Küçük Burjuvazinin Şiddetle İmtihanı: “Akşam Yemeği”

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Yavuz Pak

“Benzin tenekesini tam köşeye attı. Ardından bir çakmak çıkarttı. Bir zippo…Alev alev yanan çakmağı içeriye fırlattı. Bir parlama… Teneke gürültüyle patladı. Az önce içeriye uyumak için sığınmış olan evsiz kadın oracıkta ölmüştü.” (*)

Semaver Kumpanya’nın “Akşam Yemeği” oyunu, ergenlik çağındaki iki kuzen ile bu kuzenlerden birinin Afrikalı üvey kardeşinin, alkollü haldeyken bir bankamatikte karşılaştıkları evsiz bir kadını hunharca katledişleri üzerinden gelişen olayları konu ediyor. Hollandalı yazar Herman Koch’un, Barcelona’da yaşanan gerçek bir olaydan esinlenerek kaleme aldığı roman,  Kees Prins tarafından aynı adla sahneye uyarlanmış. Metin, gençlerin “küçük burjuva” ailelerini bir akşam yemeğinde bir araya getirerek, “şiddet” olgusunu masaya yatırıyor. Elit bir restoranın itinayla hazırlanmış yemekleri arasında sohbet ilerledikçe, kuzenlerin babaları olan iki kardeşin ve onların eşlerinin sınıfsal kimlikleri, karakterleri, çocukluk travmaları, aile bağları, duygu ve düşünce dünyaları katman katman açılıp masaya saçılıyor.

Tiyatronun insan ve toplum ile kurduğu ilişki, toplumsal olarak ürettiği etkililik ve veya etkisizlik durumunu belirler. Sanatın etkililik durumu, her dönemin kendi toplumsal dinamikleri ve yapılanması ile sanatın bu dinamiklere nasıl eklemlendiği veya karşıt-alternatif söylem ve eylem biçimleri geliştirdiği ile açıklanabilir. “Akşam Yemeği”,  şiddet olgusunu küçük burjuva aile yapısı üzerinden irdelerken, şiddete içkin ötekileştirme, nefret söylemi, milliyetçilik, ırkçılık gibi kavramları ideolojik/politik, toplumsal ve psikolojik veçheleri ile ele alıyor. Çok katmanlı yapısıyla, olaylar örgüsünü olgunun farklı boyutları, çelişkileri ve çatışmaları üzerine inşa ederken, içeriğinin zenginliğini zekice kurgulanmış dramatik gerilimin sürükleyici akışıyla bütünleştiriyor. Böylece, “Akşam Yemeği”, içerik ve biçem olarak iyi bir metin olmasının yanı sıra, son derece “etkili” bir metin olarak çıkıyor karşımıza.

Oyunun tarihsel/toplumsal zeminini oluşturan “küçük burjuvazi” İlber Ortaylı’nın işaret ettiği gibi, öteden beri tiyatro ve düşün insanlarının ilgi odağıdır: “Gorki, bankerlerden, fabrikatörlerden çok, yükselen küçük burjuvaziden rahatsız oluyordu. Ibsen de öyle. İki büyük savaş arasının liberal düşünürü Ortega Y. Gasset de… Korkmakta haksız değildir bu farklı görüş sahipleri. Çünkü uygarlığın geleceğini düşünenler, bilinçsiz yığının kör gücünden hep korkarlar…” (1) Gerçekten de, Gorki’nin şu tespitleri çarpıcıdır: “Küçük burjuva, uzun yıllar sürecinde oluşmuş düşünce ve alışkanlıkların dar çemberi içinde sıkışıp kalmış, bu çemberin dışına çıkamayıp, kurulu makine gibi düşünen bir varlıktır. Ailenin, okulun, kilisenin etkisi, ‘yasaların ruhu’, ‘burjuva gelenekleri’ denilen bütün şeylerin etkisi küçük burjuvaların kafalarında bir saatin çarklarına benzer.” (2)  Tarihsel olarak, küçük burjuvazi, kapitalizmin kendisini ekonomik, politik ve toplumsal alanlarda yeniden üretimini sağlayan bir sınıfsal kimliği ifade eder.  Üretim süreci içindeki yeri ve konumu, küçük burjuvaziyi sürekli bir belirsizliğe iter: Mülksüzleşme ve proleterleşmekten ölümcül bir hastalık gibi korkarken, oyunda bolca teşhir edildiği gibi, mülk tutkusu ile burjuvazinin varsıl ve renkli hayatına öykünür.  Burjuvazi ile proletarya arasında sıkışmışlığın yarattığı “kaypak” sınıf karakteriyle güce tapar ve öykündüğü egemen sınıfın ideolojik/politik hegemonyasının kapı bekçiliğini yapar. “Akşam Yemeği”, küçük burjuvazinin, özdeşleştiği burjuva sınıfın değer yargılarının; mülkiyetçiliğin, bencilliğin, çıkarcılığın, ikiyüzlülüğün, yalanın ve elbette “şiddetin” tarihsel temsilcisi; faşizm başta olmak üzere kapitalizmin insanlığın başına bela ettiği her türden gericiliğin toplumsal zemini olduğunu ifşa ediyor. Oyun, sistematik bir biçimde, küçük burjuvazinin saldırgan ruh halini ve faşizan eğilimini serimlerken, ünlü psikanalist Reich’ı doğruluyor: “Kişisel onur, aile onuru, halk onuru, hatta ırk onuru gibi savunma mekanizmaları, tatminsiz küçük burjuvanın bürüneceği ruh halleridir. Faşist ideolojinin beslendiği mitolojik, efsanevi öğeler, gizemci, mistik kaynaklar da; küçük burjuva ailede otorite ilişkilerini yeniden üretecek bir üst söylemin uygun hamurunu oluşturmaktadır. Böylede bu aile yapısı, gerici düşünceyi üreten en dolaysız, en önemli hücre olup çıkmaktadır; o, gerici öğretiyle gerici zihinsel yapıyı üreten fabrikadır.’’ (3)

Oyunun küçük burjuvazi üzerinden tartışmaya açtığı “şiddet” olgusu, psikolojik, toplumsal ve politik veçheleriyle tüm metne yansıyor. Modernite öncesi çağlarda, gaddar şiddet iktidarın mührüdür ve hegemonyanın en önemli aracıdır. Hükümdar iktidarını bizzat öldürme fiili üzerinden, kan dökerek ilan eder. Ancak, modern çağda, şiddet “topolojik” bir dönüşüme uğrar.

“Maalesef biz bu dünyayı insanlığını yitirmiş tiplerle paylaşıyoruz… Biz, o hayvanların varlığı ortadan kalktığında derin bir oh çekecek insanlardan bahsediyoruz.” (*)

Oyunda Paul tarafından zikredilen bu vahşet dolu ırkçı cümleler, günümüzde şiddetin iktidar odağından çıkıp insanların beyin kıvrımlarına kadar yayıldığını gösteriyor. “Şiddetin zaman içindeki yapısal dönüşümü günümüzün şiddet olgularına damgasını vurur. Modern çağda, şiddet artık sadece politik ve toplumsal iletişimin bir parçası değildir. Modernitede şiddetin en merkezi topolojik kaymalarından biri psişik, yani ruhsal içselleştirmedir ve iktidar teknikleri de şiddetin içselleştirilmesinden yararlanır. Böylece iktidar, tebaanın dış otoriteyi içselleştirmesini ve kendisinin bir parçası haline getirmesini sağlar. Şiddet giderek kitleler tarafından içselleştirilir, ruhsallaştırılır ve adeta görünmez hale gelerek bireylerin bilinçaltlarına kodlanır.” (4)  Ego ve alter, iç ve dış, dost ve düşman gibi iki kutuplu gerilim hatlarında ilerleyen oyun, şiddetin kılıktan kılığa giren bir oyuncu gibi, toplumsal durumlara bağlı olarak suretini nasıl değiştirdiğini ortaya koyuyor. Oyun boyunca şiddet farklı görünümlere bürünüyor ve mahremiyetten aleniliğe, viral bulaşmadan cephesel karşılaşmaya ve ruhsallıktan fizikselliğe kayıyor. Sahneler ilerledikçe, şiddetin toplumsal derinin altına, iletişimin satır aralarına, küçük burjuvazinin kılcal damarlarına ve sinir uçlarına doğru ilerleyişi gözler önüne seriliyor.

“Akşam Yemeği”, tartışmaya açtığı olguları karakterlerin iç çelişkileri, çatışmaları, karşıtlıkları üzerinden farklı boyutlarıyla da ele alıyor. Aynı sosyal ortamda büyüyen, aynı sınıfsal statüden gelen iki kardeş arasında bilgi birikimi, dünya görüşü, başarı ve tatmin düzeyi gibi etmenlerle ortaya çıkan “bilinç farklılığı”, duyusal algılarda da farklılaşmayı getiriyor beraberinde. “Akıl ve vicdan” arasındaki diyalektik etkileşim yasası işliyor ve iki kardeşten birini şiddete eğimli, kaba, saldırgan, gerici ve vicdansız bir ırkçıya; diğerini her türden gericilikten uzak, ayrımcılığın karşısında, nazik, duyarlı, kardeşlikten, eşitlikten ve özgürlükten yana vicdanlı bir insana dönüştürüyor. Küçük kardeş Paul, akıl yoksunu olduğu kadar vicdan yoksunu bir küçük burjuva olarak faşist bilincini çocuğuna aktarırken, Serge entelektüel donanımı ve politik görüşü ile harmanladığı vicdani duruşuyla Burkina Faso’lu bir çocuğu evlat edinip öz çocuğundan ayırmadan büyütebiliyor.  Günümüzde bir burjuva siyasetçisinden beklenmeyecek kadar vicdan sahibi olan Serge, ironik biçimde, çocuklarının işlediği ırkçı cinayetin vicdani sorumluluğunu üstlenen tek ebeveyn oluyor. Diğerlerinin cinayetin üzerini örtme çabalarına rağmen, başkan adaylığından çekilerek siyasi kariyerinden vazgeçecek kadar etik bir duruş sergiliyor:

“Mesele ne biliyor musunuz? Olayın hiç çözülemediğini düşünün… Siz bu gerçekle yaşayabilecek misiniz? Oğlum Rick bununla yaşayabilecek mi? Biz bununla yaşayabilecek miyiz? Şahsen ben yaşayamam!” (*)

“Akşam Yemeği”, metni özüne uygun biçimde sahneye taşıyan ve fakat dramatik aksiyonu kıt bir reji, şiddetin sonuçlarına odaklanarak nedenlerini örseleyen ve böylece diyalektik bütünselliği aksayan bir dramaturjiye rağmen, “oyunculuk performansları” ve “metnin etkileyici gücü” ile unutulmaz güzellikte bir oyun. Serge rolünde Serkan Keskin, usta oyunculuğu ile adeta rolüyle özdeşleşiyor ve oyunun tek “iyi” karakterinin akıl dolu ve vicdan sahibi niteliklerini, etik duruşunu kuşanarak sahici oyunculuğun ve sahne hakimiyetinin muhteşem bir örneğini veriyor oyun boyunca. Paul’e hayat veren Sarp Aydınoğlu, yorumlaması hayli zor, ciddi psikolojik sorunları olan, iç çatışmaları son derece keskin bu cahil ve vicdansız karakterin iç yolculuğunu, diksiyonundan beden diline varan bir bütünlük içinde kusursuz biçimde aktarıyor oyun boyunca. Claire rolünde Sezin Bozacı, jest ve mimiklerindeki başarıyla göz dolduruyor ve tipik bir küçük burjuva kadının ikiyüzlülüğünü, çıkarcılığını ve bilinçaltında yatan saldırgan canavarı ustaca sahneliyor. Başarılı bir burjuva politikacısının sözde sadık, kaprisli, kariyerist, bencil, sosyal statü düşkünü ve özenti eşi Babette’i canlandıran Şebnem Hassanisoughi, rolünün çelişkili ruh halini itinayla yansıtıyor seyirciye. Garson rolünde Mustafa Kırantepe, karakterini çok iyi çözümlüyor ve tüm bedeniyle kusursuz biçimde canlandırıyor. Karakterine kendine özgü jestler katarak sahneye her girişinde oyunun gerilimini yumuşatıyor ve adeta oyunun nabzını tutuyor. Oyuncuların kumpanya zihniyetine içkin kolektif bilinçleri, deneyimleri, birikimleri ve yıllardır birlikte oynamalarının getirdiği “uyum” sayesinde, ortaya muhteşem bir oyunculuk ziyafeti çıkıyor. Oyuncular, böylesi çetrefilli, girift, gerilimi yüksek ve çok katmanlı bir metnin iç çatışmaları, çelişkileri, sınıfsal, sosyal, psikolojik veçheleriyle her biri zorlu bir yolculuk olan tüm karakterlerini, hem de oyunun başından sonuna dek yemek masası gibi sabit ve zor bir mekanda öyle başarıyla taşıyorlar ki, ayakta alkışlanmayı hak ediyorlar.

Öte yandan, oyunun dekor tasarımcısı Başak Özdoğan da ayrıca bir alkışı hak ediyor. Küçük burjuvazinin özendiği burjuvazinin ışıltılı dünyasını yansıtan son derece seçkin ve postmodern estetiğin öne çıktığı restoranı ve bu sınıfın kaypak karakterini yansıtan kaygan zeminde bir kürenin üzerine oturtulmuş, her an devrilecek gibi duran yemek masası tasarımı ile metnin ruhunu pek güzel yansıtıyor. Masanın etrafına yerleştirilen ve yansıtma özelliğini pekiştiren aynalar da dekoru bütünlüyor. Ayşenur Arslanoğlu’nun karakterlerin kişiliklerini ve sınıfsal aidiyetlerini yansıtan kostümleri, Okan Kaya’nın dramatik gerilimi besleyen müziği, Sibel Altan’ın ses tasarımı ve Mustafa Karakoyun’un ışıktaki başarıları oyunun seyir zevkini yükseltiyor.

“Tiyatro, insani ve toplumsal varoluşa ilişkin birçok görünümün bilimsel metinlerde bulunamayacak en canlı temsilini, bilinçaltını, dip akıntısını, diğer bir ifade ile en gerçek yüzünü, yani gizleyip art alana itemediklerini barındırır. İşte, yaşayabilir ve tutarlı bir tiyatral icranın hedefi, bu art alandaki bilginin keşfini gerçekleştirmek, bir diğer ifade ile buzdağının görünmeyen kısmını görünür kılmaktır. Bunun için de toplumsal gerçeklik ile toplumsal davranışlar ve örüntüler arasındaki bağın varlığını ortaya koymak; kolektif bilincin ve hafızanın soyut resmini maddileştirmek, yani açığa çıkarmak durumundadır. (5)  “Akşam Yemeği” oyunu, açığa çıkardığı toplumsal gerçeklik ile tam da bu bağlamda tarihsel bir değer taşıyor.

Freud, “şiddete karşı gemleyici tek güç vicdandır”, der ve ekler: “Şiddetin tersine çevriliş yeridir vicdan.”  (6) Benzer biçimde, Antik Yunan’dan bu yana, toplumun vicdanı olarak seyircisine seslenen tiyatro sahnesi de şiddetin tersine çevrildiği bir mekânı temsil eder. Şiddetin, dünyanın pek çok yerinde ivme kazanarak arttığı, gerilen fay hatlarının çatırdadığı coğrafyamızda korkunç veçheleri ile adeta patladığı bir zaman diliminde, Semaver Kumpanya “Akşam Yemeği” oyunuyla, şiddete karşı tarihsel/toplumsal bir yüzleşmeye açıyor sahnesini.

Kaynakça:

(*)    Prins, Kees. “Akşam Yemeği” oyun metni

  • Ortaylı, İlber. “Burjuvacıklar”, http://derkenar.com/ilber-ortayli+burjuvaciklar
  • Gorki, Maksim. “Küçük-Burjuva İdeolojisinin Eleştirisi”, Ortam Yayınları, İstanbul, 2014
  • Reich Wilhelm, “Faşizmin Kitle Ruhu Anlayışı”, Payel Yayınevi, İstanbul, 1979
  • Han, Byung-Chul. “Şiddetin Topolojisi”, Metis Yayıncılık, İstanbul, 2017
  • Heinich, Nathalie. “Sanat Sosyolojisi”, Bağlam Yayıncılık, İstanbul, 2013
  • Freud, Sigmund. “Uygarlığın Huzursuzluğu”, Metis Yayıncılık, İstanbul, 2014
Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Yavuz Pak

Yanıtla