Ne Çok İsterdim Ucube Olmayı

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Nedim Saban

Ne talihsizliktir ki, Kars’ta ucube diye gündeme gelen heykel, aslında Ermenistan’daki soykırım anıtına bir yanıt niteliği taşırmış.

Ne talihsizliktir ki, başbakana bu konuda ‘konuşma özgürlüğü’ tanınmasını savunanlar, yani memlekette demokrasi olması gerektiğini söyleyenler, bu memlekette son yıllarda sade, orta şekerli ve acı pek çok vatandaşın ‘konuştuğundan’ dolayı başının yandığını unutmuş.

Ne talihsizliktir ki, şu dönemde, “bir heykel çirkin olamaz mı” tartışmasının sadece estetik kaygılardan kaynaklanabilmesinin inandırıcılığı olabilirmiş gibi, bu kez de heykeltıraşçılık oynanıyor. Heykel hakkında herkes tıraş edebilir tabii; ama önce insan neyi, niçin beğenip beğenmediğini söyleyecek kadar analitik bir düşünce yapısına sahip bir duruş sergiler; tiyatro, sinema, müze gezen, resim sergisi açılışında en azından resmedilen bir profile sahip olur.

Eylül ayında, Füsun Akatlı’nın anıldığı bir toplantıda, eleştiri konusunu konuşurken; Pınar Kür, tiyatro konusunda eleştiriden sakındığını anlatmıştı. “Bu memlekette tiyatro sanatı o kadar zor ayakta duruyor ki, bir de ben eleştirmeyeyim diye çekildim!”

Bu mantıkla, sadece popüler kültürün yazılması, çizilmesi, eleştirilmesi gerekir. Bu da güzel sanatların, operanın, klasik müziğin yaygınlaşmasını önler. Ben, sanatın, sanatçının kötü de olsa eleştirilmesinin, sanata katkı sağlayacağını düşünüyorum.

Kaldı ki, geçtiğimiz yıllara kadar, eleştirmen niteliği taşımayan köşe yazarlarının her konuda fikir üretmesini eleştirenler, internet ve sosyal medyanın yaygınlaşmasıyla, en sıradan insanların bile görüş bildirebilmesi konusunu nasıl önleyecek?

Yönetmeni olduğum Tiyatrokare’de bir oyun turneye gidiyor, henüz oyun raporu gelmeden, twitter’dan seyirci eleştirileri geliyor. Bir yapıtı eleştirmek, kuşkusuz “beğendim”, “beğenmedim”, “sıkıldım”, “bana hitap etmedi” tümcelerinin önüne geçebilmeli.

Şimdi, bir ülkede demokrasi varsa, bir ülkenin başbakanı bir heykele ucube diyebilir pek tabii, ama gerekçelerini de sıralar.

Kenan Evren, darbeciydi marbeciydi, Picasso’nun tablosuna laf soktuktan sonra, “bunu ben de yaparım” dedi, bir iki yıl sonra da, delikanlılık yapıp Picasso’culuk oynadı, Aksanat’ta sergi açtı vallahi. Resme kuş kondurdu. Kuş, böcek, sinek resimleriyle koskoca kültür merkezi açılışı yaptı.

Gönül, Ertuğrul Günay’ın, başbakana “heykele ucube demedi” gibi bir savunma hazırlaması yerine, “İnsanlık Anıtı’nın yaratıcısı Mehmet Aksoy, Tankut Öktem’e göre ucube ya da Paris’te M. Pei’nin diktiği Louvre Piramidi kadar şeytansı” demesini isterdi.

Ama bu sefer yetmez ama evetçileri öpen bir portre çizilmedi, seçim öncesi tabanı kuvvetlendirecek yetercilere yaranmak, heykeli diktiren eski belediye başkanını yerin dibine batırmak yetti.

Ermenistan’daki soykırıma sanatla yanıt vereceğimize küfürle yanıt verdik…

Oysa dünü bugün yaşamak mümkün değil.

Bunun için sanata, sanatçıya gereksinimimiz var.

İki haftadır ‘Muhteşem Yüzyıl’ diye kıyamet kopuyor. Alışmışlar, koca koca tarihi kahramanlarını kuru kuru kalıplara sıkıştırmaya, iyisiyle kötüsüyle, dünü bugün öyküleyen bir şey çıktığı zaman “istemezük” yapıyorlar.

İstemezsin ama ilerici de olsan, gerici de olsan, zamanı geri saramayacağına göre, düne dünden değil, bugünden bakabilmekten başka şansın yok. Bunu da memleketinin sanatçıları yapabilir ancak! Sanatçılarını beğenmiyorsan, daha iyi bir memleket yarat, daha iyi sanatçılar çıksın! Yarattığın korku imparatorluğundan bu kadarı çıkıyor demek ki…

François Mitterand, 1989’ta tarihi Louvre Müzesi’nin girişine modern cam piramidi diktirdiği zaman, Fransız halkı da sert tepkiler göstermiş; söz konusu piramit Paris kentinin tarihsel dokusu içinde ancak Danıştay kararıyla var olmaya devam edebilmişti…

Dan Brown, işi piramitteki 666 camın şeytanı simgelediğine kadar götürmüştü.

Dillerinden, kentlerinin tarihi dokusuna, tiyatro sanatlarından sinemalarındaki Amerika tekeline kadar her konuda duyarlı olan Fransızların kültürleri konusundaki reflekslerini anlamak mümkün, ancak Taksim’imizin ortası metruk halde duran Atatürk Kültür Merkezi ile sembolleşmiş, sağımız solumuz abuk sabuk alışveriş merkezleriyle sarmalanmış, Emek Sinemamız, Pera’mızın üzerinde rant çeteleri dolaşırken, Anadolu’nun tüm kentleri neredeyse birbirine benzetilen bir inşaat mantığıyla yıkılırken, Kars’ta, bir türbeyi gölgeleyen ve kentin tarihi yapısını gölgelediği söylenen bir heykelin hakikaten medeniyet ölçülerinde eleştirildiğine kim inanır?

Bir tek Sinan Çetin inanmış!

Herhalde, heykel Kars’tan sökülüp Cihangir’e gelecek, onun sahip olduğu alanlarda, yürüyüş mesafesi kısalacak diye korkmuş olmalı!

Bazı adamlar her dönem adamlarıdır, heykelleri nereye dikerseniz dikin, onlar ne yapar eder, atlar zıplar, yürüyecek bir mesafe bulurlar muhakkak.

Yine de var olduklarını sanırlar…

Şimdi, sorarım size…

Böyle var olan bir taş yürekli mi olmak istersiniz, Mehmet Aksoy’un yarattığı bir taş mı?

Ben herkesin saydığı ama her devrin adamı olmaktansa, ‘ucube’ olmayı seçerim.

Birgün

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Nedim Saban

Yanıtla