Eskişehir Bir Tiyatro Festivaline Daha “Tick” Attı!

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Handan Salta

-On üçüncü mü?

-Evet 13.

-İlk defa mı gittin?

-Evet, ben önceleri çocuk tiyatrosuyla ilgilenmezdim ki!

-Hımm, nasıldı peki?

-Neyi soruyorsun?

-Festival havası var mıydı mesela şehirde?

– Şehir zaten yemyeşil, huzurlu, parklar filan var, neredeyse hiç korna sesi duymadım desem yeridir. Ama festivalin coşkun bir havayla karşılandığını görmedim, belki Ramazan yüzündendir. Öyle her yerde afişler yoktu, keşke olsaydı, ama çocuklar salonları hep doldurdular. Duyurusu iyi yapılmış yani!

-Peki, ne seyrettin?

-Birkaç gün gecikmeli gittim ama yine de epey oyun izledim. Uluslararası festival olunca kaçırmak istemedim.

-Tek tek oyunları mı anlatırsın yoksa genel birşeyler  mi söylersin?

-Aslına bakarsan ben bu çocuk tiyatrosuyla yeni yeni ilgilendiğim için önce genel fikrimi belirtsem daha iyi olacak galiba. O zaman “ başlıyoooooor”!!

-?????????

-Kusura bakma bu bayat giriş izlediğim bazı oyunlardan kaldı, çocuklar nereye geldiklerini bilmezmiş gibi sahneden böyle bir uyarı geliyor bazen, ben de almışım hemen demek ki!

-Pek komik değildi!

-Bence de. Ama etki altında kalıyorum işte! Çocuklar bunu tiyatroya her gidişlerinde yaşıyorsa eğer….. Neyse, genel izlenimlere devam edeyim. Çocuklara karşı iki temel tutum gözledim, biri çocuğu eğitmek isteyenlerin, öteki de çocukla birlikte eğlenmek isteyenlerin tutumu. “Eğitmek” yanlısı oyunların hemen hepsinde öyle sıkıcı bir  hava var ki düşman başına. O kadar sıkılan insan tiyatrodan nefret eder, sanattan ikrah getirir tedavi edilmezse eğer. Bu tür oyunlarda çocuklar sıkıldıkça kendi aralarında konuşmaya başlıyorlar, tek tek konuşmalar uğultuya dönüp salonu kapladıkça sahnedeki oyuncu da bağırmaya başlıyor; değil mi arkadaşlaaaaar!

-Abartıyor musun acaba?

-Bir çocuğu alıp tiyatroya götür bakalım neler göreceksin daha! Birbirini dinlememeyi  küçük yaşta öğretmenin yanı sıra hayal gücüne yer bırakmayan, her boşluğu dolduran yapımlarla çocukların düşlerini de ellerinden alıyoruz. Gerçi bunu sahneden oyuncular yapmasa salonda anneler veya öğretmenler yapıyor.  Bir oyunda annelerden birinin kucağında oturttuğu oğluna oyun boyunca bak evladım şöyle oldu, bak evladım böyle oldu diyerek olanı biteni kavramakta oğlundan daha ileride olduğunu an be an kanıtladığını bu kulaklar duydu. Bir öğretmen de salona boynuna astığı düdükle gelip uygun adımla çocukları yerlerine oturttuktan sonra fotoğraf çekilecek düdüğü, sessiz dur düdüğü çalmayı ihmal etmedi mesela.

-Çocuklarla eğlenmeyi isteyenler neler yapıyor peki?

-Her şeyden önce oyuncu bedenlerine iyi bakıyorlar, sahnede bedenini ustalıkla hareket ettiren varlıklar görmek çocukların ilgisini çekiyor. Çocuklar yetişkinler gibi değil, sıkıldıkları zaman affetmiyorlar, kibarlık edip beğenir gibi yapmıyorlar, anında kopuyorlar oyundan. Dans eden, müzik yapan, oynayan bedenlerin büyüsüne kapılıp hikayeyi de yan ürün olarak zaten alımlıyorlar. Eğlenmek istiyor çocuklar tiyatroda, bu kesin bilgi. Ders almaktan, laf kalabalığından hoşlanmıyorlar, sahneden kendilerine gelen herhangi bir bilmeceyi çözmek konusunda istekliler, yani hazır bilgiden ziyade zihinlerini çalıştıracak, birleşince bir öykü oluşturacak olaylar silsilesini izlemekten hoşlandıklarını gözledim. İpuçları doğru sırada verildiğinde olayları takip etmekte zorlanmayan keskin gözlemci olduklarını fark ettim. Düşündüklerini yüksek sesle dile getirdikleri için aynı hızda olmayan çocuklar da kısa sürede eşitleniyordu.

-Kaç yaşındaki çocuklar geldi oyunlara?

-Yaş grubu belirtildiği için çocuklar yaşlarına uygun bulunan oyunlara getirilmişti. 4 yaş ve üstündekiler için tasarlanmış oyunlar vardı izlediklerim arasında. Sadece bir oyun 12 yaş ve üstü için tasarlanmıştı ve ne yazık ki (belki akşam saatlerinde sahnelendiği için) yeterince izleyicisi yoktu. Bu konuyu daha sonra dile getirecektim ama madem sırası geldi, hemen söyleyeyim. Demin bahsettiğim türden “ başlıyoorcu” oyunlara götürülen çocuklar bir süre sonra tiyatronun bu tür ders verici, aptallaştırıcı, retorik sorular soran bir mekanizma olduğunu varsayıp tümüyle tiyatrodan vazgeçtiği bir döneme giriyor. Sonradan tiyatroya dönmesi uzun yıllar alabiliyor. Oysa 12 yaş ve üstü için tasarlanan oyun örneğinde olduğu gibi harika bir sürprizle tanışma şansını kaçırıyor. BGST tarafından yazılan ve oynanan oyunun adı Moliere Efendi’ydi. Hem Moliere’in hayatını hem de oyunlarından seçilmiş kısa bölümleri izlediğimiz oyun bilgi vermesine rağmen parmak sallamayan, mahir ve kıvrak oyuncular sayesinde seyirciyi sahneye bağlayan bir yapımdı. Bir arkadaşımın yeğeninin istediği gibi olmuştu; teyzesiyle tarih çalışırken ‘Teyze bunları hatırlamak çok zor, keşke oyununu yapsalar’ demesi üzerine dersleri nasıl anlatmalı üzerine konuşmuştuk. Bu oyun BGST’nin aynı çizgideki dört oyunundan biri, okullara gidip oynuyorlar çoğu kez. Shakespeare, Lorca, Musahipzade üzerine de oyunları olduğunu biliyordum ama izleyememiştim, gelecek sezon bu oyunları kovalamayı düşünüyorum, belki yanıma tiyatroya meraklı bir iki çocuk alıp giderim.

-Festivalde neleri beğendiğini biraz daha ayrıntılı anlatır mısın?

-Öncelikle herkesin izleyebileceği kadar geniş bir yelpazeye seslenen oyunların varlığı çok hoşuma gitti. Kimden duyduğumu hatırlamıyorum ama festival boyunca yaptığımız sohbetlerde duyduğum bir cümle çocuk tiyatrosu konusunda zihnimi açtı; ‘iyi bir çocuk tiyatrosunu çocuklar kadar yetişkinler de sevmeli ve izleyebilmeli’  iyi bir kriter oldu benim için. Bu bağlamda da iyi oyunculuk, oyunla bağını koparmayan ve etkisini güçlendiren müzik, dans gibi unsurları barındıran ve eğlenceli bir akışa sahip oyunları ben de çocuklar kadar sevdim. Çocuklara doğrudan soru sormak yerine oyunun içindeki soruları kendi kendilerine cevaplamalarını sağlayan ya da tiyatrodan birtakım sorular, buluşlarla gitmelerini sağlayan oyunlardan keyifle çıktım. Ama özellikle dört oyun hakkında konuşmak istiyordum, zaten birisini anlattım bile.  Danimarka’dan gelen, isimlerini çok duyduğum ve ilk defa izleme olanağı bulduğum Batida adlı grubun iki oyununu (Uvertür ve İki Kişilik Solo) izledim. Grup elemanlarıyla şahsen tanışma fırsatı bulduğum için de kendimi şanslı sayıyorum, zira hem oyunları hem de kendileri ilham verici, hayata dönük, neşeli ve iyimser insanlar. Yıllardır birlikte ürettikleri için olsa gerek vücut dilleri, performansları arasında sırıtan bir unsura rastlamadım, tam tersine sahneden salona yansıyan uyumun oyunun akışını hızlandırdığını gözlemledim. Oyuncuların,  müzik yaparken de tıpkı oynarken yaptıkları gibi öyküye hizmet eden, izleyicinin ilgisini ayakta tutan bir farkındalıkla davrandıklarını gözleme şansım oldu. Yetişkin tiyatrosundan alışkın olduğumuz dördüncü duvar da, çocuk tiyatrosundan gözlediğim fazla iletişim de yoktu bu oyunlarda. Dramaturjisini seyirciden gelecek tepkiye yaslamamış, hatta olası tepkileri nasıl bertaraf edeceğini hesaplamış bir reji gördük. Buna rağmen çocuklar kendilerini ne dışlanmış, ne parmak sallanmış hissetmeden oyunun akışına kapılıp sonuna kadar ilgiyle izlediler. Oyunun taşıdığı soruyu, sorunu veya gizemi çözmek için gözlerini dört açtılar, pür keyifle oturdular koltuklarında. Ayrıca festival süresince eleştirmenler, hocalar ve oyuncuların dostça sohbetlerinde genelde çocuk tiyatrosunun gidişatı, özelde oyunlar hakkında yapılan sohbetlerin  hem zihin açtığını de insanları birbirine yaklaştırdığını gözlemledim. İki defa gittiğim Bursa Çocuk Tiyatrosu Festivali’nde olduğu gibi akşamları oyunlar hakkında yapılan eleştiri ve değerlendirmelerin ciddi (zaman zaman kıran kırana) havası Eskişehir’e gelirken hafiflemiş, sohbet düzeyine gelmişti. İki farklı varoluş ve yaklaşımın da kendilerine özgü avantaj ve dezavantajları olduğunu düşünüyorum; yaratıcı ekiplerin eleştirilmekten hoşlanmaması bu tür toplantıları gerginleştirmese, eleştirileri dinlemektense savunmaya geçilmese ne kadar şahane olurdu demekten kendimi alamıyorum.

-Üç etti şimdiye kadar?

-Bahsetmek istediğim diğer oyun ise bir hikaye anlatımıydı. Sobe, ben Penelope adlı performansı izlerken zihnimden geçen ve cevaplarını bulamadığım onlarca soruyla (sahnenin orasına burasına serpiştirilmiş ve hiç kullanılmayan aksesuarların varlık sebebi, İngilizce kelime oyunlarıyla kime hitap edileceği vs vs) bir sahneye bir salona bakıp duruyordum, çocukların ne zaman homurdanmaya başlayacaklarını merak etmiyor da değildim hani. Ancak çocuklar performansçının elindeki kartlardaki görseller yardımıyla anlattığı hikayeyi sonuna kadar ilgiyle dinlediler. Bu ilginin bir nedeni hikaye dinlerken zihnin hayal kurabilmesinin verdiği özgürlüktü, diğer nedeni de çocukların sıkça karşılaştıkları, büyükler tarafından sorulan, cevabı çok da önemsenmeyen bir sorunun peşinde hikaye kahramanının yaptığı yolculuğa eşlik etmekten aldıkları hazdı.

-Çocuk tiyatrosu ve geleceği üzerine ne söylemek istersin?

-Bu konu epeyce konuşuldu orada, bizim tiyatrocularımızın kendi ayaklarına ateş ettiğinden bahsedildi mesela sıklıkla. Yukarıda da söylediğim gibi bir kere tiyatrodan sıtkı sıyrılan çocuğu tekrar salona sokmak büyük çaba gerektiriyor. Eğitimde, sanatta neler oluyor ona bakmak lazım, dünya neler yapıyor, biz neredeyiz gibi soruları sorup yanıtlarını aramak lazım, çocuk tiyatrosunu yetişkin tiyatrosuna sıçrama tahtası olarak görmemek lazım, çocuklarla tiyatroya gelmeden önce ne gibi hazırlıklar yapılmalı konusunda araştırma yapmak lazım gibi cümleler sıkça sarf edildi. Kısıtlı çocuk tiyatrosu tecrübemle bile bu konuşmalara onlarca defa şahit olduğumu söyleyebilirim. Ama galiba söylemekten vazgeçmek için koşulların düzelmesi gerek. Buluşmalar her zaman verimli ve ilham verici fırsatlar, sanatçıların hem birbirleriyle hem de seyirciyle karşılaşmasını önemsiyorum, bu tür fırsatları yaratan ekipleri ve kurumları da her zaman takdir ediyorum. Bu festival için çalışan bütün ekibe ve Çocuk ve Gençlik Tiyatrosu Birimi Başkanı Şafak Özen’e, Eskişehir Büyükşehir Belediyesi ve Şehir Tiyatrolarına teşekkür ediyorum ve bir sonraki festival için şimdiden kolaylıklar diliyorum.

 

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Handan Salta

Yanıtla