Kamu Tiyatrolarını Ne Yapmalı?

Pinterest LinkedIn Tumblr +

[Atilla Yayla’nın Zaman Gazetesi’nde yayınlanan köşe yazısını paylaşıyoruz.]

Şehir ve Devlet Tiyatroları üzerinden yapılan tartışmalar, kimin ne derece devletçilik karşıtı olduğunu açığa vurmada turnusol kâğıdı işlevini gördü.

Bu sayede anladık ki, devletin bazı alanlarda toplumsal hayata müdahale etmesini istemeyen kimileri, başka bazı alanlarda bu tür müdahaleler olmasını talep etmekte. “Aydınları” özel misyonla yüklü homojen ve organik bir bütün olarak görmekte ve onlara “sıradan” insanlara külfet bindirecek ayrıcalıklı statüler ihsan edilmesini istemekte. Üzücü ama şaşırtıcı olmayan bir olgu bu; zira, özgürlük felsefesinde derinleşmemek, anlık olayların heyecanı içinde çıkmaz yollara sapmayı kolaylaştırıyor.

Tiyatrocuların (hepsinin değilse de ekserisinin) devletçi reflekslerine hiç şaşırmadım; zira, buna 2005 yılında yine Zaman gazetesi sayfalarında girdiğim bir tartışmada bizzat şahit olmuştum. O yılın yazında DT genel yönetmeninin görevinden alınıp yerine yine DT personelinden bir diğer tiyatrocunun atanması üzerine DT’nda adeta isyan çıktı. İsyancılar AKP’ye cumhuriyet, çağdaşlık vs. adına saldırdı. Ben de 4 Eylül 2005’te “Devlet Tiyatroları kapatılmalı mı?” başlıklı bir yazı kaleme alıp DT’nın kapatılması çağrısı yapınca, saldırılardan nasibimi aldım. Padişahlığı savunduğumu, çağdaşlığa karşı durduğumu, iki eşli sekiz çocuklu bir mürteci olduğumu ve hatta evde çizgili pijama giyip oturduğumu kapsayan çok “seviyeli” eleştirilerle karşılaştım. Şahsıma yönelik eleştirilere serbest ticaret karşıtlığı da eklenmişti. Muarızlarım genelde sanatı, özelde tiyatroyu “ticarete konu yapmamak”, “ticarileştirmek” gerektiğini büyük fakat çocukça bir özgüvenle ileri sürdü. Bunun üzerine 17 Eylül 2005’te yayımladığım ikinci yazıyla (“Devletin sanatı ve sanatçısı olmalı mı?”) gereken cevabı verdim. Ne var ki, bazılarının doğruları öğrenmesi çok zor, belki de imkânsız. Aradan geçen yedi yıl tiyatro camiasında fikir bakımından kayda değer yenilenmeye şahit olmamışa benziyor.

ŞT yönetmeliğinde yapılan değişiklik birçok bakımdan önceki durumdan daha iyiye gidiş. Tek kişiye bırakılmış olan repertuar seçimi yetkisi 7 kişiden -5’i kadrolu sanatçı 2’si belediyenin atadığı üye- müteşekkil bir heyete aktarılıyor. Heyetin kompozisyonu ve işverenin belediye olduğu göz önüne alındığında, bu, desteklenmesi gereken bir adım; zira, demokratik meşruiyeti ve çoğulcu katılımı güçlendirmekte. Ancak, hem menfaat kaygısı hem ideolojik önyargı memur tiyatrocuları şiddetle itiraza itiyor ve başka yerlerde çalışmakta olan yandaşları da onlara destek vermeye koşuyor. Kullandıkları ve -aralarında liberal olanların da bulunduğu- bazı yazarlarca desteklenen tezlerin çoğu ise ya yanlış ya da ilgisiz.

Sanata ve sanatçıya özgürlük argümanı bu olayı ancak kısmen ilgilendirir. İB şehirde faaliyet gösteren özel tiyatrolara bir müdahalede bulunsaydı, bu açıkça sanatta özgürlüğe aykırı olurdu. ŞT olayında başka faktörler var. En önemlisi, finansmanı sağlayanın tiyatrocuların kendisi değil, bir kamu kurumu olan belediye olması. Belediye de belediye başkanının değil vergi mükelleflerinin parasını kullanıyor. Bu durumda konu otomatikman tiyatrocuların halkın parasını kullanmasıyla ilgili bir soruna dönüşüyor. Paranın nasıl kullanılacağı kararına halkın (temsilcilerinin) katılması ve kamu parası harcayan her kuruluş için olduğu gibi harcamaların denetlenmesi gerekiyor. Tiyatrocular ve tiyatrolar niçin bundan muaf olsun? Böyle bir pozisyon ahlâken ve demokratik teori açısından nasıl meşrulaştırılabilir?

SERBEST PİYASA YOKSA ÖZGÜR SANAT DA YOK

Sadece memur tiyatrocular ve arkadaşları değil, liberal eğilimlere sahip olduğu bilinen kimi aydınlar da, ne yazık ki, tiyatrocuların savunulamaz pozisyonlarına destek verdi. Bu doğrultuda kullanılan argümanlardan biri, piyasa tiyatro ürününü yeterince üretmeyeceği için, devletin müdahale etmesi gerektiğiydi. Liberal eğilimli kişilere naçizane tavsiyem bu teze çok ihtiyatlı ve istisnai olarak başvurmaları, zira pek sağlam değil. Piyasanın yeterince üretmeyeceğini nereden biliyorsunuz? Otomobil üretimini devlet yapıyor olsaydı, devletçi kafalar otomobil üretiminin de aynı gerekçeyle piyasaya bırakılmamasını savunabilirdi. Sonra, “yeterince” nedir? Piyasa talebinden bağımsız olarak ne kadarın “yeterince” olduğuna karar verebilecek bir siyasi, bürokratik veya entelektüel otorite olabilir mi? Aslında merkezi ve mahalli otoritelerin bütün baltalamalarına rağmen, piyasalar, özel tiyatrolara yaşama imkânı sağlıyor. Özellikle İstanbul’da başarılı özel sahneler var ve çok da etkin şekilde işliyorlar. Hiç şüphe yok ki, devlet ve İstanbul Belediyesi kendine bağlı tiyatroları mütemadiyen sübvanse ederek sanat piyasasına ahlâk ve adalet dışı müdahalelerde bulunmasa, daha da gelişecekler.

Kamu tarafından finanse edilen tiyatroların pozitif dışsallık yarattığı ve bu yüzden buna devam edilmesi gerektiği tezi de yanlış. Bir defa bu olguyu klasik pozitif dışsallık tanımına sığdırmak biraz zorlama. İkincisi, olayın asıl adı, pozitif dışsallık yaratılması değil, birilerine sübvansiyon sağlanmasıdır. Her sübvansiyon uygulamasında pozitif ve negatif ayrımcılığa tabi tutulanlar olur. Kamu tiyatroları olayında kadrolu (memur) sanatçılar ve onların sanat zevk ve tercihleri ile gönüllü seyirciler pozitif, vergi mükellefleri ve tiyatrolarda yansıtılanlardan farklı zevk ve tercihlere sahip olanlar negatif ayrımcılığa tabi tutulmaktadır. Tiyatronun şu veya bu eserinin birileri açısından başkalarının tercihi olan eserlerden üstün görülmesi ise sadece üstün görenleri bağlar. Buna dayanarak kamusal finansman meşrulaştırılamaz. Anayasanın devlete sanatı ve sanatçıyı koruma görevini vermiş olması da sanatçıların maaşlı memurlara dönüştürülmesine gerekçe yapılamaz. Çünkü, ilk olarak, sanatçılar memur sanatçılardan ibaret değil, sanatçıyı korumak onu memurlaştırmak demekse, halihazırda kadrolu olanları imtiyazlı kılmak yerine tüm sanatçıları memurlaştırmak gerekir. İkincisi, onu memurlaştırmak gerçek sanatçının özgünlük, özgürlük ve yaratıcılığına darbe indirmek anlamına gelir.

Türkiye, başka birçok alanda (meselâ eğitimde) olduğu gibi sanatta da en kötü modeli benimsemiş durumda. Bununla yoluna devam edemez, etmemeli. Sanat-devlet ayrılığı din-devlet ayrılığı kadar önemli ve gerekli. En iyi yol, sanatın tamamen topluma (piyasa ekonomisine ve üçüncü sektöre) bırakılması. Böylece, sanatçılara memur zihniyetinden kurtulma, sanatsal ve ticari girişim kapasitelerini sivil toplum içinde kullanma ve geliştirme imkânı sağlanmış olur. İkinci en iyi ise, sanatçıların yine memurluktan azat ve topluma iade edilmesine ilaveten sivil toplum içindeki gönüllü ticari ve gayri ticari tiyatro yapma çabalarına, geniş bir toplumsal konsensüse dayanarak, proje bazlı, geçici ve kısmi kamusal destek sağlanması. Bence Türkiye bu iki yoldan birini seçmeli.

Zaman

Paylaş.

Yorumlar kapatıldı.