Metin Boran
Tiyatroda 27. Afife Ödülleri düzenlenen bir geceyle sahiplerine verildi. Fakat tartışma bitmedi. İtirazlar, haksızlığa uğradığını düşünenler, jürinin adil davranmadığı konusunda görüş beyan edenler, olanaklarını ortaya koyarak eşit koşullarda yarışamadığını düşünen oyuncular, “bazı oyunlara iltimas geçildi”, “jüri bazı kategorilerde yanlış yaptı”, “yetkin olmayan kişiler jüride bulunuyor”, “mutlaka torpil vardı” gibi cümlelerle serzenişte bulunanlar…
Bir de ödül gecesinde, “En İyi Kadın Oyuncu Ödülü”nün sahibi Sükan Işıtan’ın yaptığı konuşmada Devlet Tiyatroları Genel Müdürü Tamer Karadağlı’ya teşekkür etmesi izleyiciler tarafından protesto edilmesi de ayrı bir gündem maddesi oldu sanatçılar arasında.
Sorun çetrefilli ve bulanık.
Tiyatro ortamında yıllardan beri ödül, ödül jürisi, kategoriler, ödül kazanlar hep tartışma konusu olur. Bu kısır döngüden bir türlü kurtulamıyoruz. Fakat bu yıl durum biraz farklı… Devlet tiyatrosu olanaklarıyla kotarılmış bir oyuna ödül verilmesi tiyatrocular arasında tepki çekti. Oysa o oyunun da yarışmaya katılma hakkı var.
Ancak sorun başka ve tepkilerin adresi yanlış.
Öncelikle artık şu gerçeği herkes görmeli, öğrenmeli ve bilmeli, Türkiye’de özel tiyatro yapmak iyiden iyiye zorlaştı ve topluluklar maliyet artışları karşısında pes etme noktasına geldi.
Fakat yine de her şeye rağmen sanatçılar direniyor ve bir umut bir hayalle mesleğini icra ediyor. Kısıtlı olanaklarla da olsa ortaya bir oyun hazırlıyor ve seyircinin karşına çıkıyor. Fakat oyunda kullanılan dekor, kostüm, aksesuar bir düşüncenin ürünü olmaktan ziyade ihtiyacı karşıladığı için tercih edilmiş izlenimi uyandırıyor izleyicide.
Diğer yandan reji, oyunculuk, ışık tasarımı ve kullanılan müzik çoğu zaman ucuza halledilmiş gibi zayıf ve dağınık. Bunları söylerken kısıtlı olanaklarla özel tiyatro yapan vergi ödeyen, salon kirası veren, sigortalı oyuncu çalıştıran topluluklara ve mesleğini yapmak için özel gruplarla sahneye çıkan, idealist oyuncu arkadaşlarımıza haksızlık yapmak istemem. Ama durum bu… Bilet fiyatları ortada ve satılan bilet sayısı belli.
İstanbul’da özel tiyatrolar artık holdinglerle yarışıyor. Yanı sıra devasa olanakları ile Devlet Tiyatrosu ve ödenekli Şehir Tiyatrosu var. Bir de güçlü sponsorlarla ortaya çıkan topluluklar…
Özel toplulukların çoğu bu skalada üretim ve kalite olarak en alt sırada yer alıyor doğal olarak. Sonuçta ne oluyor yarışmaya katılanlar birçok bakımdan dezavantajlı konumda jürinin karşısına çıkıyorlar.
Bu arada sırası gelmişken Afife jürisinin yapısı da tartışılmalı ve jüride yer alanların bilgi, deneyim ve tercihleri de sorgulanmalı. (Geçtiğimiz yıllarda sette kadın oyuncuyu döven genç bir delikanlıya, dava devam ederken “Umut Veren” oyuncu ödülü vermişlerdi)
Ayrıca jürinin bu yıl kaç oyun izlediği, izlemek üzere belirlediği oyunları nasıl ve neden seçtiği de bir muamma bu arada.
Özel tiyatro toplulukları gerçekten çok özel koşullarda üretim yaparken bu koşullarda yarışmayı bir kez daha düşünmeliler. Tamam ödül çoğu sanatçı için bir motivasyon, yaptığınız işin bir komite tarafından onaylanması, destek görmesi ve yeni bir enerji yaratması güzel, ama eşit koşullarda olursa bu daha sahici olur.
Şimdi gelelim ödül gecesinde Sükan Işıtan’ın konuşmasında Genel Müdürü Tamer Karadağlı’ya teşekkür etmesine yapılan itiraz ve protestoya.
Bu protestonun neden yapıldığı yeterince açık değil sanki. Ödüllerin çoğunun Devlet Tiyatrosuna verilmesi mi yoksa Tamer Karadağlı’ya duyulan öfke mi?
Orada bulunanların muhtemel yüzde doksanı tiyatro ile ilgili olan, tiyatro yapan oyuncu, yazar, yönetmen, dekor tasarımcısı, kostümcü, ışıkçı, tiyatro öğrencisi ve genel olarak sahne emekçileri.
Hazır orada bulunmuşken neden kimse tiyatroların sorunlarını, alanın ilgilisi olarak Kültür Bakanlığı ve Maliye Bakanlığına bir kez daha çağrı yaparak sorunlarını çözmeye davet etmediler?
Tamer Karadağlı’yı protesto etmek tiyatro sanatına ne kazandırır. Bu tutum ancak husumeti besler ve ayrışmayı derinleştirir. Oysa şimdilerde tiyatro sanatçılarının en çok ihtiyacı olan şey dağılmadan, ayrıştırmadan, rekabet tezgahına girmeden, haksızlıklarla mücadele ederek nitelikli tiyatro üretimi için çalışmak ve toplumsal tavrını ortaya koymak.
Sonuç olarak Türkiye’de seküler sanat artık uçurumun kıyısında bulunuyor…
Tiyatro sanatı da bu ötelemeden fazlasıyla payını alıyor. Tiyatro sanatçılarının çoğu ideolojiden yoksun ve apolitik.
Eleştiri mekanizması yok edildi. Kimse utanmıyor, mahcup olmuyor, herkes yaptığı ile övünüyor, eleştiriyi kabul etmiyor.
Toplumsal düşünüşten uzaklaştırılmış, çoğu bireysel çıkışlarla kendini güne uyarlamış ya biat ediyor ya da suskun.
Tiyatroda özgürlük yok edildi. Demokratik değerler alt üst oldu.
Bilgili, birikimli, deneyimli, okuyan, tartışan, sorgulayan kafa yapısı ortamı çoktan terk etti.
Sanatın toplumsal işlevi, tiyatronun kamusal görevi, artık safsata ve angarya olarak görülüyor.
Bugün tiyatroyu kurtarmak, yeniden nitelikli yapımlar üretmek ve tiyatro sanatına eski saygınlığını kazandırmanın yolu ideolojik politik tutumu olan bir yapı içinde örgütlenmek ve dayanışma içinde mücadele etmekten geçer.
Böyle güçlü ve yetkin bir yapı kurulduğunda önüne gelen ödül koyamaz, jüri kuramaz ve sanatı bir meta olarak tüketim kültürünün bir parçası, nesnesi yapamaz ve eşitsiz koşullarda yarışmaya davet edemez.
