“Aldatma” Arslan’ın En İmza İşi

Pinterest LinkedIn Tumblr +

aldatma[Zeynep Aksoy’un Radikal Gazetesi’nde yayınlanan yazısını paylaşıyoruz.] İstanbul Tiyatro Festivali’ndeki Harold Pinter’ın ‘Aldatma’sı, izlediğim üçüncü Mesut Arslan rejisi ve sanırım artık onun dertlerini anlıyorum. Birbirinden çok farklı tarzdaki 3 oyunda da insan ilişkilerindeki boşluklar, sıkışıklıklar, tıkanmışlıklar, anlam ve anlamsızlıklar tiyatro mekanının, oyun alanıyla seyir alanının manipülasyonuyla aynalanıyor ve dramaturg Ata Ünal’ın da el atmasıyla tekstin en çiğ, en temel noktasına inilmek suretiyle her metinde anlatılmaya çalışılan ilişkilerdeki ilişkisizlik deşiliyor sanki en çok. Fakat ‘Aldatma’ metodu, konsepti ve Arslan’ın kafasındaki tiyatro “fikri”ni en şeffaf ve direkt anlatan, en ‘imza’ işi olmuş.

Robert ve Emma çiftinin Emma’sıyla Robert’in ve çiftin en yakın arkadaşları, kendisi de evli Jerry’nin yaşadıkları 7 yıllık ‘aldatma’yı çeşitli boyutlarıyla irdeleyen, ters kronolojisi, minimal diyaloglarıyla yapaylıktan arındırılmış bir biçimde duyguların ve duyguların anlamsızlığının dibine kadar giden bu güçlü metni Arslan ve ekibi en temel parçalarına indirerek arındırmışlar: Karakterler, yaşananlar ve diyaloglar. 3 büyük yarı-şeffaf, hareketli beyaz duvar var oyun alanında. Oyuncular ve seyirciler, Emma’nın çalıştığı sanat galerisini de anımsatan bu alanda dolaşıyorlar, bir sergiyi gezer gibi. Robert, Emma ve Jerry birbirlerine ‘açılıp’ ‘kapandıkça’ duvar da çeşitli açılarda ve farklı biçimler oluşturarak seyircilerin/oyuncuların üzerine kapanıp açılıyor. Mekan, enstelasyon, oynayan ve izleyen çok mekanik gibi görünen (hareketli duvarlar), ama aslında çok organik bir biçimde oyunun ve bu karmaşık üçlü ilişkinin içine dahil olmuş oluyor. Jerry seyircilerden birine sarılıp söylerken repliklerini Emma da başka bir seyircinin dizine yatarak dinliyor onu. Böylece, mekan, izleyen ve izlenen arasındaki sınırlar farklı perspektiflerden yeniden çiziliyori yazılıyor ve okunuyor.

Mesut Arslan’ın ‘Aldatma’sı Harold Pinter’ın metnine çok sadık bir çalışma aslında; tekstin en dibinde, kalbinin ortasında bulduklarından izleme/izlenme, mekan/seyirci/oyuncu ilişkilerine dair kuramsal bir takım soruların da izlerini süren, enstelasyon, performans ve happening kafasında bir yerlerde, tuhaf, zihin açıcı soruları yalınca sunan bir iş. Tiyatronun bir ‘fikir’ olarak da bir yerlerde durması gerektiğine, hatta ne kadar ‘fikir olursa’ o kadar sıradanlıktan uzaklaşıp kendini aşabileceğine dair çok yaratıcı ipuçları veriyor.

Radikal

Paylaş.

Yanıtla