Marat – Sade: Yalnızlıklar, Zıtlıklar

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Dikmen Gürün

Peter Weiss’ın yapıtı Marat – Sade İBB Şehir Tiyatroları’nda Ragıp Yavuz’un yorumuyla sahneleniyor.

“Jean Paul Marat’nın Takibi ve Öldürülüşünün Charanton Akıl Hastanesi Oyuncuları Tarafından Marquis De Sade Yönetiminde Temsili” adlı oyun İBB Şehir Tiyatroları’nda Ragıp Yavuz’un yorumuyla oynanıyor. Peter Weiss’ın 1962’de yazmış olduğu “Marat – Sade” 1964 yılında çeşitli dillere çevrildi ve dünyanın belli başlı sahnelerinde seyirciyle buluştu.

Türkiye’de de ilk kez 1968’de, İstanbul’da yeni kurulmuş genç bir topluluk olan LCC tarafından sahnelendi. LCC Tiyatro, Nişantaşı’nda, günümüzün popüler Abdi İpekçi Caddesi’nde, tiyatroya meraklı bir işadamı tarafından açılmış bir eğitim kurumu ve 250 kişilik, donanımlı (döner sahneli) bir tiyatroydu. Ne yazık ki eğitim ve sanatsal üretimi birlikte götüremediği için çok uzun ömürlü olamadı. Yine de, bugün genç tiyatrocuların ve öğrencilerin Muhsin Ertuğrul, Ayla ve Beklan Algan, Yıldız Kenter, Melih Cevdet Anday, Nureddin Sevin, Haldun Taner, Halil Bedii Yönetken, Horst Coblenzer, Klaus Boltze gibi sanatçılardan oluşan kadrosu ve onların araştırmacı çalışma yöntemleriyle döneminin dikkat çeken tiyatrolarından biri olan LCC’yi incelemeleri yararlı bir çalışma olacaktır kuşkusuz.

KESKİN BİR DİL

Oyun içinde oyun mantığı üstüne kurgulanmış olan “Marat – Sade”da birbirinin içine geçen ve birbiriyle kesişen güçlü kareler film şeridi gibi akar. Peter Brook’un, oyunun önsözünde belirttiği gibi, Brecht’in”yabancılaştırma” kuramının işaretlerini taşır Peter Weiss’ın yapıtı. Aynı zamanda, Shakespeare’in şiddete tutkulu oyunlarını da çağrıştırır. Ama, sonuçta, yine Brook’un deyişiyle, ne Brechtiyen bir oyundur ne de salt Shakespeare etkisindedir. Bütüncül tiyatronun izlerini taşır. Elizabeth döneminden Brecht’e, Artaud’ya, Genet’ye kadar uzanır ve içerik olarak da günümüze güçlü göndermeleri olan bir yapıttır. Oyunun bütününü oluşturan parçalar yazarın hareket noktasını belirlerken seyircinin bu akışı özümsemesini sağlar. Bu nedenle de karmaşa içinde yalınlıktır öne çıkması gereken ki “Marat – Sade”ın keskin ve güçlü dili yakalanabilsin.

Oyun, Charenton Akıl Hastanesi’nde Marquis de Sade ile Jean Paul Marat’nın hayali buluşması üstüne odaklanır. Peter Weiss, J.L. Caspers’in 1822’de yayımladığı “Fransız Tıbbının Özellikleri” adlı eserinde belirttiği hususların altını çizer oyunda. Charenton, Weiss’ın deyişiyle, deli olsalar da olmasalar da yönetici sınıf tarafından toplum içinde yaşamaları zararlı görülen kişilerin kapatıldıkları bir yerdir. Açık olarak yargılanmaları yöneticilerin işine gelmeyen suçlular ve özellikle ağır siyasi suçlarından ötürü tutuklananlar yatar burada. Oyunu çarpıcı ve sorgulayıcı kılan da bu siyasi baskıdır.

“Marat – Sade” başlarken, Charenton’un yöneticisi olan Coulmier, hastaların, “insan haklarına saygılı” bir kurum olarak uygulanan sanat yoluyla tedavi yönteminin bir uzantısı olarak Marquis de Sade’ın yazdığı oyunda Marat’nın kendisini Jean d’Arc’la özdeşleştiren Charlotte Corday tarafından öldürülüşünün anlatılacağını açıklar. Seyirciler; sindirilmiş hastalar, hastabakıcılar ve yöneticilerdir. Zaman zaman radikal bir sosyalist olan rahip Jaques Roux ve Girondist ve cinsel sorunları olan Duperret oyunu keserler… Haberci bir anlatıcıdır. Dört şarkıcı hareketli, canlı bir koro olarak sahnede yaşananlara eğlenceli ve iğneleyici yorumlarını getirirler..

FARKLI ÜSLUPLAR VE YORUM

“Marat – Sade” düşünsel ve de biçimsel anlamda ayrışmaların, buluşmaların yaşandığı bir bütündür. Farklı üsluplar iç içe geçerken Marat ve Sade’ın ölüm-yaşam-tanrı-halk-özgürlükler üstüne konuşmaları önemli çelişkilerin yansımasıdır. Zaten Peter Weiss da “Sade’la Marat’yı bir araya getirmekteki başlıca amacım, en uç noktasına varan bireycilikle siyasi ve toplumcu bir ayaklanma, karışıklık arasındaki zıtlığı göstermektir” der.

Ragıp Savaş’ın yorumunda Barış Dinçel’in sahne tasarımı baskın bir resim oluşturuyor. Kalabalık bir dekor ve kalabalık bir oyuncu kadrosu buluşunca yönetmenin oyun broşüründe sözünü ettiği “atomlaşma, yalnızlık, bunaltı, şiddet, öfke” gibi duygular, iniş çıkışlar kanımca resim içinde adeta kayboluyor. Tabii ki bütünde yer yer, hoş renkler yakalanıyor.

Cucurucucu (Murat Coşkuner), Coquette (Yeşim Koçak), Polpoch (Ozan Gözel) Rossignol (Aslıhan Kandemir), Duperret (Cengiz Tangör), Jacques Roux (Ali Mert Yavuzcan), Charlotte Corday (Özge Özder), kimi zaman çok abartılı olmasına karşın Haberci (Çağlar Çorumlu) bu önemli renklerden bazıları. Dişli bir oyun “Marat – Sade”.

Bu açıdan bakıldığında, oyunun katmanlarının ve bu katmanlar arasında gidip gelmelerin yeterince işlenmediğini ve dolayısıyla da seyirciye yansımadığını söylemek sanırım yanlış olmaz. Sade ile Marat arasındaki, yani insanın kendi ihtilali ile toplumsal ihtilalin tartışılması üzerine odaklanmış olan ve tartışmayı besleyen parametreler oyunun dinamiğini oluşturamıyor.

Bu durumun bir uzantısı olarak Marat’nın (Yıldırım Fikret Urağ) salt devrimci kişiliğinden değil onu sürekli bir küvet içinde oturmaya mahkûm eden cilt hastalığından da kaynaklanan içsel öfkesinin hemen hiç kullanılmadığı görülüyor. Bu arada Sade’ın (Murat Garibağaoğlu) özgür düşünceye sonuna kadar prim veren keskin renkleri daha da öne çıkartılamaz mıydı diye düşünüyorum. Böylelikle, bu iki uç arasındaki “oyun” sanki daha vurucu olabilir ve karşıtlıklar ve çelişkiler ilişkisine çok daha zengin anlamlar katılabilirdi.

11.01.2010 tarihli Cumhuriyet’ten alınmıştır.

 

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Dikmen Gürün

Yanıtla