2026'da Görüşürüz Brecht!

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Bilal Akar

Önümüzdeki yıllarda bir üniversite tiyatrosu olan BÜO’da (Boğaziçi Üniversitesi Oyuncuları’nda) yaşanabilecek bir “oyun seçme” tartışmasına dair küçük bir kurgu yapmak istiyorum.

———————————————————————————————————-

Bir sonraki sene için üyelerce seçilen oyunlar projelendirilmiş, dramaturjilerine, ele aldıkları meselenin ne derece kulübün gündeminde olduğu veya olmasının amaçlandığına, grubun kadrosuna uygunluğuna, eğitim-araştırma-çeviri alanlarında gruba kazandıracağı teatral deneyime vb. çeşitli kriterlere göre değerlendirilmiş, tartışılmıştır. Toplantı devam etmektedir.

— > Bir saniye arkadaşlar, “telif” meselesi ne olacak?

(Sessizlik)

— > Haydi bakalım, sil baştan… Sayalım bakalım isimleri.

— > Shakespeare : Bu olur, öleli 70 yılı geçti.

— > Lorca: 36’da öldürüldü o, geçti 70 yıl, olur olur. Neredeyse Franco’ya rahmet okuyacağız hale bak!

— > Aristophanes: Onu oynarız da çevirdiğimiz makalelere müstehcen diye saldırıyorlar, araştırma ayağı aksar.

— > Vasıf Öngören: Adam ben doğmadan beş sene önce ölmüş, olmaz o.

— >Martin Mcdonagh: Yazar 70’de doğmuş, 70 yıl önce ölmemiş…

–> Ödön Von Horvath: Bak onu ucu ucuna yakalıyoruz, olur o.

— >Özen Yula: Bir iki seneye ölse, ölür mü acaba? Ya da abi, ecelini beklemeden inisiyatif alıp öldürsen, sen hapisten çıkana kadar oynarız. Mümkünse öldürmeden önce şöyle yaklaşık 30 kişilik bir oyun da yazdırıver.

–> Kendi oyunlarımızdan mı oynasak: Bu seneki kadro durumuyla yeni metin yazmak zor, eski oyunlarımızın da “rererereprodüksiyonunu” yapmayalım.

–> Brecht oynayalım yine.

–>2012’de üniversiteden parasını aldılar onun, sıkalım dişimizi 2026’ya ne kaldı.

–> Bence Brecht‘i oynarız, afişe “Ajans kurmanın yanında ajans soymak nedir ki?” yazsak?

–> Ajansın oyunları okuduğunu falan mı sanıyorsun sen, slogan sanırlar, bir de hırsızlıktan dava açmaya kalkarlar.

–>Buldum!!! “Rosenbergler Ölmemeli” oynayalım. İki ucu boklu değnek. Gerisini ONK Ajans düşünsün. ni ha ha ha…

————————————————————————————————————-

Bu tahayyülü bir kenara bırakacak olursak;

Geçtiğimiz ay, BÜO olarak, TAKSAV tarafından düzenlenen 17. Ankara Uluslararası Tiyatro Festivali’ne eğitim prodüksiyonu olarak ele aldığımız Brecht’in “Sezuan’ın İyi İnsanı” oyunuyla katılacak olduğumuzda, oyunumuz ONK Ajans LTD.ŞTİ. tarafından “telif ücreti” ödemediğimiz gerekçesiyle engellenmek istenmişti. Konunun hukuki boyutuyla ilgili kısa bir bilgi için ilgili habere göz atılabilir.[1] Grup olarak “kar amacı gütmeyen”, “amatör” bir tiyatro grubu olduğumuzu belirterek Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nun ilgili maddesi uyarınca telif ödeme sorumluluğundan muaf olduğumuzu söylemiştik. Bir vakıf olarak kar amacı gütmese bile TAKSAV’ın festivalinin “biletli” olduğu söyleyen ajans bu savımızı kabul etmemişti. Bir öğrenci kulübü olarak yasalar karşısında tüzel bir kimliğimiz var olmadığından ONK Ajans, muhatap olarak Boğaziçi Üniversitesi almış ve yapılan görüşmeler sonucunda Boğaziçi Üniversitesi Rektörlüğü’nce ajansa telif ücreti ödenmiştir. Bu sorun sadece BÜO ile sınırlı kalmamış ancak farklı durumlarda farklı işleyişler gerçekleşmiştir. Bu muğlak durumda, telif ve oyun oynama izinleri konusundaki düzenlemelerde bir “kaçak inşaat” hukuku uygulanmıştır.

Üniversite tiyatrolarının gündemine uzaydan yapılan bir antre gibi gelen bu konu üzerine, grupların sanatsal üretimlerini ve bu üretimlerin kamusallaşmasına yönelik böyle bir engellemeye karşı neler yapılabileceğini tartışmasının başlamış olması umut verici. İlgili kanunun, amatör tiyatroların oyunlarının seyirciyle buluşmasını engelleyecek biçimde yorumlanmasının kabul edilemez olduğu ve bu durumun üniversite tiyatrolarına büyük bir darbe halini aldığı ortaklaşılan bir görüş. Meselenin teknik, hukuki boyutunda çok fazla boğulmak istemiyorum  çünkü politik ve etik bağlamda yapılması gereken tartışmaların daha önemli olduğu kanaatindeyim.

Ödenekli tiyatroların,özel tiyatroların yanında amatör tiyatro topluluklarının ki özellikle üniversite tiyatro gruplarının sene boyunca azımsanamayacak sayıda seyirciyle buluştukları bir gerçektir. Gruplar sadece kendi kampüs seyircileriyle değil, çeşitli üniversite tiyatro şenlikleri, farklı festivaller aracılığıyla çok daha çeşitli bir seyirci profiline sahiptirler. Yaptıkları teatral üretimle böyle bir canlılık yaratan grupların, bu üretimlerinden “kâr” elde etmedikleri de göz önüne alınırsa piyasacı bir anlayışla telif ödemek zorunda bırakılmaları en hafif tabirle etik sınırları zorlamaktadır. Hele ki tiyatroyla ilişkisi, telif haklarına haiz oldukları oyunların kendilerinden habersiz oynanıp oynanmadığını “google” aracılığıyla kontrol etmekle sınırlı olan bir ajansın bu konuda karar merci olması acı bir durumdur. Tiyatroda özerklik tartışmalarının yapıldığı bir dönemde, “kâr elde etme amacı olmayan” ismiyle müsemma, amatör bir tiyatronun Brecht oyunu sahnelemek istediğinde, telif sebebiyle oyununu sadece kendi kampüsüyle sınırlı tutmaya zorlanması nereden bakarsanız bakın hem Brecht’e hem tiyatroya hem de seyirciye bir ayıp, haksızlık ve ukalalıktır.

ONK Ajans’ın resmi sitesinde[2] tiyatro haklarıyla ilgili ONK Ajans için “tiyatro alanında tek yetkili kuruluştur” denilebilir. ibaresi yer almakta. Amatör tiyatroların oyunları, teatral üretimleri, emekleri bir “limited şirketi”nin iki dudağının arasına, daha doğrusu doldurulmaya çalışılan cebine bırakılamayacak kadar önemlidir. Bu durum sadece amatör tiyatrolar için değil tüm tiyatro camiası için yüz kızartıcıdır.

Boğaziçi Üniversitesi Rektörlüğü’nün def-i bela kabilinden ONK Ajans’a telif ödemesi yapmış olması konuyu kapatmamıştır. Neoliberal algının amatör tiyatrolar üzerindeki bu tezahürü, tekerrür etmeyecek şekilde tasfiye edilene kadar bu konu gündemde kalacaktır. Bu süre içinde oyunların oynanıp oynanmaması hakkında söyleyeceğim son söz şudur:

“Ferman ONK Ajansın, sahneler bizimdir!”


[1] ONK Ajans’tan “Tuhaf” Talep! http://mimesis-dergi.org/2012/10/onk-ajanstan-tuhaf-talep/

[2] http://www.onkajans.com/about.php?page=aboutus (10.12.2012)

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Bilal Akar

1 Yorum

  1. “Amatör Tiyatroların Telifi Tartışması” konusundaki yazınızı okuduktan sonra araştırırken bu sayfaya düştüm. İyi de oldu. Şimdi bu ajans bana su başını tutan devleri anımsatıyor. Bunların kültüre ne katkısı var? Öyle tavırlarıyla karşılaştım ki “Kültürsüzleştirme Politikası”nın aracı olarak hizmet eden bir ajansa mı başvuruda bulundum acaba diye şaşırdım. Olay kısaca şudur: Bir oyun kitabımla yabancı ülkelere açılmak için başvurdum. Kitabımı da söyliyeyim, ne olacak, ben yazdığımın arkasındayım. “BAY X” Aylar sonra gelen “bilmem kaç yılına kadar dolu olduklarını, ve malesef kitabımı kabul edemeyeceklerini söyleyen kuru ” bir yanıt aldım. Bilmem kaç yılına kadar doluysa en baştan yani aylar geçmeden, iletime bir return tuşuna basarak da beni bilgilendirmeleri mümkündü. O zaman üç ay bekletmeleri niye? Üstelik telefonları da hiç açılmadı aradığım sürelerde. Yani karşınızda bir ajans var, yabancı ülkelerle köprü konumunda olması gerekirken, siz değil köprüden geçmek, girişine dahi adım atamıyorsunuz. Karşınızda tüm haşmetiyle Berlin Duvarı var çünkü. Şimdi böyle iş gören kuruma köprü başını tutmuş dev demekte haksız mıyım? Kültür Politikasına hizmet ediyor sınıfındaysa bir ajans böyle mi davranmalı? Bu ajans için söyleyebileceklerim şimdilik kaydıyla bu kadar.
    Ancak amatör olsun profesyonel olsun tiyatrolara da, daha doğrusu oyunları seçen arkadaşlara da söyleyecek sözüm var. Elbette Brecht gibi düşünsel anlamda yön veren büyük yazarların eserleri oynanancak. Bu eserlere ihtiyacımız var. Bu hepimizi aydınlatan, yazma dürtülerimizi kamçılayan önemli bir tavır ama…Evet, aması şu. Bercht’i oynayan grup, içerdeki yeni tiyatro oyunlarına da aynı şekilde açık olmalı. Eğer sadece ve sadece dünyanın en önemli oyunları üzerinden var olmaya çalışırlarsa bu bana göre yanlış. Bu bizim tiyatro yazınızmıza da üretkenliğimizi de bir noktadan sonra kısıtlar ve kısırlaştırır. Grubun kendilerinin bir araya gelerek oluştıurduğu oyunlar da ayrı bir tartışma konusu. O oyunlar bir yazar çıkarır mı yoksa yazma hevesi geçen kişi yi tiyatrodan koparır mı? Benim bu önerim aslında zoru sırtlanmış olan amatör topluluklara bir başka yükü de getiriyor. Yeni oyunları okumak, tanınmamış yazarlarla ilgilenmek.
    Ben kendi adıma hayatı daha iyi kavramak, daha iyi oyunlar da yazabilmek için izliyorsam tiyatroları, tavır böyle devam ederse oyun izlemeye gitmem demiyorum elbette giderim ama umutlarım kırılır. Sonu görünmeyen bir tünelde ilerlemektense girişe dönmeyi yeğleyebilir insanlar. Vazgeçersiniz yazmaktan. Bizlerin herbirimizin yazdığı da bir çığlıktır, birleşerek ırmakları oluşturacak damlalardır. Damlayı kurutursan ırmak nasıl beslenecek? Zaten yeni dünya düzeninin yaptırmak istediği tam da budur. Kendi ürettiklerini kültür denen hiçliği , boşluğu kendi kültür endüstrisi kavramına hizmet eden içi boş herşeyi, daralma ilgili açılan boş alana yaymak özellikle televizyon kanalları yoluyla. Çünkü Brecht gibi yazarların oyunları kapalı gişe de oynasa, halka yönelik eğlendirici ve öğretici alanlardaki boşluk iyice genişlemektedir. İşsizlik, parasızlık şuzsuzluk busuzluk bu boşluğa angaje olunacak zamanları da hızla çoğaltmaktadır. Bunun matematik kısmına girmek gereksiz. Nüfus artışı ile orantılı olarak oyun salonlarının kapasitesi yıkanan kuzu yünü kazaklar gibi çekmekte daralmaktadır.
    Yıllar önce adı sanı duyulmamış bir yayınevinden çıkan bizden çok güzel bir oyunu hayretle okumuştum. Belki de o oyundu bana oyun yazma cesaretini veren. Niye oynanmaz böylesi güzel oyunlar. Sürekli olarak tanınmış, ismi olan yazarlar üzerinden gitmek evet izlenme garantisini de getirir ama ismi olan yazarın oyununu oynuyor olmak gerçek tiyatro yapmak mıdır yoksa bir kültürü, mükemmelliği kanıtlanmış bir oyunu seyirciye tanıtmış olmak mıdır? İddailı olan tiyatronun gücü bence, büyük eserlerin yanı sıra bizdeki ya da dışardaki tanınmamış için de geçerli, kenarda kıyıda kalmış, bilinmeyen veya yeni oyunları sahneye koyarak da “oyun güçleriyle” aynı sayıda seyirciyi toplayabilmektir.
    Bilmiyorum. İçimden geldi.Kimseleri kırmak değil amacım. Dürüst olmamız lazım. Biz en fazla doğruları içimize saklayıp oluşmuş düzene ayak uydurma yüzünden geri kalıyoruz diye düşünüyorum.”MIŞ gibi yapmak.” Zaten oyunlarımdan birine de önce bu adı vermiştim.
    Aynı şey eleştirmenlik kurumu için de geçerli. Edebiyat eleştirmeni diye geçinenlerin yolu da, en kolay yol olarak, o sistemin ya da karşıt ideoloji savaşlarının sonucunda zeytinyağı olarak hep üstte tutulan eserlere methiye düzmekten geçmeye başladı. Bir edebiyat konusunun, fantastiğin işlendiğini düşündüğünüz bir başlığa bakıp yazıyı okumak gafletinde bulunursunuz ve bakarsınız ki en sonunda tüm o birbiriyle uyumsuz ve çelişen paragraflar oldukça popüler ve büyük okur kitlesi olan yazara güzelleme için düzülmüştür. İşte o zaman koparsınız. Üstelik örneğin konu fantastiktir ve Türkiye’de fantastik yazarı sayılacak kimsenin olmadığını da – güzelleme düzülen yazarın dışında- dehşetle okursunuz. Nedir bu? Eleştirmenlerin sonunda yakalandıkları demans gibi illetlerin ilk sinyalleri midir? Yoksa kültürü kurutma eyleminin bir halkası olmak mıdır? Popüler olamayan, kültür endüstrisince şişirilmeyenin yanı sıra halkın beğenisini kazanmamış yazarı ve eserini ele almak, eleştirmeni çaptan mı düşürür? Küçültür mü? Tanınmamış, tanıtılmamış güzel eserler yok mudur? Neden bunları tanıtmazlar. …Esenlikle…emel dinseven…

Yanıtla