(Damla Y.’nin T24’te yayımlanan yazısını okurlarımızla paylaşıyoruz.)
Her şey o festival broşürünü elime almamla başladı. Kapağındaki slogan beynimde dönüp duruyordu: “İyileşmek için tiyatro. Yaşamak için tiyatro. Özgürleşmek için tiyatro.” Lise 2. sınıf öğrencisiyim. Bir hafta boyunca okula gitmemek, derslerden geri kalmak büyük riskti. Ama içimdeki ses, bu festivali kaçırırsam çok şey kaybedeceğimi söylüyordu. Ailemi ve öğretmenlerimi ikna edip okuldan özel izin alarak kendimi bir haftalığına Borçka’nın o büyülü atmosferine attım. İyi ki de atmışım.
Festival, bildiğimiz Borçka’yı sihirli bir değnekle değiştirmiş gibiydi. Açılış yürüyüşüyle birlikte her zaman yürüdüğümüz caddeler, oturduğumuz meydan dev bir sahneye dönüştü. Belediye Başkanımız Ercan Orhan‘ın dediği gibi, Borçka artık “başlı başına bir sahnenin kendisi” olmuştu. Bir gün Acarlar MYO’da, ertesi gün bir köy meydanında, sonraki gün kooperatifte… Her yer tiyatroydu.
Bu koşturmacanın içinde öyle anlar yaşadım ki, unutmam mümkün değil. Mesela Çankaya Sahne’nin ‘Oğul’ oyunu. Salondan çıktığımda boğazımda bir düğüm vardı. Oyundaki genç karakterin “Yaşamak ağır geliyor” cümlesi, sanki hepimizin kalbinden geçen ama dile getiremediğimiz bir fısıltı gibiydi. Sahnede kendi kuşağımın sıkıntılarını bu kadar net görmek, “Yalnız değilim,” dedirtti.
Ama aklıma kazınan asıl an, Belediye Meydanı’nda, o dondurucu soğukta izlediğim ‘Zabel’ oyunu oldu. Kaymakamlık salon vermemiş diye duyduk, belediye de çözümü meydanda sahne kurmakta bulmuş. Üşümemek için kalın giyinmiştik ama oyunun sıcaklığı ve konunun güzelliği içimizi ısıtmaya yetti. Sonra ışıklar yandı ve biz bir anda başka bir zamana, başka bir hikâyeye gittik. Hayatı sürgünlerde geçmiş, yazar, mücadeleci bir Ermeni kadının, Zabel Yesayan‘ın hikâyesiydi bu. O kadar etkilendim ki soğuğu falan unuttum. Oyundaki bütün karakterleri, erkekleri bile, kadın oyuncuların canlandırması o kadar güçlü bir mesaj veriyordu ki… O an meydandaki yüzlerce kişi, sessiz bir anlaşmayla, geçmişin o acı dolu ama onurlu anına tanıklık ettik.
Festival sadece oyun izlemek değildi. Asıl sihir, oyunlardan sonra başlıyordu. Katıldığım atölyeler ufkumu açtı. Özellikle Prof. Dr. Tülin Sağlam‘ın “İletişim, Etkileşim ve Öğrenme Deneyimi Olarak Tiyatro” atölyesinde inanılmaz keyif aldım. Çeşitli oyunlarla kendimizi hiç olmadığımız kadar rahat ifade ettik, hem çok eğlendim hem de çok şey öğrendim. Atölyelerden ve oyunlardan sonra kooperatifte toplanıp oyuncularla, yönetmenlerle sıcak çaylarımızı içip sohbet etme fırsatı bulduk. Bu anlar en az oyunlar kadar değerliydi. ‘Kardeşlerimi Arıyorum’ oyunundan sonra bir oyuncuyla aidiyet ve kimlik üzerine kısacık sohbet etme şansı buldum. O an anladım ki tiyatro, sadece sahnede değil, hayatın tam içindeydi.
Bu bir hafta benim için bir okul yılına bedeldi. Filistin’den gelen Artists on the Frontline ekibinin, savaşın ortasında sanatla nasıl hayata tutunduklarını ‘Limonun Beyaz Kısmı’ oyunuyla kendi memleketimde izlemek… Bu, dünyayı Borçka’ya getirmek demekti. Hatta bu oyun sonrası yaşadığım komik bir anıyı da unutamam. Babamın o meşhur uyuz anarşist inadı tuttu ve söyleşide gruba “İsrailli muhalif tiyatro gruplarıyla iletişiminiz var mı?” diye sordu. Tabii beklediği cevabı alamayınca biraz bozuldu. Söyleşi bittikten sonra babamla grubun arasında kaldım, akıcı İngilizcemle aralarında çeviri yapıp onları anlaştırmaya çalıştım. O anki halimizi görmeniz lazımdı! 🙂
Festivalin bu yılki teması “İyileşmek için tiyatro. Yaşamak için tiyatro. Özgürleşmek için tiyatro” idi. Gerçekten de bu bir hafta boyunca kendimizi hiç olmadığımız kadar görünür ve değerli hissettik. Sesimiz duyuluyordu.
Bu yüzden bu yazı bir teşekkür ve aynı zamanda bir ricadır. Borçka gibi küçücük bir ilçede biz gençleri düşünen, bize dünyaları sunan belediyemize ve festival ekibine sonsuz teşekkürler. Bu festival bizim. Bizim hayallerimiz, bizim geleceğimiz. Lütfen bu sihir hiç bitmesin, her yıl devam etsin.
