[Nihan Bayraktar’ın HabersoL‘da yayımlanan, Tunç Taşoğlu’nun Kemal Aydoğan ile gerçekleştirdiği söyleşinin bir kısmını okurlarımızla paylaşıyoruz.]
Moda Sahnesi’nin elektriğinin kesilmesinden 1 yıl sonra Kemal Aydoğan ve Tunç Tatoğlu, tiyatroda örgütlenme deneyimleri, ödenekler ve tiyatronun toplumdaki karşılıkları üzerine sohbet ettiler.
Geçtiğimiz yıl yapılan zamlarla fahiş meblağlara çıkan faturasını protesto amacıyla ödemeyen ve elektriği kesilen Moda Sahnesi’nin Sanat Yönetmeni Kemal Aydoğan ve NHKM’den Tunç Tatoğlu, Moda Sahnesi deneyiminden hareketle tiyatro, tiyatronun sorunları ve tiyatrocuların sorumlulukları üzerine sohbet ettiler. Kamusal tiyatro anlayışı ve bu çerçevede tiyatroda güncel konuların da konuşulduğu sohbeti okuyucularımızla paylaşıyoruz.
Tunç Tatoğlu: Bugün buraya gelirken “insan çabuk unutuyor” diye düşündüm. Tiyatroyla ilgili de her şey çok çabuk unutuluyor. Daha yeni Moda Sahnesi çok rastlanmayan bir protesto eylemi gerçekleştirdi, elektrik faturasını ödemedi. Bu da çok hatırlanmıyor sanki, 1 yıl oldu değil mi?
Kemal Aydoğan: Aynen öyle.
Patronsuz bir tiyatro
Tunç Tatoğlu: 2013’te herkesin kendi birikiminden koymasıyla, borçlanarak açıldınız. Ekip tiyatrosu gibi örneklere rastlanabiliyor ama bir mekân açma, işletme konularına gelince Moda Sahnesi’nin kuruluşu çok rastladığımız bir örnek değildi. Başlarken bir kamusal alan yaratma duygusuyla mı kurdunuz? Yoksa “tiyatro için iyi bir şey yapacağız” diye mi düşünmüştünüz? Hangi duygu daha güçlüydü, beraber miydi bunlar?
Kemal Aydoğan: Beraber denebilir. Mahalleye müdahale etme, mahallenin sanatına müdahale etme isteğimiz vardı. Öncelikle bu semtte bir tiyatro yaptığımız fikrinden hareket etmiştik. Buralıyız, buradayız. Bu kamusal alan içinde faaliyet gösteriyoruz ve hem toplumsal dertlere temas edecek oyunlar yapalım hem de sanatsal açıdan kendi bildiğimiz şekilde seyirciyle paylaşalım istedik. Ana akım sanatsal ifadelerden kopma isteği de vardı. Mesela perdesiz bir sahne demiştik ilk açarken. Tüm yalınlığıyla, çıplaklığıyla mekânı var etmiştik. Mekânı değişebilir bir mekân şeklinde tasarladık, 2-3 tip seyir yeri olacak şekilde değişebiliyordu. Bunların hepsi aynı zamanda yeni sahneleme ve yeni oyunlaştırma biçimleri de demekti. Bunları araştırmayı, bu tür imkânlardan faydalanmayı düşünüyorduk. Kolektif bir yapı olarak çıktık, patronsuzuz demiştik. Tüm bunlar kafamızda hem toplumsal hem politik hem de sanatsal birtakım fikirlerin olduğuna işaret ediyor.
Biz aslında seyircinin hemen kabul etmeyebileceği bir tiyatro salonu var ederek biraz risk de aldık. Ama seyirci sonra bunu kabul etti. Buradaki oyunları da benimsedi. Bu da bize şunu söyledi: seyirci de aslında kendi sınırlarını aşmak istiyor. O da orada kalmak istemiyor. Yani onu da bizimle yürütmeye gönüllü olursak o da aslında yeni bir seyirci olmak istiyor. Bunun öncüsü de tiyatro olmak zorunda, bunu seyirci tetikleyemez. Tiyatro der ki “bak şöyle bir sahneleme biçimi de var, şöyle bir sahneyi kullanma biçimi de var”, bu şekilde seyircinin zihni de hareketlenmeye başlar.
Devamı için tıklayınız.