[Vecdi Sayar’ın BirGün‘de yayımlanan yazısının bir kısmını okurlarımızla paylaşıyoruz.]
Yeni dönemin eşiğinde sanatın önemine inanan siyasetçilerle, toplumsal hedefler peşinde koşan sanatçıların el ele vererek sanatın ülke çapında yaygınlaşması için çaba göstermeleri gerekiyor.
Seçimlere bir hafta kala, bir kez daha siyaset ve sanat ilişkisi üzerinde durmakta yarar var. 14 Mayıs’ta Cumhurbaşkanlığının yanı sıra Meclis çoğunluğunu da alacağına inandığım ‘Millet İttifakı’ ve aday listelerinde yer verdikleri sanat emekçileri ile bu alana verdikleri önemi vurgulayan ‘Emek ve Özgürlük İttifakı’nın (geçen haftaki yazımda Barış Atay’ın adını anmayı unutmuşum, bu vesile ile sevgili Barış’a ve siyaset alanına sanatın sesini taşımak isteyen tüm adaylara başarılar diliyorum) sistemin yeniden yapılandırılması sürecinde sanat ve kültürü öncelikli alanlar arasında değerlendireceği inancıyla bu yazıyı yazıyorum. ‘Millet İttifakı’, aylar önce açıkladığı ilkeler çerçevesinde kalkınmanın anahtarı olarak bilimi işaret etti. Kuşkusuz doğru bir saptama bu. Ama yeterli değil kanımca. Yalnızca belirli bir kesimin kalkındığı, toplumun yüzde doksanının yoksulluk sınırı altında yaşamaya mahkûm edildiği günlerden toplumsal barışın sağlandığı eşitlikçi bir düzene geçmek istiyorsak, bu süreçte sanat alanlarını güçlü kılmak zorundayız. Bunun yolu da tutarlı bir sanat ve kültür politikasına sahip olmaktan geçiyor.
NEDEN SANAT?
Siyaset sanatı niçin önemsemeli, açıklamaya çalışayım. Toplumsal kalkınmayı maddiyat alanındaki güçlenme olarak gören kapitalist sistemde doğup büyüyen bireyler, geleceklerini elde ettikleri/edecekleri maddi güce bağlar. Bu sistemde, ‘her koyun kendi bacağından asılır’, ‘gemisini kurtaran kaptan’dır. Bu sistemde yetişen bireyin değerleri giderek yozlaşır, çürür. Komşularının yoksulluğu onu ilgilendirmez, maddi çıkarı için satmayacağı şey yoktur; dostlarını, ideallerini, hayallerini terk etmeye çoktan razıdır. Maddi imkânları ölçüsünde yaşam standartlarını geliştirmeye çalışır. Kimi aracının modelini, kimi telefonun modelini yenilemeyi hayatının amacı haline getirir. Böylesi hedefler doğrultusunda kurgulanan hayatları idame edebilmek için tavizler art arda gelir. Dürüstlük, doğruluk, vicdan gibi kavramlar geçerliğini yitirir. Kimi rüşvet vererek gemisini yürütmeye çalışır, kimi rüşvet alarak zenginliğine zenginlik katmayı hedefler…
Bu talancı sistemi değiştirmek istiyorsak, yargı sistemini düzgün çalıştırmak, cezalarla bireysel hırsları dizginlemeye çalışmak yetmez. Değişmesi gereken ‘insan’dır çünkü. Unuttukları geleneksel değerlerine sahip çıkan, barış idealine, eşitliğe, dayanışmaya inanan bireylerle kurulabilir bu yeni toplumsal düzen. Peki, nasıl yaratacağız bu yeni insanı ve değerlerini. Aslında yeni bir şey keşfetmek gerekmiyor. Toplumsal tarihimize dönüp bakarsak bu değerlerin çoğunun bir zamanlar geçerli olduğunu, ama zaman içinde tüketildiğini görebiliriz. Tabii, eşitlik kavramı için bunu söylemek zor. ‘Kul’lardan oluşan bir toplumsal yapıda eşitlikten söz edilemez çünkü.
‘Değiştiririz sistemi; yeni kurallar, kurumlar getiririz’ diyebilirsiniz. Ama yapının yukardan aşağıya talimatla değişmesi, kulları ‘birey’ yapmaya yetmez. Demokratik bir cumhuriyeti hedefliyorsak, yurttaşlık bilincine ve ahlakına sahip bireylere ihtiyacımız var. Bir ülkenin kalkınması, o toplumu oluşturan bireylerde demokrasi bilincinin yerleşmesi ile sağlanabilir. Bu da, toplumun kültürel gelişmesinin yaratacağı zihinsel değişime bağlıdır. Ve ancak özgür bir sanat ortamı ve özgün sanat yapıtlarının katkısı ile hayata geçirebiliriz bu zihinsel değişimi. Kısacası, uygar insanın niteliklerine sahip bireylerle değişir düzen. Yeniden inşa sürecine giren bir toplumsal yapıda insanlarımıza bir zamanlar sahip oldukları hasletlerin, değerlerin hatırlatılması, yeni kuşaklara bu değerlerin benimsetilmesi gerekiyor.
Peki, nasıl yapacağız? Akla hitap etmek yetmez; duygulara da hitap etmemiz gerekiyor. Eğitim sürecinin eksik yanlarını tamamlayacak, duygularımızı ve bilincimizi geliştirerek, olağan gördüğümüz şeylere başka bir gözle bakmamızı sağlayacak sanata ihtiyacımız var… İnsanlığımızı hatırlatacak, bireysel hırsın zavallılığını, toplumsal dayanışmanın gücünü gösterecek, bireyin ufkunu açacak sanata… Dünyada olup bitenleri, tarihten alınacak dersleri, yeni düşünceleri insanlara sunarak onların duygu ve düşünce dünyasını geliştirecek sanata… Farklı kültürlerin bir arada yaşamasının getirdiği zenginliği, kadın-erkek eşitliğinin erdemini, cehaletin, ırkçılığın, şovenizmin zararlarını gösteren sanata… Elbette, propagandist bir sanat anlayışından söz etmiyorum. Resmi ideolojiyi dayatan ‘ısmarlama’ işlerle hiçbir yere gidilemez. İnsanları düşünmeye, tartışmaya, araştırmaya yönlendirecek bir sanattan yarar umulabilir ancak. Salt bilimle, teknikle yoğrulmuş beyinlerle teknolojik ilerleme sağlanabilir belki, ama bunun teknolojik bir diktatörlüğe zemin hazırlaması önlenemez.
Devamı için tıklayınız.