Söyleşi: Osman Nuri Orhan ile IV. Uluslararasi Borçka Tiyatro Festivali Üzerine

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Söyleşi: Artizan Kültür Sanat Komsiyonu

IV. Uluslararası Borçka Tiyatro Festivali: İyileşmek için tiyatro, Özgürleşmek için tiyatro, Yaşamak için tiyatro

Artizan Kültür ve Sanat Çevresi içerisinde, genç kuşak üyelerin yürüttüğü “21. Yüzyılda Festivaller: Festival Ekonomileri ve Türkiye’deki Güncel Festivaller” başlıklı çalışma kapsamında sahne sanatları alanında festival düzenleyen bazı bağımsız sanatçılar, vakıflar ve üniversite grupları ile dört soruluk mini söyleşiler düzenlendi. Bu söyleşilerden biri Osman Nuri Orhan ile  IV. Uluslararası Borçka Tiyatro Festivali üzerine gerçekleşti.

OSMAN NURİ ORHAN İLE IV. ULUSLARARASI BORÇKA TİYATRO FESTİVALİ ÜZERİNE

Düzenlediğiniz festivalin misyonunu nasıl açıklarsınız?

Borçka Tiyatro Festivali’nin misyonunu tanımlarken, öncelikle Borçka’nın coğrafi ve kültürel gerçekliğinden yola çıkmamız gerekiyor. Burası profesyonel bir tiyatro binası, bir kara kutu sahnesi veya büyük bir kültür merkezi olmayan bir ilçe. Ancak bizim en büyük iddiamız ve misyonumuz tam da bu yoksunluktan doğuyor: Biz Borçka’da “tiyatro binası” değil, kentin tamamını kapsayan bir “tiyatro iklimi” inşa ediyoruz. Misyonumuz; salonların steril ortamına sıkışmış sanatı sokağa, pazar yerine, köy meydanlarına, huzurevlerine ve yaylalara taşıyarak gündelik hayatın bir parçası kılmaktır.

Bu yıl dördüncüsünü düzenlediğimiz festivalimizde, 2024 ve 2025 yılları için ortaklaştırdığımız üç temel mottomuz var: “İyileşmek için tiyatro, Özgürleşmek için tiyatro, Yaşamak için tiyatro.” Bu mottolar bizim pusulamız. İyileşmek diyoruz; çünkü hem toplumsal travmalarımızı hem de kuşaklar arası kopukluğu sanatla onarmaya çalışıyoruz. Özgürleşmek diyoruz; çünkü sanatın mekânsal ve zihinsel sınırları aşması gerektiğine inanıyoruz. Yaşamak diyoruz; çünkü Filistin’den gelen dostlarımızın da gösterdiği gibi, tiyatro bazen hayatta kalmanın tek yoludur.

Dört yıldır aralıksız sürdürdüğümüz bu serüven, başından beri uluslararası bir vizyona sahipti. Henüz birinci yılımızda, Avrupa Birliği Sivil Düşün programı desteğiyle Borçka’dan 12 gencimizi Danimarka’ya, dünyaca ünlü The Commedia School’a gönderdik. O gençler orada fiziksel tiyatro eğitimi aldılar, vizyonları değişti ve bugün festivalin operasyonel yükünü sırtlayan ekibin parçası oldular. Dolayısıyla misyonumuz sadece oyun izletmek değil, yerelden evrensele uzanan kalıcı bir kültür köprüsü kurmaktır.

2025 senesinin temasını, içeriğini belirlerken neleri dikkate aldınız? Davet edeceğiniz oyunları ve toplulukları belirlerken sizin için hangi kriterler ön plandaydı?

2025 yılı için belirlediğimiz ana tema “Kültür Politikalarında Eşit Erişim ve Çocuğun Temsili” oldu. Bu temayı seçmemizin nedeni, kültür ve sanata erişimin bir lütuf değil, anayasal ve insani bir hak olduğuna olan inancımızdır. Özellikle çocukların, sadece “çocuk oyunu izleyicisi” değil, kültür politikalarının öznesi olmasını hedefledik. Ancak bütçe kısıtlılıkları ve ekonomik koşullar bizi seçimlerimizde çok stratejik davranmaya itti.

İçeriği belirlerken en önemli kriterimiz, “az kadroyla çok ve derinlikli söz söyleyebilen” nitelikli işleri Borçka’ya getirmekti. Kalabalık dekorlar ve dev kadrolar yerine; metni güçlü, oyunculuğu üst düzey, teknik olarak mobilize olabilen prodüksiyonlara yöneldik. Örneğin Strandom Arthouse’un tek kişilik müzikli oyunu “Apsolit”, Çankaya Sahne’nin aile içi dinamikleri sarsıcı bir dille anlatan “Oğul” oyunu, BGST Tiyatro’nun Ermeni yazar Zabel Yesayan’ın hayatını konu alan “Zabel”i ve Ara Sahne’nin göçmenlik meselesine eğilen “Kardeşlerimi Arıyorum” oyunu bu kriterlere göre seçildi.

Bu yılın en özel konuğu ise şüphesiz Filistin’den gelen Rasael Theatre (Al-Harah Theater) ekibiydi. “Yaşamak için Tiyatro” mottomuzun ete kemiğe bürünmüş hali oldular. Savaşın, yıkımın ve soykırımın gölgesinde sanat üretmeye devam eden bu ekip, “Limonun Beyaz Kısmı” adlı oyunlarıyla Borçka halkına, bir limonun kokusunda bile nasıl hayata tutunulabileceğini gösterdi. Onları davet etmekteki kriterimiz sadece sanatsal değil, aynı zamanda vicdani ve politik bir duruştu. Ayrıca Danimarka bağlantımızın devamı olarak Esra Tarhan ile gerçekleştirdiğimiz Commedia dell’Arte atölyesi de eğitici yönümüzü pekiştirdi.

Bu festival ile ulaşmak istediğiniz kitle kim? Festivali takip eden kitlenin içeriğe ve festivalin genel organizasyonuna tepkisini ve festivale olan ilgiyi nasıl değerlendirirsiniz?

Hedef kitlemiz, Borçka’nın ta kendisi. Ancak pozitif ayrımcılık yaptığımız üç grup var: Çocuklar, gençler ve kadınlar. Köyünde daha önce hiç tiyatro izlememiş bir teyzemizden, okul çıkışı meydanda kukla gösterisine denk gelen çocuğumuza kadar herkese ulaşmayı hedefliyoruz ve buna ulaştığımızı da gururla söylüyorum. Her yıl ortalama 7 bin izleyiciye ulaşıyoruz ki bu Borçka nüfusu oranlandığında muazzam bir rakam.

Ancak bu yıl, ulaşımımızın önü bürokratik engellerle kesilmeye çalışıldı. Son iki yıldır Kaymakamlık, tamamen keyfi bir tutumla, hiçbir hukuki gerekçe göstermeden okulların kapısını tiyatroya kapattı. Çocuk oyunlarını okullarda oynamamız yasaklandı. Hatta festivalimizin en önemli oyunlarından biri olan “Zabel”, Acarlar Meslek Yüksekokulu sahnesinde oynanacaktı ancak Kaymakamlık son dakika kararıyla salon tahsisini iptal etti.

Peki, halkın tepkisi ne oldu? İşte festivalin başarısı burada saklı. Biz oyunu iptal etmedik, meydan sahnesine taşıdık. Ekim ayının o meşhur Borçka ayazında, yaklaşık 700 kişi montlarıyla, battaniyeleriyle Borçka Meydanı’nı doldurdu ve “Zabel”i soluksuz izledi. Lorca’nın dediği gibi, “Onlar sahneleri kapatırsa, biz de mağaralarda oynarız” dedik ve halkımız bu direnişe sahip çıktı. Yasaklar, ilgiyi azaltmak yerine bir dayanışma ruhuna dönüştürdü. Festivali takip eden kitle artık sadece “izleyici” değil, festivalin “savunucusu” konumunda.

Festivali düzenlemek için gerekli ekonomik alt yapıyı nasıl sağlıyorsunuz? Bu alt yapıyı oluştururken herhangi bir zorlukla karşılaşıyor musunuz?

Türkiye’deki ekonomik kriz ve enflasyon ortamında, kısıtlı bütçeye sahip bir ilçe belediyesi olarak böyle uluslararası bir organizasyonu tek başımıza finanse etmemiz imkânsız. Bu yüzden biz bir “Dayanışma Ekonomisi” modeli geliştirdik. İlk yılımızda Avrupa Birliği Sivil Düşün ve çeşitli fonlardan yararlanarak bu yola çıkmıştık. O fonlar bize can suyu oldu.

Bugün ise en büyük gücümüz, kültür sanat dostu kardeş belediyelerimiz. Geçtiğimiz yıllarda Şişli Belediyesi’nin sunduğu katkılar çok kıymetliydi. Bu yıl ise Üsküdar Belediyesi ve Maltepe Belediyesi ile muazzam bir dayanışma örneği sergiledik. Sanatçıların ulaşımından konaklamasına, teknik ekipman desteğinden lojistiğe kadar birçok kalemi bu belediyelerimizin desteğiyle çözüyoruz. Bu, yerel yönetimler arası bir imece usulüdür. Elbette zorlanıyoruz; artan maliyetler, sanatçı kaşeleri ve teknik giderler belimizi büküyor ancak “Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş demektir” diyen bir vizyonla, imkansızı mümkün kılmaya çalışıyoruz. Borçka halkının evini sanatçılara açması, esnafımızın desteği ve gönüllü gençlerimizin emeği, parayla satın alamayacağımız en büyük ekonomik kaynağımızdır.

 

Paylaş.

Yanıtla