Haydar Bayak
Ansambl oyunculuğuyla Altın Ejderha, posdramatik tiyatronun iyi bir örneği olarak seyircisini bekliyor.
Altın Ejderha, Bornova Belediyesi Şehir Tiyatrosu’nun 2025-26 sezonundaki yeni oyunu. Kendi sahnelerinde sergiledikleri oyun, Almanya’nın en başarılı genç kuşak tiyatro yazarlarından biri sayılan Roland Schimmelpfennig tarafından yazılmış. BBŞT’deki rejisini Ozan Gökmen’nin yaptığı oyun, Sibel Aslan Yeşilay çevrisiyle bize ulaşıyor. Dramaturg Selda Uzunkaya, kostüm tasarım Duygu Mutlu, müzik Gökay Kaçanoğlu, hareket düzeni Jülide Derya Güngör, ışık Engin Doğan, Ercan Gülmez tarafından ele alınmış.

Kız kardeşini aramaya gelen bir asyalının (Ufaklık), diş ağrısıdan dolayı hastahaneye gidememesiyle çektiği acılar ve lokantanın üst katlarında yaşayanların hikayesi, bildiğimiz ağustos böceği karınca hikayesiyle paralel olarak işleniyor Altın Ejderha’da. Ağustos Böceği’nin kış geldiğinde hayata tutunma çabasıyla, kardeşini arayan Asyalı’nın hayata tutunma çabası trajik bir şekilde son bulurken, diğer katlarda yaşayanların durumları, hayatlarındaki zorluklar arka plan olarak bize gösteriliyor. Böylece oyun, sistemin ölümcül tarafını yaşamının hiçbir değeri olmayan insanlarla, dünyadan ve sorunlardan bihaber olanları, kentin görmediğimiz acı yüzünü hayalimizde canlandırıldığı bir apartman kesitinde sergiliyor. Yemeğe düşen diş midemizi bulandırırken, sistemin öğüttüğü insanların hayatlarına kayıtsız kalıyor olmamız dikkat çekilebilecek en önemli unsur.
Ödenekli bir tiyatro BBŞT, bir şehir tiyatrosu yönetmeliğine sahip. İzmir’in Devlet Tiyatroları’ndan sonra en eski sürdürülebilir kurumsal yapısı olarak üretimlerine devam ediyor. 2013 yılında Tiyatro Müdürlüğü çatısına giren BBŞT, 2019-2024 yılları arasında Kültür Müdürlüğü’ne bağlanmış olsa da, şimdi tekrar Tiyatro Müdürlüğü çatısı altında faaliyet gösteriyor. Bünyesinden mezun öğrenciler “eve geri dönerek” hem sahneye çıkıyor hem eğitim vererek Bornova’da tiyatro sevgisini büyütüyorlar. BBŞT üzerine yapılan bir araştırmada BBŞT’nin belediyenin bir kültür hizmetinden çok bağımsız bir tiyatro olarak algılandığı; kursiyerlerinden personeline, sanatçılarına dostluk ilişkileri çok güçlü olduğu belirtilmiş. Haksız da sayılmaz, bu izleri oyunda da görüyoruz.

BBŞT’nin geçmiş oyunlarına baktığımızda Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım, Kafes, Saatleri Ayarlama Enstitüsü, 39 Basamak, Oynun Oyunu gibi yapımlar söz konusu. 1992 yılından beri varlığını sürdüren bir tiyatro, pandemi gibi zorlu koşulları hatta belediye başkanlarını atlatmayı başarabilmiş ve ayakta kalmaya devam ediyor. Belediye içinde değil tiyatro, bir şey yapmak çok güç. Yeni gelen başkan öncekinin yaptığı iyi bir uygulama olsa bile bazen rafa kaldırabiliyor. Burada Muhsin Ertuğrulu’un “Tiyatro her gün değişen hükümetlerin, midecilerle dolan partilerin üstünde bir kurumdur. Toplum ona ancak hürriyeti, özgür çalışması için ödenek verir”[i] sözlerini hatırlamakta fayda var. Bu kaygan zeminde sanat yapmak zor olsa da BBŞT bir kurum olarak bunu başarıyor diyebiliriz.
BBŞT büyük prodüksiyonlar, seyirciyi etkileyen yapımlar gibi bir oyun tercih etmemiş bu yıl. Yenilikçi, çağını yakalayan seyircinin alışık olmadığı bir yapımla sahnelerini dolduruyorlar.
Kurumsal tiyatrodan beklemiyoruz
Altın Ejderha, kurumsal bir tiyatro çizgisinin az biraz dışında duran bir eser. Oyun, özellikle 2000’den sonrası daha fazla dilimize dolanan dramatik sonrası metinler kategorisinde ele alınıyor. Anlamakta zorlandığımız, başka bir seyir disiplini isteyen, klasik yapıyı kıran, klasik yapının olgularını değiştirmek için elinden geleni yapan yeni bir metin. İnstagram akışında gibi hissettiğimiz bir oyun, DEHB’li bir zihinde oradan oraya sıçrayan düşünceler gibi ilerliyor. 2010 yılında yazılan Altın Ejderha, tekrarlar, şaşırtmacalarla dolu bir meddah hikayesi, masal, hatta bir çocuk oyunu özelliklerini kullanıyor.
İlker Şahin’in tasarımını üstlendiği dekor bir lokantanın mutfağı; uzam ve zamandan koparılmış, dünyanın herhangi bir yerinde geçebilecek evrensel bir hikâyeye dönüştürüyor sahneyi. Sadece mutfak ekipmanlarıyla oluşturulan sahne, sıkışık dipdibe çalışmanın sömürünün bir platformu oluyor; efektif kullanımıyla bazen başka mekanlara geçişin kapısı haline geliyor. Kimi zaman bir ev, kimi zaman restoranın iç mekânı, kimi zaman da köprüyeye dönüşüyor. Bu bağlamda dekor, içi seyircinin zihninde doldurulacak bir çerçeve olarak düşünülmüş. Çin-Tai-Vietnam lokantası, görmeyi umduğumuz kırmızı fenerlerin bulunmadığı, aksesuar olarak kültürel imlerden çok mekanik ve sadece bedensel emeğin üretildiği bir mekân duygusu yaratması için neredeyse boş ve renksiz bırakılmışa benzer. Tam burada aksesuar tasarımını üstlenen Öykü Karapirli’nin adını da anmalı. Yine de müzik, koku gibi yeni bir boyut yaratan ve mekânın gerçekliğini güçlendiren ögeleri de aramıyor değiliz.

Oyuncuların performansı bizi oyunun başından sonuna kadar sürüklemeyi başarıyor. Kadınların erkek, erkeklerin kadın oyuncularca canlandırılması ise ilginç olduğu kadar bu seçimi sorgulatan bir özellik olmuş. Bu, yazar Schimmelpfennig’in bir tercihi. Hikâye anlatıcılığındaki canlandırma özelliği ile bir yabancılaştırmaya ulaşılıyor, böylece karakterin anlık duygu durumuna yakından bakmıyor, onunla özdeşlik kurulmuyor. Böyle olunca da bireylerin içinde bulundukları koşullar, bedensel eylemleri ve yaşamsal çelişkiler daha şematik ve net bir şekilde sergilenmiş oluyor. Söylemek gerekir ki bu, farklı bir seyir zevki üretiyor. Bazı noktalarda çok mu tekrar edildi diye düşünüyorum, fakat metin bu şekilde bir müzikalite üretmiş oluyor. Bu da türün başka bir özelliği haline geliyor aslında.
Oyuncular Can Kurşunlu, Fahrettin Esen, Gizem Karasu, Jülide Kara, Yusuf Ulaş Palabıyık, biri dahi öne çıkmadan, oyunun ansambl mantığını koruyarak karakterlerini canlandırıyorlar. Kadınlar erkek, erkekler kadın olurken oyunculuklarının sınırlarını zorladıklarını düşünüyorum. Hiç bir şekilde bu dönüşümlerden mizah yaratılmıyor, sakilleşmiyor karakterler. Biz olayın gidişatındaki komiklik ve kara mizahtan etkileniyoruz.
Bütün bunları göz önüne aldığımızda, kurumsal bir tiyatrodan beklentimizin ötesinde bir yapımla karşı karşı karşıyayız. Yani kalabalık kadrolar, büyük prodüksiyonlar, klasik yaklaşımlar bu oyunda işlenmemiş. Büyük büyük oyunculuklar, star sistemi anlayışı yok. Katharsis üreten bir oyun değil Altın Ejderha. Yenilikçi, dünyada çağdaşını yakalayan, tiyatro seyircisini yeni tatlarla buluşturmak isteyen ödenekli bir tiyatrodan güzel bir seyirlik duruyor karşımızda. Biraz zorluyor seyirciyi, anlamak ve anlaşılmak için.
[i] Muhsin ERTUĞRUL; “Perde Açılıyor”, Türk Tiyatrosu, 1 Ekim 1965, s. 6-7.
