Erdoğan Mitrani
“Önyargılarınızı ve Hamlet´e dair ezberlerinizi bir kenara bırakın. Perulu topluluk Teatro La Plaza´nın uyarlamasında oyuncular ne izleyicinin vicdanına sesleniyor, ne siyasetçileri göreve çağırıyorlar, ne de tozpembe bir eşitlik hayaline sığınıyorlar. Bunun yerine bir ayna çeviriyorlar izleyenlere; kendi kimliklerini reddetmeden, herkesi de kendi farklılığını ve benliğini onurla sahiplenmeye davet ederek.”

Perulu yazar yönetmen Chela De Ferrari, yeni metinlerden ve çağdaş bakış açısıyla ele alınmış klasiklerden oluşan sorgulayıcı, kışkırtıcı ve şaşırtıcı yapımlarla, gerçekliğimizi, içinde yaşadığımız çalkantılı zamanları ve insanlığın karmaşık doğasını daha iyi anlamamızı sağlayacak temel soruları sormak amacıyla, 2003 yılında Lima’da Teatro La Plaza’yı kurmuş. Yönetmen ve oyun yazarı olarak ülke kültürüne katkılarından dolayı 2017’de, Kültüre Yönelik Liyakat Kişiliği (PMC) unvanına layık görülmüş.
Teatro La Plaza’da bir ekip toplantısı sırasında, üç yıldır yer gösterici olarak çalışan down sendromlu Jaime Cruz ayağa kalkarak hayalinin oyunculuk yapmak olduğunu söylemiş. Cruz, onu kahve içmeye davet eden De Ferrari’ye tutkuyla sahneye çıkma arzusunu anlatırken yazar yönetmenin zihninde prens tacı takmış hali canlanmış ve kamusal / sanatsal alanda olma hakkı sık sık sorgulanan bir kişinin “olmak ya da olmamak” dediğini hayal etmiş. Ve yıllardır yapmayı düşlediği ‘Hamlet’i, karakterin geleneksel kalıbına uyan biriyle değil, rolün yeni bir beden, yeni bir ses, dünyada yeni bir varoluş biçimiyle dönüşmesine izin vererek sahnelemeyi düşünmüş.
Daha önce Çehov’un ‘Martı’sını görme engellilerle sahneye koyan De Ferrari yapacağı Hamlet’i bir yeniden yorum olarak değil, “to be or not to be” sorusunun kendisinin de yeniden tanımlanacağı, bu sorunun yalnızca Hamlet tarafından değil, günümüz dünyasında engelli olmanın ne anlama geldiğini tartışan oyuncuların kendileri tarafından da sorulacağı bir yapım olarak, down sendromlu sekiz oyuncuyla sahnelemeye karar vermiş.
Burada küçük bir parantez açarak down sendromu hakkında birkaç söz etmek istiyorum. Mongolizm adı da verilen, bir dönem maalesef ‘zekâ geriliği’ olarak görülen, yaşam boyu gelişimi etkileyen bu sendrom bir hastalık değil genetik bir farklılıktır. Bilindiği gibi canlılarda kalıtımı sağlayan genetik birimlere kromozom adı verilir. ‘Normal’ olarak kabul ettiğimiz insanlarda kromozom sayısı 23 çift yani 46 adettir. ‘Trizomi 21’ bilimsel adından da anlaşılacağı gibi, down sendromlu bireyde iki adet olması gereken 21. kromozom üç adettir.
Yıllar boyunca 47. kromozomun çocuğun zihinsel ve fiziksel gelişiminde gecikmelere neden olduğu ve zihinsel engelliliğin sebebi olduğu düşünülmüştür. Günümüzde down sendromlu bireylerin asıl sorununun iletişim kurma zorluğu olduğu belirlendi ve kapsamlı bir eğitim programıyla normal yaşama uyum sağlayabilmektedirler. Ancak farklı fiziksel görünümleri, dünyaya ve sosyal yaşama özel ve farklı bakış açıları, kimi zaman duygularını ifade etmekte zorlanmaları sebebiyle yine de sıradan insanlar tarafından ötekileştirilmektedirler.
De Ferrari’nin bu farklı ‘Hamlet’i oluşturma çabasına dönersek, ilk rehberi onu “Peru Down Sendromu Birliği” ile, o topluluktaki arkadaşlarıyla ve sendromluların aileleriyle tanıştıran Jaime olmuş. Provalardan önceki bu ilk aşamada down sendromundaki deneyimlerin çeşitliliği ortaya çıkmaya ve tüm önyargılar yıkılmaya başlamış. İkinci aşama olarak öğrenilenlerin ışığında oyunu yeniden okumaya başlamışlar ve kendilerine şu soruları sormuşlar: Shakespeare’in varlık, kimlik, güç ve aşk hakkındaki varoluşsal soruları, oyuncularımızın deneyimlerinde nasıl yankı bulabilir? Metnin hangi parçaları Shakespeare’in dünyasıyla oyuncularımızın dünyası arasında köprü görevi görebilir?
Giderek, oyuncuların kendi yaşamlarının tanıklığını ellerine alırken Hamlet’i de, sadece acı çeken biri değil, sorgulayan, direnç gösteren, mücadele ederek kendi sesini arayan, bulan, var olmakta ısrar eden, kendileri gibi toplum dışına itilmiş bir karakter olarak yeniden keşfettikleri bir metin ortaya çıkmış. Chela De Ferrari’nin yazdığı uyarlamada oyuncuların kişisel deneyimleri ve bakış açıları her repliği şekillendirmiş.
Teatro La Plaza’nın kesintisiz 95 dakika süren hem dramatik hem neşeli, hem komik hem küstah, düşünceli, güçlü ve içten uyarlamasında Octavio Bernaza, Jaime Cruz, Lucas Demarchi, Manuel García, Diana Gutierrez, Cristina León Barandiarán, Ximena Rodríguez ve Álvaro Toledo’dan oluşan, down sendromlu olağanüstü oyuncu kadrosu, kendi kimliklerini reddetmeden, herkesi farklılığını ve benliğini onurla sahiplenmeye davet ediyor.
Seyircileri anında içine alan bu ‘Hamlet’i benzersiz ve unutulmaz kılan karizmatik sekizli, down sendromlu olduklarını göz ardı etmiyor, aksine dile getiriyor, benimsiyor, tartışıyor. Oyunun başında izleyicilere doğrudan seslenerek, kekemelikler, yanlış başlangıçlar, unutkanlıklar için hoşgörülü olmaları gerektiğini belirtiyorlar, beklentilerini değiştirmelerini ve oyuncuların da insan olduğunu unutmamalarını talep ediyorlar.
Oyuna ‘Jaimlet’in (Jaime Cruz) “olmak ya da olmamak”ı yeniden yorumlamasıyla başlıyorlar. Hamlet karakterini bir oyuncudan diğerine sorunsuzca aktararak monologları tek bir oyuncuyla sınırlamadan paylaşıyorlar. Hamlet iken izleyicilere kendileri olarak da hitap ediyorlar, oyundaki unsurları kendi hayatlarıyla ilişkilendiriyorlar ve Hamlet’in deliliğe doğru trajik düşüşünden çok ötekileştirilmesine odaklanıyorlar. Dışlanmış prens ile down sendromlu birinin sosyal statüleri arasındaki etkili benzetme dünyamızın engellilere davranışının simgesine dönüşüyor. Polonius’un kızı Ophelia’ya ‘özel’ olması gerektiği konusunda kibirli tavsiyesi, ya da gaspçı Kral Claudius’un tebaasına Hamlet’in ‘korkunç durumu’ nedeniyle tahta geçemeyeceğini söylemesi farklı bir anlam kazanıyor. Bu bağlamda Hamlet’in down sendromlu olarak yeniden var edilmesi ve bunun sonucunda politik olarak saldırıya uğraması ve karalanması söz konusu oluyor.
Üç kadın oyuncunun Ophelia olarak annelik, bağımsızlık ve romantik aşkı içeren umutlarını ve hayallerini anlattıkları sahne iki açıdan çok etkileyici; bir yandan Ophelia’nın düşlediklerinin herhangi birine ulaşamadan öleceği biliniyor, diğer yandan da down sendromlu birinin bağımsız yaşama ve bu tür hedeflere ulaşma fırsatının çok sınırlı olabileceği gerçeğiyle yüzleştiğine tanık olunuyor.

Hamlet, Rap (Álvaro Toledo‘nun muhteşem liderliğindeki rap unutulur gibi değil) dans (Koreografi Mirella Carbone), sinema, video, fiili seyirci katılımı, kişisel anlatılar eşliğinde anlatılsa da, başta ünlü monoloğu olmak üzere, ölen kralın hayaleti, Ophelia’nın ölümü, Gertrude ile yüzleşme gibi ünlü sahneler ihmal edilmiyor.
Dur durak bilmeyen ateşli enerjisi ve en düşünceli anlarda bile tükenmeyen neşesiyle süren oyunda Shakespeare’in finalindeki kan gölünden vazgeçiliyor, tüm seyirciler oyuncularla dans etmek için sahneye davet ediliyor ve Hamlet herkesin bireyselliğini ve kendini ifade etme hakkını kutlamak amacıyla, bu muhteşem dans partisiyle sona eriyor.
Ekip, Shakespeare’in “her şeyden önce kendine karşı dürüst ol” özdeyişinin hakkını fazlasıyla veriyor ve Hamlet’i her zamankinden daha canlı ve heyecan verici kılmak amacıyla oyuna izleyiciyi büyüleyen inanılmaz derecede derinlikler katıyor. Ayrıca, ‘öteki’ olanları çoğu zaman görmezden gelen dünyamızda görünürlük, onur, kabul ve özerklik için cesurca yankılanarak, insan hakları ve özgürlük tartışmalarında herkesin sesiyle fikrinin eşit şekilde duyulma hakkına sahip olduğunu dokunaklı ve güçlü şekilde hatırlatıyor.
Disiplinler arası sahnelemede Dennis Hilario‘nun videografisi, Marvin Calle‘nin ışık ve Jhosimar Sullon‘un ses tasarımları, oyuncuların arkasındaki ekranın sadece bir altyazı tabelası olmaktan öteye geçmesini sağlıyor, canlı ve kayıtlı film görüntülerini sahneye taşıyarak performansın bir uzantısı haline geliyor.
Doğrusal bir olay örgüsü ve sonu olan bir tiyatroya dair geleneksel beklentileri bir kenara bırakıp benzersiz ve son derece yetenekli bir ekibin izleyiciyi şaşırtmasına, eğlendirmesine ve müthiş etkilemesine sebep olan bu ayrıksı ‘Hamlet’ için söyleyebileceğim bugüne dek hiç böyle bir şey görmemiş olduğum!

