Tiyatroda Seyirci Benim Kahramanım

Pinterest LinkedIn Tumblr +

[Ümit Güçlü’nün Birgün’de yayımlanan söyleşisini okurlarımızla paylaşıyoruz.]

29. İstanbul Tiyatro Festivali, tiyatronun farklı yüzlerini İstanbul sahnelerine taşıyor. Koreograf Marcos Morau’nun Arvo Pärt’in ruhani müzikleriyle buluşturduğu ‘Katedral’, Down sendromlu sekiz oyuncunun sahne aldığı ‘Hamlet’ ve Baro d’evel’in dans, sirk ve tiyatroyu harmanladığı ‘Biz Kimiz?’ festivalin öne çıkan yapımları arasında. Mehmet Birkiye küratörlüğünde gerçekleşecek festivalde 6 uluslararası, 10 yerli yapım seyirciyle buluşacak.

“Benim kahramanım seyircidir” diyen Birkiye ile festivalin seçkisinden edebiyat uyarlamalarına, küçük toplulukların görünürlüğünden popüler oyuncu meselesine uzanan geniş bir söyleşi gerçekleştirdik.

Festivalin basın toplantısında “Benim kahramanım seyircidir” dediniz. Bu tanımla seyirciye nasıl bir rol biçiyorsunuz, size ve festivale ise nasıl bir sorumluluk yüklüyor?

Söylemek istediğim; eğlence diye geldiği tiyatroda -gerçekle ilişki kurmaya çalışan, bir tiyatrodan bahsediyorum celebrityshow’dan değil- yaşamında kaçmak istediği, geçmişinegömdüğü her şey, her sorun önüne getirilir. Bazen çok komik biçimde bazen de yüreğini dağlayarak. Ve bu deneyimi yaşayıp tekrar tekrar tiyatroya giden seyirci benim kahramanımdır. Bana ve festivale yüklediği sorumluluk kahramanımızı hayal kırıklığına uğratmamak. Mümkün olduğunca, koşullar elverdiğince, gerçekle sansürsüz doğal namuslu ilişki kuran oyunları festivale dahil edebilmek.

Festivalin sloganı, “İstanbul kaç perde?”. Siz bu soruyu kime yöneltiyorsunuz?

İstanbul halkına, İstanbul’da yani festival bağlamında farklı üsluplar, farklı oyunlar bulabileceği ihtimaline işaret ediyoruz. Hem tiyatronun değişen dönüşen doğasına hem de programda yer alan, tiyatro sahnesi olmayan İstanbul’un tarihi kültürel mekanlarına gönderme yapılıyor.

29. İstanbul Tiyatro Festivali’nde izleyiciyi nasıl bir deneyim bekliyor? Yerli yapımların sayısının düşmesini nasıl yorumluyorsunuz?

Doğrusunu isterseniz bir tiyatrocu olarak yaptığım oyunlarda da seyircinin nasıl bir deneyim yaşaması gerektiğine dair bir önermede bulunmam. Bu tür öneriler bana biraz çağdaş sanatı hatırlatıyor. Bilirsiniz bazı çağdaş sanat işlerini açıklayıcı bir metin olmadan değerlendirmek mümkün olmaz.  Ancak tiyatro açıklayıcı bir metinle okunamaz. Çünkü amaç tüm seyircinin aynı şeyi düşünmesi değildir. Tiyatro eksiklidir. Her seyirci oyunu kafasında tamamlamalı ya da çıkarımlar yapmalıdır kanımca. Seyirciye sunduğumuz, çok farklı çıkarımlar yapmalarına izin verecek oyunlar. Bence deneyim bu.

Evet haklısınız… Ancak 2025 yılının zor bir yıl olduğunu unutmayın. Sektör genelinde üretimde bu yıl özelinde bir azalma olduğu aşikâr ama bizim de belirli bir sayıda yerli yapım yapmak gibi bir hedefimiz yok, bizim için önemli olan programın artistik altyapısını tamamlayacak sayıda üretim olması.

Hikmet Hükümenoğlu’nun ilk tiyatro eseri Fora, festivalin yenilikçi ruhuna nasıl bir katkı sunuyor? Bu girişim, diğer çağdaş yazarlara da ilham verir mi?

Nitelikli bir edebiyatçının başka biçimlere yönelmesi her zaman ilgi çekici sonuçlara gebe olmuştur. Roman anlatı üstüne kurulu, tiyatro ise eylem. Genel anlamda bahsediyorum tabi ki. Bu bağlamda bir romancı olarak farklı bakış açıları -ki festivalin sizin ifade ettiğiniz yenilikçi ruhu ile bağlantılı- seyircinin daha geniş bir yelpazeye sahip olması demektir ki bu da festivalin önemli hedeflerinden biri.  Umarım yazarlarımıza oyun yazmaları için itici bir güç oluşturur. Orhan Pamuk bir oyun yazsa çok ilginç olmaz mı?

Popüler oyuncular gişe avantajı sağlarken küçük topluluklar geri planda kalıyor. Festival bu dengeyi nasıl gözetiyor?

Bu dengesizliğin boyutlarının farkında olmamak mümkün değil. Ancak bu dengesizliğin giderilmesinde festivalin yapacağı pek bir şey yok ne yazık ki.  Görünürlük kazandıracağınız olsa olsa bir iki topluluk olur. Okyanusta bir damla. Bu meselenin boyutları ve bu dengesizliği gidermek kamunun tepkisi ile olacak çok boyutlu bir mesele. Seyirci şöhretli kişileri görmek ve sosyal medyada paylaşmak için oyunlara gidiyor. Tamam çok güzel istediğini yapar, kimse eleştiremez. Zaten eleştirmiyorum, korkuyorum. Korkum o ki, aslında tiyatrodan hoşlanmıyor seyirci. Sizin tabirinizle “o popüler oyunlarda çok nitelikli oyuncular, rejisörler, tasarımcılar da var”, ama yine de onu etkilemiyor. Etkilese diğer küçük oyunlara da gider diye düşünüyorum. Fakat yine de İKSV Yeni Arayışlar bölümündeki toplulukları üretimleri için İKSV Genç Sanatçı Fonu ile destekliyor. Ayrıca bu yıl başlatılan bir çalışma daha var; festival süresi boyunca festival programı dışında prömiyer yapacak tüm toplulukların duyurusuna destek olmak için web sayfasında ve sosyal medyasında duyuruyor.

Festivale başvuran her oyun programa giremiyor. Dışarda kalan eserleri ve grupları nasıl değerlendiriyorsunuz? 

Biliyorsunuz festivalde yerli oyunlar ilk defa oynanmak zorundalar. Projeler bize ulaştığında ya da biz bir teklif götürdüğümüzde tabi ki metnin niteliği çok önemli, ama gerçekleştirecek ekibin olanakları da çok önemli. Bunu bir süreç olarak düşünün, bu süreç içinde çok umutlu olduğunuz bazı projeler gerçekleşemiyor. Bizim kıstasımız proje kadar, gerçekleştirecek ekibin de niteliği. O ekip oluşmadan hiç değilse temel yapısı ulaşmadan baş vurmamak gerekiyor.Ayrıca bir oyun her bakımdan çok iyi olabilir ancak o festivalin içinde bağlamsal olarak, festivalin o yıl tartışmak istediği konular açısından uygun olmayabilir. Dışarıda kalan eserler yetersiz diye düşünmemek gerekir kesinlikle.

Birgün

Paylaş.

Yanıtla