Serkan Keskin; “Umutsuzluğa Alışma”

Pinterest LinkedIn Tumblr +

serkankeskin[Gazetemüstahak’tan Iraz Yöntem ve Zeki Göker’in oyuncu Serkan Keskin ile yaptığı röportajın bir kısmını paylaşıyoruz. ]

Iraz Yöntem:Öncelikle Semaver Kumpanya nasıl gidiyor?

Serkan Keskin: Semaver, bunu söylerken hem çok mutlu ve gururlu söylüyorum, hem de bir taraftan tahtalara vurmak istiyorum; çok iyi gidiyor maşallah (hep beraber tahtalara vuruyoruz tabi ki ). 14 sene oldu kurulalı. Sanıyorum sürekliliğin getirdiği şey, şu an bazen biletlerimiz bitiyor, inanamıyoruz… Başka bir yerde mesela oyun oynuyorken bunu yaşıyor olabilme ihtimalim çok yüksek ama bunun böyle çocukluğundan başlayıp o süreci görmek çok heyecan verici. O yüzden çok iyi gidiyor diyebiliyorum yani.

I. Y. : Bugünün en büyük problemi, özellikle bizden daha genç, yeni yetişen tiyatrocular için her şeyin çok süratle “oluyor” olması ya da oluyormuş gibi görünmesi ve buna da ikna olmaları sanırım. Bizler 50 kişilik salonu doldurduğumuz zaman “Tamam ya, oldu!” diyoruz. Halbuki olan biten bir şey yok. Sürekliliği sağlamak gerekiyor. Onun için de dediğin gibi sabır gerekiyor.

– Biz Semaver olarak bu manada bir araya geldik zaten, bunu bilerek… Işıl Hoca’nın veya bir ustanın peşinden gitmek demek, yaptığı bir şeyi senin de yapmak istemenle alakalı bir şey. Yani ne yaptığını biliyorsun, nerede durduğunu biliyorsun. Belki senin hayalini kurduğun şeyi yapmayacak bir tiyatro, yani bir duruşu olan ve bir şey iddia eden, klasikler oynansın iddiası bizdeki… Bu anlamda kendi repertuarını ve kendi düşüncesini, kendi politikasını da üretiyor. Amaç tabi ki sadece 200-300 kişiyi doldurmanın ötesinde… Klasiklerin her zaman olması gerektiğini iddia eden bir tiyatroyuz ve evet, bazı zamanlar Shakespeare’i 12 kişiye, Brecht’i 20 kişiye oynadığımız zamanlar oldu ama ısrarcı olduğumuz için artık ‘Cimri’yi, ‘Kuşlar’ı 200 kişiye oynayabiliyoruz. Tabi ki yaşadığımız, sıkıldığımız, üzüldüğümüz birçok şey var ama o zaman da bu kadar da umutsuzluğa alışma; çünkü gerçekten o kadar da kötü değil yani. Eğer bir şey yapmak istiyorsak ve birlikte yürümek istiyorsak, iyi niyetli bir şey yapıyorsak ve bunun için sabır gösterip çalışıyorsak, bunun karşılığını gören ve bunun peşinden giden insanlar mutlaka oluyor.

I. Y. : Yıl oldu artık 2016, seyircinin tiyatroyla olan ilişkisini nasıl değerlendiriyorsun? İlişkinin grafiğide bir değişim var mı?

– Bilmiyorum, birazcık oyun da izlemeye çalışıyorum kendi oyunum olmadığı zamanlarda. Bence bu sene genel olarak izlediğim oyunların doluluk oranları yüksek; çalışıyor salonlar şu an gördüğüm kadarıyla… Herkesin seyircisinin düştüğü bir dönem oldu; evet, bazı tiyatrolar köklü, isim olarak yine bildiğimiz tiyatrolar devam etti. Ama bu aralar mesela çok tiyatro açıldı. Bir dönem Taksim’de çok tiyatro vardı. Genel olarak kesinlikle o tiyatrolar da bir şey kattı. Genel anlamda tiyatro deyince hepsi aynı sepetteydi. Şimdi sanıyorum birazcık daha ilgili seyirci tercih etmeye başladı. Şu yazarın oyununu, bu tür oyunu izlemeyi tercih ediyorlar sanki. Biraz galiba eskiye döneceğiz ve tiyatro çok daha iyiye gidecek gibi bir his var içimde. Çünkü gerçekten insanlar bir şey görmek istiyor, hep yeni bir şey olduğunu sanıyoruz bunun ama hayır. Yeni bir şeyler görmek istediğim zaman, Serkan olarak, internet açtığımda veya bir film veya bir kitap, istediğim her şeyin yenisini bulabiliyorum; ama dönüp istediğim zaman da eski bir şeyi açıp 1000 defa da izlesem o eski olan his, tat beni heyecanlandırıyor. Çünkü sanıyorum çok fazla olmasından dolayı çok birbirine karışmış, çok yalan ve sahte ve birazcık tüketimle ilgili; hemen bitsin diye yapılan şeyler var. Çok çabuk yapılan, çok çabuk tüketilen… Ben mesela eski Türk yazarların şu an tekrar çok iyi iş yapabileceğini düşünüyorum. Yani Orhan Kemal’lerin, Aziz Nesin’lerin, uyarlanırsa Sait Faik’lerin yapılması gerektiğini düşünüyorum ve iddia ediyorum. Çünkü onlarda kendiliğinden hazır, zaten alışkın olduğun, çok tanıdık gelen bir şey var ve tabi ki derdi ve sözü var. İçinde zaman geçirtmek için, eğlendirmek için, üzmek veya sarsmak için değil; hayır işte, bir dert vardı bu ülkede, bu dünyada, ben o zaman onu yazdım; edebiyat var bir taraftan onun içinde ve o hâlâ sürüyor… Biraz o tarafların çalışacağını düşünüyorum, hissediyorum; belki de istiyorum.

Röportajın tamamını okumak için tıklayınız.

Paylaş.

Yanıtla