‘Bir Başkadır’: Anlamsızlığın Sihirli Gücü

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Zehra İpşiroğlu

“Bir Başkadır” dizisi (Berkun Oya) bir süredir büyük bir tartışma yaratarak gündeme girdi. Yurt dışında bile dizi ile ilgili yazılar çıktı. Bazen herhangi bir şey bir patlama gibi gündeme girer, insanlar başka hiçbir şey düşünemez, konuşamaz oluyorlar. Bu sefer bunun politik bir olay, bir haksızlık, bir cinayet değil de bir dizi olması ilginç. Bunda tabii ki reklamın payı var, bir şey birden moda oluyor ve konuyla ilgili ilgisiz herkes kendini buna kaptırıyor. Yine de bu patlama sadece reklamla açıklanacak bir şey değil…Dizinin şu an yaşadıklarımıza bir biçimde ayna tuttuğunu düşünüyorum. Kendini ifade edememe, kutuplaşma, iletişimsizlik, yalnızlık, mutsuzluk, kapanma, bunalım…

İLK İZLENİM

Tiyatro ile sinemanın karışımı farklı bir dizi estetiği beni de daha ilk anda dizinin içine çekti. Yan gözle izlenecek bir dizi değil…Ama  aşırı ağır tempo biraz yadırgatıcı geldi. Hızdan ya da heyecandan yana olduğum için değil, tersine bir dizi nitelikli bir filme ne kadar yaklaşıyorsa, izleyiciye ne kadar düşünme payı veriyorsa o kadar iyi bence…Sözgelimi Kieslowski’nin filmlerini ne kadar severim. Tempoyu yadırgamamın başka bir nedeni vardı, o da  insanların birbirleriyle iletişimleri ya da iletişimsizlikleri hep aynı yerde sayıyor gibi bir duyguydu. Dizide farklı sosyal katmanlardan gelen herkes inanılmaz bir yalnızlık içinde. Aslında bir şeyler söylemek istiyorlar ama söylemiyorlar, konuşmak istiyorlar ama konuşamıyorlar. Belki de bu dizide beni en yadırgatan insanların yaşamlarına hiçbir anlam verememeleri oldu, pusulayı şaşırmış gibiler. Hepsi bunalımda ama hepsi.

Öte yandan bu dizide öyle bir estetik yakalanmış ki etkilenmemeniz mümkün değil. Görsellik, oyunculuk, kullanılan simgeler, göstergeler, her şey ince, ince düşünülmüş tasarlanmış; fazlalık olan ya da  efekt yaratmak için yapılmış hiçbir şey yok. Durum böyle olunca  dizinin daha ilk anda yadırgadığım içeriği, nedir bu, ne anlatılıyor, insanlar neden durmadan aynı yerde sayıyorlar, bu bunalım edebiyatının ardında nasıl bir ideoloji var, izleyici nasıl yönlendiriliyor gibi sorular büsbütün ön plana geçmeye başladı.

BUNALIM VE ÇIKIŞSIZLIK

Dizideki kişileri inceleyecek olursak Meryem diğerleri gibi henüz kabuk bağlamamış, katılaşmamış, bir arayış içinde, o kadar ki Hocaya söylemeden gizlice psikolog Peri’ye gitmek cesaretini bile gösterebiliyor. Temizliğe gittiği evin beyi Sinan’a duyduğu kendisine bile söylemeye cesaret edemediği ilgi,  evinde yaşadığı bunalım, komando ağabeyin sürekli gerilimli ve saldırgan hali, yengesinin intihar girişimi onun da dengesini toptan bozuyor. Bu nedenle de psikolog Peri ile yolları kesişiyor. Meryem kimseyle konuşamadıklarını  ona anlatıyor. Onun karşısında Peri kendini sorguluyor gibi görünse bile temcit  pilavı gibi ısıtılıp ısıtılıp önümüze sürülen türban hikayesiyle  olduğu yerde sayıyor. Diğerlerinin ne yaptıklarını  pek anlayamıyoruz, çünkü onları ancak anahtar deliğinden şöyle bir görebiliyoruz, varla yok arasındalar. Tuvalette pineklemekten, kadınlarla yatmak ya da kas geliştirmeye çalışmaktan başka bir şey bilmeyen modern Oblomov Sinan, türbanlı kız kardeşiyle saç saça baş başa kavga eden  Kürt kökenli psikolog kadın, çaresizliğini saldırganlıkla ört bas etmeye kalkışan  komando ağabey, onun vaktiyle tecavüze uğramış intihar eğilimli karısı, yaşamın sillesini yemiş bir hoca, başörtüsünü atıp özgürlüğe yelkenleri açan lezbiyen kızı ve sevgilisi, Meryem’den hoşlanan genç, dizici kadın kapı aralığında gördüğümüz figüranlar. Bunları saatlerce heykele bakar gibi izlesek de değişen bir şey yok.  Kişilerin içinde bana en sahici gelen Meryem oldu, onun özgünlüğü, arayışı, uzlaşmacı duruşu…Peki sonundaki  mutluluğunu nasıl değerlendirmeliyiz? Meryem için kurtuluş evlenme mi? İnsanı bu kadar daraltan bir dünyada evlenirse yalnızlığını aşabileceğini mi düşünüyor?

GÖRÜNENİN ARDINDAKİ

Nasıl oluyor da dizi yine de bu kadar tartışma yarattı? Belki de çoğu kimse Koronayla birlikte iyice bunalıma girdiği için bu dizide kendine seslenecek bir şeyler bulmuş olabilir. Sanırım ön planda artık cıcığı iyice çıkmış olan şu baş örtüsü tartışması geliyordu. Kürt kökenliler Kürt ailenin, özellikle de psikolog Gülgün’ün başörtülü ablasının saldırganlığını yadırgamış, İslamcı kesim Sinan’ın Meryem’in başörtüsünü koklamasını sapıkça bulmuş, laik kesim  hayatında ilk kez bir başörtülüyle karşılaşıyormuş gibi şoka giren, bu nedenle de sadece kendisini değil anne ve babasını da suçlayan kolejli Peri’ye çok şaşmış. İnanın ki buna ben de biraz şaştım. Ama şaşmanın ötesinde  tedirgin de oldum, çünkü türban konusunu politik bağlamından iyice soyutlayarak tartışmaya  başladığınız anda tam da bugünün yönetiminin istediği  noktaya geliyorsunuz. Yıllar yılı din özgürlüğü adına kadınların üstünden bizlere dayatılan bu zorlama tartışmaları bir de dizinin hiç sorgulamadan tekrarlaması hiç de gerekmiyor. Öte yandan İmamın başörtüsünü atarak özgürlüğe yelken açan lezbiyen kızı da  çok zorlama. Aslında bizler gerçekten de çelişkilerle dolu zaman zaman neredeyse gerçeküstü gibi hissettiğimiz absürt yanları çok olan bir yaşamın içine batıp kalmışız, yani gerçek yaşamda malzeme fazlasıyla var, bunların içinden yapılacak daha anlamlı ve düşündürücü bir seçim bu diziye bambaşka bir derinlik kazandırabilirdi. Öte yandan insanların yollarının  bu kadar yapay ağlarla birbiriyle kesişmesi de inandırıcı değil.

ÖTEKİLEŞTİRME VE YALNIZLIK DÖNGÜSÜ

Kısaca toparlayacak olursam, şunları söyleyebilirim. Psikolojik dizilere ilgi günden güne artıyor, bu diziyi de bu kategoride görebiliriz belki. Öylesine bunalımlı bir ortamdayız ki kendi içimize dönmeyi tercih ediyoruz. Ama dünyaya sadece kendi sığ bakışımızdan bakarsak olduğumuz yerde sayar ya da kendi bunalımımız içinde erip gideriz. Bu dizideki karakterler de birbirlerini ötekileştirerek ya da yapay kutuplaşmalar yaratarak tam tamına bunu yapıyorlar. Eksik olan: Farkındalıkları. Bu açıdan da temel sorunun  toplumun içindeki kutuplaşma ya da bölünme olduğunu söylenemez. Çünkü herkes herkese karşı zaten duvarlar örmüş. Bu aynı kesimden olan kişiler arasındaki ilişkilerde de böyle. Kürt kökenli süpervizör Gülgün  başörtüsünü bunalımına giren ve bu bunalımın sorumlusu olarak kendi annesi ve babasını gören Peri’yi küçümsüyor, öte yandan türbanlı ablasıyla saç saça baş başa kavga ediyor, Meryem ağabeyin baskısı, evdeki bunalımdan nasıl kurtulacağını bilemiyor vb. İşte beni rahatsız eden de tam tamına bu  çıkışsızlık ve bunalım edebiyatı oldu.

Şimdi diyeceksiniz ki  modern sanat, tiyatro, sinema zaten bunalımın alasını sunmuyor mu bize? Çehov’un  çöküş dünyasını ya da Samuel Beckett’in oyunlarını düşünelim sözgelimi… Ama uyumsuz tiyatronun, özellikle de Beckett’in gösterdiği olumsuz dünyanın bir derinliği yok muydu, bizleri anlamsızlığın üstünde düşünürken anlam yaratmaya, uyumsuzluğun üstünde düşünürken uyum arayışına yöneltmiyor muydu?. Bu dizi bunu yapıyor mu, ya da ne kadar yapıyor, sanırım bunun üstünde düşünmemiz gerekiyor.

ANLAMSIZLIĞIN SİHİRLİ GÜCÜ

Dizi üstüne tartışmalara bakarsak verimli bir düşünme ortamının yaratıldığını söylememiz zor. Eleştirel tartışma bütünü görme anlamına gelmiyor mu? Öykü, söylem ve sunuş düzleminde ne söyleniyor, iletisi ne, ardında nasıl bir ideoloji var, bütün bunlar iyice  çözümlenmedikçe  dizi üzerinde  söylenenlerin pek çoğu ister istemez buruk bir tat bırakıyor bizlerde. Diziyi çözümlemek çabası gösteren birkaç olumlu istisnanın dışında çoğunlukla olumsuz bir şeyler hissettim tartışmalarda,  karalama, saldırganlık, bir ayrıntıya takılıp yüz bin anlamsız şey söyleme, dil cambazlığı, ego gösterisi, laf salatası, bilgiçlik her şey vardı. Kimi kez tartışmaların yüzeyselliğini bir rakı sofrasındaki atışmalara benzettim. Korona nedeniyle bir araya gelemeyen insanlar arasındaki small talk bu sefer sosyal medyaya taşınıyor. Yaşamın anlamsızlığını konu alan bir dizi üzerine tartışırken yeni bir anlamsızlıklar dizgesinin  yaratılması beni açıkça rahatsız etti.

Dizi bu kadar heyecan uyandırdığına göre belki de devamı gelecektir. Gelirse acaba nasıl gelişecek, insanlar bunalım duvarlarını kırabilmek için bir çaba harcayacaklar mı, kısa bir an için bile olsa birbirlerine dokunabilecekler mi? İlişkilerin ve yaşamın başka türlü de olabileceğine dair bir umut  böylesine özenle hazırlanmış bir diziye belki de yepyeni bir boyut getirebilirdi.
Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Zehra İpşiroğlu

Yanıtla