[Alican Erişti ve Anıl Karahan’ın Evrensel‘de yayımlanan; Oğulcan Arman ve Sezen Keser ile yaptığı söyleşinin bir kısmını okurlarımızla paylaşıyoruz.]
Afife Jale Ödülleri’nden “En İyi Erkek Oyuncu” ödülüyle dönen 9/8’lik Kıyamet ekibi, oyunun politik atmosferini, üretim sürecini ve bağımsız tiyatronun bugünkü koşullarını anlattı.
9 Ekim Perşembe günü Ankara’da, Etimesgut Kent Fest kapsamında “9/8’lik Kıyamet” oyununu Ali Cem Köroğlu Sahnesi’nde izledik. Oyunun başrol oyuncusu Oğulcan Arman Uslu, gösterimden sadece üç gün önce, 6 Ekim’de düzenlenen Afife Jale Ödül Töreninde bu performansıyla “En İyi Erkek Oyuncu” ödülünü aldı.
“9/8’lik Kıyamet”, yarattığı spekülatif bir gelecek üzerinden “kıyamet gibi ama kıyamet gibi de olmayan” bir atmosferde bir anlatı sunuyor. Oyun, seyirciler tarafından da büyük ilgiyle karşılandı. Gösterimin ardından Mekân Sahne ekibinden oyunun oyuncusu Oğulcan Arman Uslu ve yönetmeni Sezen Keser ile bir araya gelerek, oyunun üretim sürecini, politik bağlamını ve bağımsız tiyatroya dair düşüncelerini konuştuk.
“En Çok Uğraştığımız Şey, Genel Ritim Ve Oyuncunun Sesini Bulmaktı”
Bugün sahnede çok güzel bir oyun izledik. Elinize emeğinize sağlık. Oyun da sahneye çıktığından bu yana seyirciler tarafından beğeniliyor. Gerek metin anlamında gerek performans anlamında birçok ödül de aldı zaten. Röportaja başlarken bize kısaca oyunun üretim sürecinden bahsedebilir misiniz?
Sezen Keser: Mekân, Ankara menşeili bir topluluk; Ankara’da kuruldu. Son 7–8 yıldır da İstanbul’da üretim yapıyoruz. İstanbul’da ilk ürettiğimiz oyun Dansöz, ikincisi 9/8’lik Kıyamet oldu. Kendi metinlerini oynayan bir ekibiz. Şu anda birkaç yazarımız var ama son ürettiğimiz oyunların –Dansöz 7. senesine başlıyor, 9/8’lik Kıyamet geçen sezon çıktı ve ardından Tevafuk– hepsi Şamil Yılmaz’ın metni. Politik bir gündemimiz var. Yakın arkadaşlarız zaten, yaklaşık 12–13 yıldır birlikte üretim yapıyoruz. Oyuncu merkezli bir sahne anlayışımız var; bütün reji ona göre şekilleniyor. Oyuncunun karaktere dair getirdiği malzeme ile yola başlıyoruz ve oradan şekillendiriyoruz anlatıyı. Daha çok anlatı türüne çalışıyoruz, orada bir laboratuvar gibi işliyor süreç. Ama Tevafuk mesela daha farklı bir oyun; iki kişilik, bir otel odasında geçiyor. Anlatı ise bizim özel olarak ilgilendiğimiz, politik gündemi tuttuğumuz bir tür.
Oğulcan Arman: Mekân, daha çok dışarıda kalanların sesinin sahnede olduğu bir tiyatro. 9/8’lik Kıyamet özelinde 3 aylık bir prova süreci oldu. Metin 2024’te bitmişti fakat biz metin bittikten uzun bir süre sonra çalışmaya başladık. Çünkü sahnede bir darbukatör olması gerekiyordu, benim de darbukaya çalışmam lazımdı. 2024’te prömiyer yaptık ancak öncesinde neredeyse bir sene çalışamadık. Şamil metne tekrar baktı, Sezen rejiye dair çalışmalar yaptı. Darbuka sahneye adapte edilebilir hale geldiğinde provalara başladık. 3 aylık bir prova süreciydi; Sezen, ben ve Merve Ülgentay birlikte çalıştık.
Önce Diyar’ın sesini bulmakla başladık. Anlatıda hikâyenin anlam kazanması için sahnede birinin olması lazımdı. Oyuncu merkezli bir yaklaşım olduğu için sahnede bir karakter görmemiz gerekiyordu. Metin zaten ritimle yazıldı. Rejide her şey oyuncunun bedenine ve ritmine dair bir yaklaşımla ilerledi. En çok uğraştığımız şey, genel ritim ve oyuncunun sesini bulmaktı. Darbukayla o ritim nasıl birleşiyor, ne zaman öne çıkıyor, ne zaman atmosferi belirliyor, ne zaman anlatı öne geçiyor… Oyunda belli duygu durakları var. Hikâyede o durakları takip ediyoruz. Parçalı bir yapı bu. Örneğin, İzan’ın hikayesini bir yerde bırakıyorsun, sonra döndüğünde aradan zaman geçmiş oluyor. Oyuncu olarak o geçen zamanı da taşımam gerekiyor. Dolayısıyla anlatı sınırında ama hikâyenin içinden geçerken seyircinin karaktere dair ne olduğunu anlayacağı biçimde her şey tasarlandı.
Prova süreci kolay değildi. Başka başka mekanlarda prova yapmak zorunda kaldık; hem ekonomik sebepler hem de bağımsız tiyatroların sahne paylaşımı nedeniyle. Yorucu ve uzun bir süreçti. Ama hâlâ çalışmaya devam ediyoruz. Ben darbukaya, Sezen rejisine, Şamil de metne hâlâ müdahale ediyor. Laboratuvar gibi çalışan bir ekibiz biz; günün sonunda izlediğiniz oyun o şekilde ortaya çıkıyor.
Oyuncu merkezli yaklaşımı daha iyi anlamak adına bir sorum var. İlk ortaya koyulan malzeme yazardan mı geliyor, yoksa topluca bir tartışmanın sonucu mu?
S.K.: Yazarın başlattığı bir süreç diyebiliriz. Özellikle 9/8’lik Kıyamet için tam olarak öyle oldu. Yazım sürecinde de birlikteydik; konuşup paslaşarak ilerliyoruz. Şamil’in yazarlık süreci kapalı bir süreç ama tutucu bir yazar değil. Metni açtıktan sonra sahneden doğru bakıyor. Birçok yazarın aksine metnine sıkı sıkıya tutunan biri değil; bu, hem beraber çalışmamızın hem de bize güvenmesinin sonucu. Sahneyle birlikte metinde değişiklik, çıkarma/ekleme yapmak için çok açık biri. Ama elbette yalnız yürüyen bir yazım süreci de var.
O.A.: Biz Şamil’in metinleri gönderdiği anları heyecanla bekliyoruz. Mesela Dansöz oyunu da Sezen’in “Sahnede bir dansöz olsa nasıl olur?” sorusundan çıktı.
S.K.: “Çok teatral bir malzeme var bence dansözde” dedim, bana “Saçmalama” dedi. (Gülüyor) Ama sonra oradan düşünüp yazmaya başlamış, imajlar üzerinden bir fikir getirmiş ve biz oradan konuşmaya başladık. Şamil çok üretken ve şahane bir yazar.
“Oyunlar bizim kendi politik korku ve kaygılarımızdan oluşuyor”
Oyundaki ekolojik atmosfer -susuzluk, yangınlar, sosyal düzenin çöküşü- bugünün Türkiye’siyle çok benzeşiyor. Üretici ekip olarak siz bu bağları nasıl kuruyorsunuz?
S.K.: Oyun her ne kadar gelecekte geçiyor olsa da, bahsettiğin o politik ve ekolojik yıkımın köklerini bugünden alıyor. Aslında geleceği spekülatif bir biçimde yeniden kurguluyoruz. İzlerken bunların olmaya başladığını fark etmek endişe verici tabii. Ama oyun tam olarak bugünden yola çıkıp geleceğe baktığı için bu kaçınılmaz. Korkuyoruz, endişeleniyoruz, ama bir yandan da dalga geçiyoruz.
O.A.: Zaten Mekân’daki oyunlar genel olarak bizim kendi politik korku ve kaygılarımızdan oluşuyor. Bu kaygılar oyunların omurgasını oluşturuyor.
S.K.: Bugün bir haber vardı mesela Evrensel’de, İstanbul barajları kritik seviyedeymiş. Yani bu korkular hiç uzak değil.
O.A.: Bir de içinde bulunduğun zamana bir şey söylemek, senin bu işi nasıl yaptığınla ilgili bir şey. Bizim için anlamlı olan, üretimin bir söz söylemesi. Şamil de içinden geçtiği zamana ne söylemek istediğini bilen bir yazar. Sezen’in sahneye çok temiz bir bakışı var, ben de oyuncu olarak bunu derinleştirmeye çalışıyorum. Gündemlerimiz çok ortak, kaygılarımız da öyle.
Devamı için tıklayınız.
