Devrim Günlerinin Sonuna Doğru

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Devrim gibi bir şey olacağına dair ilk izlenimimi 31 Mayıs Cuma akşamı Tünel’de edindim.

O akşam Beyoğlu’nda Babil denen bir kültür kuruluşunda on parmağında on marifet olan değerli dostum Mehmet Tekirdağ’ın “Kedi Yazısı” adlı sergisinin kapanışına gidecektim. Kedi figürleriyle alfabenin tüm harflerini yapmıştı. Oradan da Taksim’e geçerim diye düşünüyordum. Polis’in gazlı saldırılarının haberleri geliyordu.

Kadıköy vapurundaki insanlar üçerli beşerli küçük gruplar halinde, her zamankinden daha az konuşuyorlar. Birbirlerine daha yakın duruyorlar. Bana mı öyle geliyor yoksa gerçekten mi böyle diye düşündüm. Eh bugün Cuma, oralara eğlenmeye gider İstanbullular. Polis’in saldırıları da sürdüğünden bir tedirginlik olabilir diye açıklamaya çalışıyordum.

Tünel. Binenlerin büyük bir bölümü Kadıköy vapurundan inenlerdi. Hıncahınç dolmuştu vagon ve hareket etmesi bekleniyordu. Birden bire genç bir kız, 16-17 yaşlarındaydı sanırsam, “gaza karşı limon var, isteyene verebilirim” dedi. Herkeste bir şok ve sessizlik. Bu şoku ve sessizliği görünce, bütün naifliğiyle limon sunan kızcağız da şoka girdi “Ben sizin de Taksim’e desteğe gideceğinizi sanmıştım. Kusura bakmayın, bir yanlışlık yaptım” gibilerinden etrafına bakınmaya başladı. Bütün bunlar birkaç saniye sürdü. Sonra başka bir genç çocuk, “Limon gaza karşı bir işe yaramıyormuş” dedi neşeyle. Birden bire, onlarca yıldır susmaya alışmış, duygu ve düşüncelerini gizlemeyi öğrenmiş insanların gerili sinirleri boşladı gülüşmeler ve polis saldırıları üzerine konuşmalar başladı. Meğer bütün vapur ve tüneldeki insanlar Taksim’e dayanışmaya gidiyorlarmış. Ama yanındakinden bile gizleyerek ve korkarak. Devrim çocuk yaşta bir kızın safça ve biraz da cehaletin verdiği cesaretle söylenmiş sözlerinin aracılığıyla yavaş yavaş başını kaldırıyordu.

Bu gözlemden el alarak, ertesi gün, Taksim’e gitmeden önce, saat 15.19’da bitirdiğim yazıma, “Aslında biraz uzunca bir demokratik birikim ve hazırlık yapılmış olsa bir demokratik devrime bile yol açabilecek saatlerde yaşıyoruz. Ama Demokratik bir Devrim olmayacak, olamaz. Çünkü bu birikimi ve hazırlığı yok.” diye başlayacak cesareti bulmuştum.

Yazıyı bitirip yolladım ve Taksim’e yola çıktım. Kadıköy vapur iskelesinde inenler ve binenler birbirlerini alkışlıyorlardı. Kabataş’ta finükiler çalışmıyordu. Ara sokaklardan yürüyerek çıktım Taksim’e. Sadece Taksim değil, Beşiktaş’tan Karaköy’e bütün sokaklar da hınca hınç insan doluydu. İnanılır gibi değildi. Her halde bir milyona yakın insan vardı. Hepsi üçeri, beşerli gruplar halinde, rahat, şehirli, yaşları otuzun altında genç insanlar. Neredeyse yarı yarıya kadın. Birkaçının beni gördüklerinde kendi aralarında “aaa yaşlılar da varmış” diye konuştuklarını duydum.

Acaba sloganları ne diye bakıyorum. Genellikle hiç anlamsız “uuu” diye bir ses çıkarıyorlar. Bir de alkış var. Aydınlıkçı ve ulusalcıların kendi sloganlarını atma çabaları genellikle yankısız kalıyor. Taksim’de bir araba devrilmiş. Üzerine “Koydukmu” diye yazılmış. “Mu”su ayrı değil. Normal olarak seksist kabul edilip tepki gösterilebilecek bu slogan hiç tepki çekmiyor. Hatta genç kızlar gelip yanında fotoğraf çektiriyorlar. Sanırım bu hareketi en güzel yansıtan, onun özünü veren bu. Resim çektirenlerin resmini çekiyorum. Bu devrim küfürle başlayan bir devrim. Teorik ve politik bir birikimin ve hazırlığın yokluğu öfkenin küfür, sevincin “uuu”, dayanışmanın alkış biçiminde ortaya çıktığı bir devrim bu. Ağır bir hastalıktan başka türlü çıkılmaz. Yürümeyi yeniden öğrenecek. Küfürlere dayanarak ayağa kalkacak. Sonradan bir arkadaş anlatıyor. Küfrün kadar güzel olduğunu, bu kadar yakıştığını bilmezdim diyormuş feminist kız arkadaşı.

Hava aynen, 1968’de Edebiyat fakültesini faşistlerin elinden aldığımız gündeki gibi.

Ölmeden önce devrim havasını bir kez daha solumak da varmış. Arkadaşlarla hep bir devrim göremeden gideceğiz diye konuşurduk. O hiç beklemediğimiz anda karşımıza çıktı. Çok uzun yıllar geçmiş olmasına, çok değişmiş olmasına rağmen onu tanıdım.

Başka 68’liler de tanımış. Ta Almanya, Fransa’dan atlayıp gelmişler.

Ama tanıyamayanlar da var. Unutmuşlar. Hafızalarını yitirmişler. (…)

Demir Küçükaydın

Paylaş.

Yanıtla