhu iyi yansıtıyor gibi geliyor bana. Her sene “Fringe Kısalar” adı altında bir bölüm oluyor. Bazen iki ayrı grup bazen tek bir kısalar grubu var. Bu sene hem açılışta olacak hem de Arter’de.
Bu sene Türkiye’den gösterimiz çok fazla, çünkü pek çok ve güzel başvuru aldık. İlk sene, 2019 da Türkiye’den sadece 6 başvuru almıştık. Bu sene bu sayı 60’a ulaştı. Bu bence Fringe için iyi bir metrik. Fringe özellikle buradaki gelişmekte olan sanatçıların sahiplendiği bir yerde gidiyor ve bu çok önemli. Festivali bir yandan da bir destekçi olarak görüyorlar. Çünkü örneğin bir sahneye “no name” bir sanatçı olarak gidip bir program günü koparmak kolay değil. Ama Fringe bir ara geçiş olarak o kapıları açma imkanı sağlıyor. Bence bu iyi bir ortaklık. Öyle olduğu için de başvuru sayısı artıyor, böylece yerli yapımların seçkideki oranı da artıyor. İlk sene Türkiye’den gelen gösteriler seçkinin üçte birini oluşturuyorken bu yıl programın yarısına tekabül ediyorlar. Programda Türkiye’den gelen eserlere bakılmalı bence. Bir Fringe izleyicisi olsam, “Bunlar sene içinde de benim ulaşabileceğim bir yerdeler, o yüzden yurtdışından gelen gösterilere bakayım” diye düşünürdüm. Çok haklılar. Öyle de yapılabilir. Yine de Fringe içindeki gösterilere de sene içindeki gösterimlerine de bakmalarını öneririm.
Dediğim gibi disiplinlerarasılığa alan açmaya çalışıyoruz. Bu sene sanat direktörümüz Emre Yıldızlar’ın Kanada’da izleyip, buraya gelmesi için kişisel çaba sarf ettiği bir gösteri var: “Asses Masses”. Ben sadece videolarını ve Emre çeviri yaparken bazı bölümlerini gördüm. Çünkü Emre oyunun uyarlamasıyla da ilgilendi. Gösteri 8 saat sürüyor ve arada yemek molaları da verilecek şekilde sunuluyor. Bu benim bayağı ilgimi çekiyor, ne olacağını çok merak ediyorum.
Gaming türünde olduğu için sanırım interaksiyon da bekliyoruz bu çalışmadan.
Evet, bütün seyircilerin hep birlikte bilgisayar oyunu gibi konsolla oynanan bir oyunu takip ettikleri, sırayla oynadıkları bir formattan bahsediliyor. Çok ilgi çekici görünüyor. Bakalım nasıl geçecek ben de merak ediyorum. Hiç kolay görünmüyor. İnsanları 8 saat boyunca bir yerde tutmak cesaret gerektirir. Emre de eseri görüp buraya gelmesi için çaba sarf ettiğine göre belli ki bu işi başarıyorlar diye düşünüyorum. O yüzden merakla bekliyorum.
Atölyeler bu sene daha çok dans ağırlıklı ve hep gösterilerle ilişkili. Mesela vals formundan başlayıp valsin daha modern uyarlamalarına giden bir atölye var. “Vals, vals, vals” adında Enka’da oynayacak gösterinin ekibi tarafından düzenlenecek bir atölye. Melsela hem gösteriyi izleyip hem de workshop’ına katılmak bence çok bütünleşik bir deneyim olur. Aynı şekilde örneğin “Last Thing Remaining” diye İsviçre ve Filistin’den katılan dansçıların bir gösterisi var ve bununla bağlantılı bir dabkeh ve Filistin halayı atölyesi var. Buna da birlikte katılınması bence ilgi çekici olur. Hem gösteriye hem de atölyeye katılmak yine bütünleşik bir deneyim yaratır.
Barınhan’da “Rota” diye bir gösteri olacak. Halil İbrahim’in sene içinde work-in progress’lerle pişirdiği gösterinin Barınhan’daki versiyonu diyebiliriz. Türkiye’den katılan gösterileri belki sene içinde izleme şansımız olacak ama bu gösteri Barınhan’da belki de sadece Fringe kapsamında gerçekleşecek. Bu versiyonu görmek ilginç olabilir.
İMÇ’deki gün aslında yine çok geniş. Oraya gelindiği zaman iki tane gösteri izlenebilir olacak. İMÇ Çarşısı son zamanlarda bir kültür alanına dönüşmeye başladı. Bir süredir bu yönde bir ilerleme vardı, Saha (Derneği) da oraya yerleşti, çeşitli atölyeler açıldı… Biz de bu sene festivalin İMÇ’de olacağını bildiğimizden, yavaş yavaş oradaki insanlarla da tanış olduk. Onlar da kapılarını açtılar tabi. İMÇ’nin bu dönüşmüş halini görmeyenler varsa gidip bir bakmalarını öneririm. Çünkü şehrin çok merkezinde olan geniş bir alan. Kültür-sanat alanı olarak da böyle etkinlik kazanınca çok değerli hale geliyor. Biliyorsun boş ve geniş alanlara İstanbul’da yaşayan insanlar olarak hep bir özlem duyuyoruz, o yüzden iyi oluyor bence.
IMÇ dans günlerinde orada bulunma fırsatım oldu. Mekan apayrı bir atmosfer yaratmayı başarıyor. Çocukluğumuzdan bildiğimiz, gördüğümüz ama bugün bambaşka vesilelerle de kullanabildiğimiz bir mekan olarak içinde olmak güzel. Aslında festivalde dediğin gibi Türkiye’li, İstanbullu seyircinin sene içinde de görebileceği çalışmalar var ama bir yandan normal koşullarda içinde gösteri izleme şansı bulamayacağımız mekanlarda gerçekleşiyor olması gösterimleri ayrıca enteresan kılacaktır izleyici için. Barınhan ya da İMÇ gibi mekanların kullanılıyor olması ayrı bir katman oluşturabilir sanırım festivalin alımlanışı için. Başka hangi mekanlar vardı, Alan Kadıköy, Barınhan, Enka, İMÇ, Arter vardı listede değil mi?
Kadıköy Sineması’nı ilk defa mekanlarımız arasına katmayı başardık. Ne zamandır konuşuyorduk ama hiç bu mekana uygun bir gösteri başvurusu gelmiyordu. Bu sene bu salonda “Gay Turist” olacak. Daha önce hiç sinema salonunda gösterim yapılmamıştı. Nadir, kendisi öyle bir şey talep etti. Biz de görüştük. Kadıköy Sineması ile zaten ilk seneden itibaren hep kontak halindeydik ama denk gelmemişti. Böylece Kadıköy Sineması da bu sene mekanlar arasına girmiş oldu.
Mimar Sinan Üniversitesi Bomonti Kampüsü de var mekanlar arasında. Orada da Kız Doğdu III gösterilecekmiş. Çok sevindirici oldu festival programında görmek. Geçen yıl Konservatuarın dans bölümünün sene sonu sergilemelerinde Wuppertal Tanztheater (Pina Bausch Company) eski dansçılarından Malou Airaudo ile birlikte izlemiştik. Eserin temiz ve güçlü akışından çok etkilenmiştik. Aslı Öztürk’ün seneler önce ÇAK’da koreografisini yaptığı bu duo’yu bu kez daha kalabalık bir koreografiyle 4. sınıftaki kadın öğrencilerden izlemek ayrıca keyifliydi. Keşke bir mezuniyet sergilemesi olarak kalmasa da festivallerle dolaşmaya devam etse diye düşünmüştüm.
2019’dan bu yana neler değişti belki biraz da bunu konuşabiliriz.
İlk seneden itibaren hep 100 ün üzerinde bir başvuru sayımız vardı, her sene artarak devam etti. Bu yıl en yüksek sayıya ulaşmış olduk. Bu biraz da gelen sanatçıların festivalden memnun kalması sonucu gerçekleşti. Biz sanatçılar olarak festival düzenleyen organizatörleriz. Öyle olduğu için de gelen sanatçının neye ihtiyacı olduğunu öngörerek tüm süreci organize ediyoruz. O yüzden de gelen her sanatçı festivali bu yönüyle hatırlıyor, iyi bir deneyim geçirdiği için de paylaşıyor. Paylaşılınca onların çevresinden de başvurular almaya başlıyoruz. Başvurular her sene genişliyor 2019’a kıyasla hep büyüdü, hiç küçülme yaşanmadı.
Bir yandan dediğim gibi kültür kurumlarıyla ortaklıklarımızda da değişimler olabiliyor. British Council’le, Hollanda Konsolosluğu’yla, Fransız Konsolosluğu’yla, -seneden seneye gelen sanatçılara göre- Slovenya ve Amerika’yla ortaklıklarımızdan bazıları devam ederken bazılarıyla da daha önce birlikte yaptığımız bir projeyi artık yapamaz hale gelebiliyoruz. Hep ileriye doğru ilerlemiyor, orada da duraklamalar oluyor, yine dünyadaki konjonktürle ilgili olarak.
Bunun dışında 2019’dan bu yana takıma katılan gönüllülerden bahsetmek mümkün. Ekip artık biraz daha geniş. O anlamda şunu hissediyoruz, sene içinde bir etkinlik olduğunda bunun altından da kalkabiliriz. Bunu gerçekleştirebilecek insan gücümüz var gibi bir rahatlığa sahibiz artık.
İlk senelerde festival seçkisinde hep açık çağrıyla gelen gösteriler oluyordu. Geçtiğimiz yıldan itibaren artık bir yerlerde izlediğimiz, “Türkiye’ye gelse ne güzel olur” dediğimiz şeyleri de programa alabiliyoruz. Yani artık programın bir kısmını kürasyonla oluşturmaya başladık.
Festivalin “buluşmalar” kısmından da bahsetmek gerekir. Bu sene yeni açılan Paribu Art’ın komşusu Komünite ile beraber buluşmaları orada toparladık. Normalde farklı farklı yerlerde gerçekleşiyordu. Bu sene bir hub olsun ve orada festivalin katılımcıları, sanatçıları, festivale gelen programatörler ve konuşmacı olarak çağırdığımız insanlar birarada daha uzun zaman geçirsinler, farklı hiyerarşilerde de sohbetler kurulabilsin istedik ve böyle bir buluşma mekanı belirledik. Bu seneki buluşmalarda beklentilerin dile gelmesi ve alana dair son dönemde ortaya çıkan taciz furyasını ve bu konuda alanda neler yapılabileceğini konuşacağımız sohbet alanları yaratılabilmesi gibi kaygılar ile bu sene öyle bir kurulumu tercih ettik. Bir “uzun masa” yapacağız. “Uzun masa” formatı hem seyircinin hem de konuşmacının aynı seviyede söz alıp konuşabileceği bir format. Bu buluşmalar da yine programdan takip edilebiliyor. Aynı şekilde dünyada kültüre ayrılan fonların, payların azalması ile birlikte bu kriz ortamında üretim ne şekilde devam edebiliyor bunu konuşacağımız daha enternasyonal bir buluşma da yapacağız. Benim de konuk olacağım Amsterdam Fringe’in sanat direktörünü bu buluşmada konuk edeceğiz. O da burada kendileri açısından ne tür fon kesintileri yaşandığından bahsedecek. İçinde katılımcı sanatçıların da olacağı daha enternasyonel bir buluşma olacak. Onun dışında bizim Fringe ekibinin ilk seneden itibaren nelerin değiştiğini konuşup tartışacağı bir buluşma da olacak.
Özetle, festivalin dört ayağı var diyebiliriz: eserler, atölyeler, buluşmalar ve partiler.
Açılış bizim parti konsepti ile yaptığımız bir şey. Jen Sessions bu sene aktivitelerini artırdı. Cemlere benzer, sanatçıların bir araya geldiği ve her cemin farklı vuku buluğu bir format aslında bu. Açılışta onlarla birlikte eğleneceğiz. Her yıl festivalde gösterileriyle yer alan Reka Kolektifin bu sene bir konsept önerisi oldu:“Hangi Yıldayız Biz?”. Onların da bir partisi olacak. Toxxxsik Draje İntizar’ın – onlar da önceki senelerde eserleriyle festivale katılan arkadaşlarımız- bir eseri yine bir parti konsepti ile devam edecek.
Buluşmalar ve atölyeleri nereden takip edebiliriz?
Yakında program açıklandıkça, hem sosyal medya hesaplarından hem de siteden ulaşılabilecek.
Son olarak İstanbul Fringe’in diğer Fringe festivalleri ile bağlantısından da biraz bahsedebilir misin?
Festival başka Fringe’lerden güç alarak ortaya çıktı bu yüzden de bizim festivalin Fringe konseptinin aslında çok geniş olduğunu söylemekte fayda var. Sadece bir mekanda gerçekleşen Fringe festival de var, ya da farklı disiplinlerin kapsandığı Fringe festivaller de var. Hem konsept olarak hem de yapı olarak, daha çok bize benzeyen Fringe festivaller var. Amsterdam Fringe bunlardan bir tanesi, Stokholm Fringe, Prag Fringe yine bizimle benzer şekilde ele alıyor fringe konseptini. Bunlar bizim komünikasyon halinde olduğumuz festivaller. Festivalimizin açık çağrısını paylaşıyoruz onlarla. Nordic Fringe Network de yine bizim açık çağrımızı paylaşıyorlar, biz de onların açık çağrılarını paylaşıyoruz. Dirsek temasında olduğumuz festivaller bunlar. Amsterdam’la biraz daha fazla etkileşim halindeyiz. Amsterdam Fringe Festivali her sene bazı gösterilere yapım desteği veriyor. O gösterileri de belirleyebilmek için bir jüri çağırıyor. Bu gösteriler festival boyunca değerlendiriliyor. Ben üç senedir bu jüri içerisindeyim. Oradaki gösteriler içinde de aslında gördüğüm ve İstanbul Fringe’e de uygun olduğunu düşündüğüm gösterileri Fringe’e başvuru yapmaları konusunda teşvik ediyorum. Bu tür bir etkileşim söz konusu. Onun dışında örneğin kültür politikaları direktörümüz geçen yıl Selanik Fringe’e gitti, orada bir konuşma yaptı. Bu ziyaretlerde karşılaştığımız İstanbul Fringe’e uyabilecek gösterileri portföye katıyoruz. Bazen bu kültür kurumları ile ortaklık yapmamız gerektiğinde hangi gösterilerin programda olabileceğini değerlendirip onlara ulaşabiliyoruz. Ortaklıklar aslında böyle biraz doğal olarak gerçekleşiyor, gittiğimiz yerler üzerinden.
Festival her yıl belirli bir tema ya da çerçeveye bürünüyor mu?
Genellikle biz bir tema koymasak da bir tema oluşuyor. 2023’de, iki sene önce depresyon buhran, ADHD, pandemi sonrası etkiler gibi temalar ve bireysel varoluşsal ele alışlar ön plandaydı. Geçen yıl daha mizahi bir üslup öne çıkmaya başladı. Bu sene mevzular daha da ciddileştiği için savaş göç gibi gerçeklere değinen aktivizm üzerine işler var. İnsan iradesini ve “ne yapmalıyız”ı sorgulayan, günümüz koşullarının bireyde yarattığı sıkışlıklıkları dile getiren ve bir yandan da biraraya gelmeyi ve dans etmeyi öneren ve bir tür politik psikolojik duyarlılık içeren çalışmalar…
Biçimsel olarak ise ses-ritim ve performans ilişkisinin yoğunlaştığını söylemek mümkün.
Gösterilerin bir çoğunda müzik beden geçişlilikleri var. İkili gösteriler her zaman çok oluyor, yine var; ikili arayışlara, ikili sanatçı kolektifi formuna programda sık raslanıyor.
Festivalin sosyal ve kültürel etkisine dair gözlemlerin var mı?
Bu süreçte alanın değiştiğini gözlemliyorum, deneysel işlerde artış var örneğin, ayrıca ana akıma alternatif festivallerde de son 7 senede gözle görülür artış oldu. Festivallerin yarattığı değişim kültür sanatın sosyal etki ölçümleri ile görünür kılınabiliyor. Festivaller ekonomik ve kültürel bir hareketlilik yaratma potansiyeline sahip. Bu ölçümler bağlamında Kreşendo bu sene, üzerine iyi çalışılmış bir rapor yayımladı, alan için çok değerli bir çalışma yaptı. Bu gibi örneklerle yarattığımız etkileri daha görünür kılabileceğimize inanıyorum.
Çok teşekkürler Denizhan.
Rica ederim.
Festival yarın Fringe Kısalar ve Jen Sessions ile Alan Kadıköy’de başlıyor. İstanbul seyircisine keyifli bir festival dileriz.