Günlük Müstehcen Sırlar

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Gülin Dede Tekin

Şili’de bir kız okulunun yakınındaki çocuk parkında denk gelen iki teşhirci… Böyle başlıyor “Günlük Müstehcen Sırlar”. İki teşhircinin birbirini iteklemesi, sorgulaması, hâkimiyet kurmaya, anlamaya çalışması, egolarını bastırması, egolarını pazarlaması ile başlıyor. İlk dikkati çeken, karakter farklılıklarının altının fazlasıyla çizilmesi oluyor. Zaten hemen sonrasında da anlıyorsunuz neden bu kadar keskin olduğunu farkların. Teşhircilerden! Birisi Freud, birisi de Marx olduğunu ilan ediyor. Birbirleri üzerinde hakimiyet kurmaya çalışıyor. Marx fazla çekingen, Freud biraz fazla yırtık belki ama diyalogların yakalayabildiğiniz kadarı oldukça keyif veriyor.

Marco Antonio De La Parla tarafından kaleme alınmış olan oyun, metin olarak oldukça değerli. Ama sahnede biraz eksik kalıyor sanki. Komedi görüntüsünün altındaki metni yakalamak biraz zorluyor oyun boyunca. Oyuncular hareketli, dekor kalabalık, ışık değişken… Olumsuzlaştırmak için söylemiyorum ama bir şeyleri yakalamaya başladığınızda başkalarını kaçırıyorsunuz oyun boyunca. Özellikle Marx ve Freud kimlikleri ortaya çıktıktan sonra… Ya da aslında oyunun tamamına baktığınızda dengesiz bir durum var, tek perde olmasına rağmen iki perde gibi, ilk bölüm yavaş ve yer yer sıkıcı, sonrası ise yetişilemeyecek kadar hızlı ve merak uyandırıcı.

Oyunun yönetmeni Yıldırım Fikret Urağ, oyunculuğundan farklı olarak yönetmenliği ile oldukça çarptı. Daha sade ve sakin bir oyun beklerken kendisinden (nedendir bilmiyorum), hareketten ve farklı denemelerden kaçınmamıştı. Genel olarak da yönetmen koltuğundan başarıyla kalkmıştı bence. Özelikle sahneyi kullanımının başarısı oyuna yansımıştı.

Oyunculardan Freud’un temsili Erkan Sever kendini rolünde kaybetmiş gibiydi. Fazla abartılı bir oyunculuğu olmakla beraber, bu metin için bunun gerektiğini düşündüğümden ben oldukça beğendim kendisini. Cengiz Tamgör de rolüne hakim ama Erkan Sever’in hareketli karakterinin yanında geri planda kalıyor izlenimi uyandırıyordu.

Benim için en önemli faktör olan dekor ise ilginçti. Taciser Sevinç tarafından tasarlanmış dekorda fikirler harika ama sonuç çok iyi değildi. Aslında biraz göreceli tabi söyleyeceklerim ama ortaya çıkan tasarımların tatsız olduğunu düşünüyorum. Dekorda yaratılan metaforik öğeler o kadar yerli yerindeyken, ortadaki havuz, çitler ya da büst gibi detaylarda keşke tasarım olarak daha iyi şeyler ortaya konabilseydi diye geçiyor içimden. Ama dediğim gibi bu teknik ya da fikirden ziyade görsellikle ilgili bir sitem.

Işıklar dekorla oldukça uyumluydu ve kendi sahnesini yaratıyordu. Yönetmen de dekordan ziyade ışıkla çok daha ilgilenmiş izlenimi uyandırdı bende. Müzikler ise hâlihazırda Şili’de geçen bir oyun için olmazsa olmaz parçalardı. Daha alternatif şeyler kullanılabilirdi belki ama gene de Şehir Tiyatroları’nda oyun izlerken hasta siempre’yi, venceremos’u duymak tadından yenmez bir durum.

Oyuna konulan +16 yaş ibaresi ise kabul etmek istemediğim bir gerçek. Abartılı bir durum.

Bazı oyunları hatmedip gitmek, bazılarını da hiç bilmeden gitmek gerektiğini düşünürüm. Neye göre diye sormayın, tamamen şans gerektirdiğinden bazen oyun çıkışı pişmanlıklar yaşarım. Bu sefer de bilmeden gitmek istemiştim, iyi ki de öyle yapmışım. Çünkü oyunun sonunda sizi bekleyen küçük sürprizi bilseydim oyundan daha az keyif alacağım kaçınılmazdı bana göre.

Kısacası, oyunu ilk izlediğinizde oyunculara, dekora, ışığa, müziğe ve genel oyun hikâyesine konsantre olmaya çalışmaktan metnin çoğu kaçıyor. Tek seferde aklımda kalanlar bunlar ya, metne daha hakim olabileceğim ikinci bir kez daha izlersem oyunu belki de tüm fikirlerim değişecektir.  Mesela yazarın Marks’a ya da Freud’a çizdiği role(!) daha hâkim olabilseydim oyunculuklarla ilgili fikrim değişebilirdi gibi geliyor… Şimdilik bende eğlenceli ve dramaturjisi biraz daha çalışıldığında daha da keyifle izlenebilecek bir oyun etkisi bıraktı. Sizde nasıl etkiler bırakacağını öğrenmeyi ihmal etmeyiniz derim.

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Gülin Dede Tekin

1 Yorum

  1. Yorumunuza tamamen katılıyorum. Oyunu geçen Çarşamba akşamı Sadabad Sahnesinde izledim.
    Oyunculuk, dekor, ışık, efekt vs unsurları bakımından çok başarılı bulmama rağmen, metni itibariyle bende gerçekten eksik bir tat bıraktı. Oyun esnasında sahnede görev almayan ekip elemanlarının bir kısmını dekorun arkasından geçerken ya da kenarından bakarken görmek dikkatimi dağıtarak keyfimi kaçırdı. Oyunun ilk yarım saatinde ve en ön sırada otururken çıkma saygısısızlığında bulunup hem oyuncuların hem de izleyicilerin dikkatini dağıtan bir aileye yapacak yorum bile bulamadım. Broşürdeki 16+ ibaresi başlı başına ele alınması gereken bir konu kanımca. İlaveten Erkan Sever’in oyun boyunca her hareket edişinde muhtemelen bacakları görünmesin diye pardösüsünün önünü düzeltmeye çabalaması aklıma kendisine yöneltilmiş olabilecek yersiz ve gereksiz eleştirileri getirmiş olduğu için de içimi acıttı.

Yanıtla