Dikkat: Bu Oyun Kalıcı Sınıf Kinine Neden Olabilir!

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Barış Yıldırım

Biz acılarımızı anlatırken kimse bizi susturmaya kalkışmasın. “Mazlum edebiyatı” söylemlerinizi de alıp defolun.

Acılarımızı anımsayacağız, anacağız, anlatacağız. Kimse bize acısın diye değil; sokakların en sefil köpeği acısın bu acıları yaşarken yanımızda durmamış olana. Biz, intikamların en kıyıcısına, Devrim’e giderken düşmanımızın kimliğini ve kinini bir an olsun unutmamak, karşı kinimizin istifiyle menzile bir an daha evvel ulaşmak için anacağız acılarımızı; bazen bir meydanda sloganlarla, bazen bir mezar başında öfkeden titreye titreye ağlayarak, bazen bir tiyatro sahnesinde oyun oynayıp türküler söyleyerek.

Sanatı acılarımıza ve kavgamıza “alet” ederken bir an tereddüt etmiyoruz. Çünkü bizi sanat falan o kadar çok ilgilendirmiyor. Bizi “o kadar çok” ilgilendiren tek şey, Devrim. Dünyayı, üzerinde yaşayanlar için doğru, iyi ve güzel bir yer yapmak için gerekirse sanatı da harcarız. Devrimden sonra dans edecek miyiz etmeyecek miyiz diye bakkal hesapları yapmaya vaktimiz yok. Dansın âlâsını biz yaparız, orası ayrı; “salaş” bir “konsept” yaratacağım diye para döken köşebaşı kafelerin müdavimlerine kıskançlıktan tırnaklarını yedirecek sanat anıtlarını devrim yoluna santim santim dikeriz.

Çünkü yaşasaydı bu Nisan’ın ilk gününde 75’inci yaşına girecek olan adam, güneyin en yılmaz sine-gözü, yüreğini sürgün mezarlara saklamadan evvel, 1984 Newroz’unda demişti ki:

Hayatın her alanında iyi savaşçılar, başarılı savaşçılar olmak ve yetiştirmek zorundayız. Biz, sazımızı iyi, çok iyi çalmalıyız… Biz iyi, çok iyi türküler söylemeliyiz… Biz iyi, çok iyi resimler yapmalıyız… Biz iyi hikayeler, iyi şiirler, güçlü romanlar yazmalıyız… Kimi zaman sazımız silah, kimi zaman da silahımız saz olmalıdır. Biz iyi biliriz ki, en iyi türküleri, en doğru sözleri, yerinde kullanırsak bir kurşun gibi söyler.”

Belgelerle Eylül 1980

DTCF Tiyatro Bölümü’nden Cengiz Gültekin, okul içinden ve dışından oluşturduğu ekibiyle, kendi yazdığı İp oyununu sergiliyor. 12 Eylül faşizminde hapishanelerdeki direniş ve idamlar ekseninde oluşturulan İp, bir belgesel tiyatro örneği: Metnin (bağlantı replikleri vb. bir yana bırakılırsa neredeyse) bütünü, basın kayıtları ve dönemi yaşayan insanların mektupları, yazıları, röportajları, anlatımları gibi belgesel unsurlardan oluşuyor.

İlk örneğini Peter Weiss’ın (Nazi’lerin Auschwitz’te işlediği suçları soruşturmak için 1963-65 arasında görülen davanın tutanakları dışında tek bir söz kullanmadan hazırladığı ve 19 Ekim 1965 günü Doğu ve Batı Almanya’nın on üç tiyatrosunun yanı sıra Londra Kraliyet Shakespeare Kumpanyası’nda aynı gün perde açan) Soruşturma oyununun oluşturduğu belgesel tiyatro biçimi ülkemizde de zaman zaman deneylendi. Genco Erkal’ın uzun süre sahnede kalan Sivas 93’ü bu denemelerden en çok tartışılanlardan biriydi.*

Yine de emek-yoğun bir araştırma süreci gerektiren bu tarza ülkemizde, en çok ihtiyaç duyulan coğrafyalardan birinde, yeterince başvurulmadığını söyleyebiliriz. Bu yüzden Cengiz Gültekin’in okuldaki eğitim süreci dahilinde bir reji projesi olarak hazırladığı bu mütevazı oyun özel bir ilgiyi hak ediyor.

Birbirinden ayrı platformlarda oturan ve repliklerini bir okuma tiyatrosu edasıyla -ama ezberden- “okuyan” oyuncuların arkasında bir projeksiyon perdesi var. Kiminde 12 Eylül görüntüleri, kiminde darbeci faşist generallerin konuşmaları, kiminde işkenceleri yaşayanların anlatımlarının yansıtıldığı perdeye düşen oyuncu gölgelerinden biri adeta sahneyle projeksiyon arasındaki organik bağı oluşturuyor. Gölge, zulmü “izliyor.” Hoparlörden duyulan ses kimi zaman bir radyo tiyatrosunu çağrıştırmakta. Bu teatral unsurlara ek olarak, sahne kenarındaki bir müzik grubu 80-2000 arasında mücadele edenlerin çok aşina olduğu şarkılarla gösterimi epizotlara ayırıyor.

Oyunun en önemli sorunlarından biri de burada ortaya çıkıyor: Farklı teatral araçların onları bir arada tutacak bir ‘altlık’, bir ‘örgütleyici ilke’ olmaksızın kullanılmaları. Dramatik yapı farklı araçları bir bütünde birleştirecek ilkelerden biri olabilirdi, ama belgesel tiyatroyu dramatik yapı etrafında örmek çok daha zor (ama bir o kadar da gerekli). Özgün olmayan müziğin epik yahut dramatik bir araç olarak değil bir tür geçiş efekti olarak kullanılması da bu sorunları katlıyor.

İp hem yalnızca teatral değil bir politik eylem olarak da değerlendirilirse hakkı verilebilir. Bir teatral eylem olarak “sazını silah gibi” kullanmakta ustalaşması gereken yerlere kısaca değindim. Ancak bir siyasi eylem olarak önemli bir şeyi başarıyor: Bize halkın cellatlarının işlediği suçları. 12 Eylül’ün ve ardıllarının faşist zulmünü bilenlerimiz ve yaşayanlarımız için bile dişlerimizi ve yumruklarımızı sıkarak izlediğimiz bir suç dökümü sunan bu ‘eylem’in en önemli zaferi bu.

Yas giysilerimizi, gözyaşlarımızı yığıp derlememizi söylüyordu Neruda, ta ki bir metal oluncaya dek; düşmana vuracağımız, düşmanı çiğneyeceğimiz, düşmanın suratına tüküreceğimiz bir metal. “Kin kapılarını kırıncaya dek” sınıf kinimizi düşmanın ensesinden bir an bile eksik etmeye mezun değiliz çünkü.

* Soruşturma, Sivas 93 ve belgesel tiyatro hakkında ayrıntılı bir tartışma Evrensel Kültür’ün Ağustos 2009 sayısında yürütülmüştü: “Belgeler gerçeği kuşatmaya yetmiyorsa? Frankfurt 63 ve Sivas 93” (BY).

Not: 15 Nisan 2012’de Evrensel Gazetesi’nde yayımlanan yazının Mimesis için web’de okumaya yönelik düzenlenmiş halidir.

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Barış Yıldırım

Yanıtla