Boğaziçi’nde Tiyatro Yapan İki Öğrenci ile Söyleşi

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Hazal Şahin

“Bugüne dek söylediklerimizden hangisi yanlış şimdi?

Bir kısmı mı, yoksa hepsi mi?

Güveneceğimiz kim var artık?

Arta kalanlar mıyız bizler

yaşayan bir ırmaktan fırlatılmış?

Geride mi kalacağız

kimseyi anlamadan ve hiç anlaşılmadan?

Yoksa şans mı gerek bize?”

Bertolt Brecht’ten…

 

Boğaziçi’nde Tiyatro Yapan İki Öğrenci ile Söyleşi

-Boğaziçi Üniversitesi sizin için ne ifade ediyor? Nasıl bir üniversitedir Boğaziçi?

Herkesin diline doladığı gibi bizlere de Boğaziçi Üniversitesi zaman zaman “cam bir fanus” gibi gelmiştir. Çünkü bu üniversite içinde, yıllarca verilen mücadeleler sonucunda kimlikler ve özneler kendilerine yaşam ve söylem alanı edinebilmiş ve bu ortamlarda ülkenin gündeminden kaynaklanan farklı sorunlarla karşılaşılsa da bu ortamlarda üretim yapabilmiş. Fakat şunu da söylemek gerekir ki burası da tertemiz, her şeyden uzak bir yer değildi. Sadece Türkiye’nin atmosferine nazaran daha özgür bir ortam sunduğu için bize göre kısmen kazanılmış bölgelerden biriydi.

Üniversitemizde çok farklı şehirlerden, farklı geçmişlerle, düşüncelerle, inançlarla, kimliklerle gelen öğrenciler var. Kimi zaman kendi aramızda ayrışmalar ve çatışmalar olsa da yıllardır bir arada yaşamayı başarabildiğimiz bir yer burası. Türkiye’deki ayrıştırıcı iklimin artması tabi ki bizim kampüslerimizi de etkiledi. Bu çatışmalar olsa da yine de bu üniversitenin kültürü birçok insanın farklılığını kabul eden ve bu farklılıklara saygı duyan çoğulcu bir gelenekten besleniyor. Tüm bu sebeplerden dolayı Boğaziçi Üniversitesi çoğumuz için özgürlüğü, nefes alabildiğimiz bir alanı ifade ediyordu.

Boğaziçi Üniversitesi kendi iç tüzükleri gereği diğer üniversitelere nazaran daha demokratik bir ortam sunuyor. Öğrenci temsilcilerinin de birebir bileşeni olduğu KAK (Kulüpler Arası Kurul), CİTÖK (Cinsel Tacizi Önleme Komisyonu), ÜYK (Üniversite Yönetim Kurulu) gibi yapılar sayesinde yönetimde öğrenci temsiliyetinin olduğunu söyleyebiliriz. Bu tabi ki kayyum rektörler atanmadan önce Boğaziçi Üniversitesi’nin tamamıyla demokratik ve mükemmel olduğu anlamına gelmiyor. Ancak YÖK’ün olduğu bir Türkiye’de iyi bir alternatif sunduğunu söylemek mümkün.

Son dönemde yaşadıklarımızdan önce de okula polis girmişti, gözaltılar olmuştu, LGBTİ+’lar hedef gösterilmişti. Ancak yaşam alanlarımıza sürekli ve sert müdahaleleri bu kadar kısa süre içinde deneyimlememiştik.

-Yeni rektörle beraber nelerin değişeceğini düşünüyorsunuz?

Okulun demokratik ve katılımcı ortamının zarar göreceğini düşünüyoruz. Okuldaki bir kulübün bir gecede kapatılması, bir gecede iki fakülte açılması öğrencileri şaşırtan ve öfkelendiren durumlar oldu. Çünkü üniversitemizde bu kararlar enine boyuna tartışılır, olgulara ve bilimsel verilere bakılır sonrasında karar verilirdi. Bunu sağlayacak süreçler Senato’nun imzaladığı tüzükte mevcut. Ancak şu ana kadar bu teamüllerin hiçbiri işletilmedi.

Bunun haricinde kampüsümüzde ve mahallemizde 4 Ocak’tan beri süregelen bir polis ablukası mevcut. Kampüsümüze girerken barikatların arasından geçiyoruz, kimliklerimizi göstererek okula giriyoruz, kampüs içinde sivil polislerle yemek yiyor, oturuyoruz. Arkadaşlarımızın kampüs içinde polis tarafından yerlerde sürüklenerek gözaltına alınmasına şahit oluyoruz. Bu korku atmosferi ve psikolojik şiddet altında okulun akademik ve kültürel çalışmalarını derinden etkilemekle birlikte öğrencilerin yaşam pratiklerini de etkileyecektir. Okuldan çıkıp eve giderken sivil polisler tarafından takip edildiğimizi düşünerek yollarımızı uzatıp evlerimize dönüyoruz. Öğrenciler olarak okulda, kampüste, mahallede kendimizi güvende hissetmiyoruz. Bu kadar güvensiz bir ortamda fikrin, bilimin ve sanatın da özgürce üretilmesi için daha çok mücadele etmemiz gerekecektir.

-Aranızda tiyatro kulübünden öğrenciler var. Eğer bu süreci oyunlaştırıyor olsaydınız oyunun sonunu nasıl bitirirdiniz?

Tarihten ve şu anki yaşamlarımızdan doğru düşündüğümüzde mücadeleler belli kazanımlarla bitse bile her dönemde daha fazlası için mücadele edilmiş. Oyunun sonunu da belli kazanımların elde edildiği ancak taleplerimizin hala devam ettiğini belirtecek bir sonla bitirirdik.  Bu şekilde mücadelenin her zaman devam edeceği vurgulanır, seyirci eylemselliğe teşvik edilirdi. Örneğin aklımıza şöyle bir sahne geldi: Oyunun sonunda baştaki taleplerimizden biri olan rektörlük seçimi, mutluluk içinde ve kutlamalarla yapılıyordur. Ancak binanın önünde öğrenciler ellerinde pankartlar ve sloganlarla üniversitelerde hala ifade özgürlüklerinin kısıtlandığını ve arkadaşlarının ceza evinde olduğunu haykırıyorlardır. Muhtemelen, ilk kutlama anı seyircide bir rahatlama hissiyatı uyandırırdı. Fakat arkasından gelen direniş ortamıyla seyirci bu rahatlama hissiyatına yabancılaşır ve mücadelenin hiçbir zaman bitmeyeceğini hatırlayarak oyun, seyirciyi ikilemde bırakırdı. Böylece oyunun sonu mücadelenin hiçbir zaman bitmeyeceğini, hep daha fazlası ve daha özgür olmak için direnmeye, söylem üretmeye, üretim yapmaya devam etmemiz gerektiğini vurgulardı.

-Kayyum kelimesi artık size neyi çağrıştırıyor?

Kayyum kelimesinin bize çağrıştırdığı çok fazla kelime ve hissiyat var… İntihal, akademik özgürlüğe yapılan büyük darbe, gözaltılar, tutuklamalar, ev hapisleri, “Aşağı bak!” diyerek saldıran polisler, ağzından çıkan her sözü ellerindeki kameralarla kayıt altına alan sivil polisler, nefret söylemleri, ifade özgürlüğünün yok sayılması, hatta ifade özgürlüğünün suçmuş gibi kriminalize edilmesi… Bu saydıklarımız aklımıza ilk gelenler… Bu süreçte anladık ki kayyum atanması demek sadece üniversite yönetimine yapılmış bir saldırı değil özgürlüğümüze de yönelik yapılmış bir saldırı… Yine de öğrenciler olarak kayyum kelimesinin ardından haykıracağımız çok fazla söz, talep var:  “Kayyumlar gidecek biz kalacağız!” “Üniversiteler bizimdir, bizimle özgürleşecek!” “Kayyumlar yalnızdır, bizler değiliz!”

-Yeterli desteği gördüğünüzü düşünüyor musunuz? / Kimlerin desteğini bekliyorsunuz ya da bekliyor musunuz?

Üniversitenin her bileşeni kendi imkanları doğrultusunda direnişe katkıda bulunmaya çalışıyor. Bu noktada bu bileşenlerin birbirinden haberdar olması ve organik bir ilişki kurması önemli. Bunun için belli yapılar oluşturmaya çalışıyoruz.

Ancak direnişimiz ana akım medya tarafından ya gösterilmiyor ya da çarpıtılarak lanse ediliyor. Bu beklediğimiz bir şeydi, bunun için kendi alternatif medya kanallarımızı yarattık. Ancak özellikle muhalif kimliğe sahip sanatçılardan daha fazla destek bekliyoruz. Kitlesel anlamda daha fazla insana ulaşabilen sanatçılar, direnişimizin ülke genelinde doğru bir biçimde anlaşılmasına yardımcı olacaktır.

Ek olarak, çoğu milletvekilinin desteğini gözaltıların arttığı sırada aldık. Aslında bu beklenmeden taleplerimize kulak vermeleri gerekirdi diye düşünüyoruz. Demokratik, akademide özerkleşmeyi, özgürleşmeyi sağlayacak; bilimsel ve sanatsal üretime olumlu anlamda katkıda bulunacak taleplerimizin olduğunu düşünüyoruz. Taleplerimizin ülke gündeminde yankılanması ve tartışmaya açılması gerekiyor.

-Bu süreçte hocalarınızla beraber yol almak nasıl bir his?

Beraberlik başlı başına güçlendirici ve umut veren bir his. Bazı hocalarımız ile alanda, kampüste, adliyede beraberiz. Yan yana oluşumuz haklı olduğumuzu bildiğimiz mücadelemizde bizi daha çok motive ediyor. Bazı hocalarımız ise bizlerle gündemle ve öğrencilerin talep ettiği konularla ilgili online platformlarda yine öğrenciler tarafından düzenlenen açık derslere katılıyor. Ancak hocalarımızın da süreçten nasıl etkileneceğini ve geçmişte akademisyenlerin yaşadıklarını da göz önünde bulunduruyoruz. Öğrenciler olarak hocalarla daha çok konuda beraber hareket etmeyi ve söylem oluşturmayı umut ediyoruz.

-Kamuoyunda çok ses getiren bir mektup yazdınız. Bu mektuba ilgili yerlerden cevap geldi mi? Gelen tepki ve cevapları nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bu mektup Türkiye kamuoyunda çok ses getirdi. Ancak ilgili kişiden birebir cevap gelmedi. Ancak mektubun paylaşıldığı Twitter hesabını açtığı bahane edilerek arkadaşımız Beyza sabaha karşı evinden alındı ve sonrasında tutuklandı. Söylemlerimize şiddetle karşılık verildi ve bir baskı ortamı oluşturulmaya çalışıldı. Mektuba yönelik ilgili yerlerden gelen en büyük hamlenin bu olduğunu düşünüyoruz.

-Geriye dönüp baktığınızda 2 Ocak itibariyle başlayan süreçte ‘’keşke’’ dediğiniz bir şey var mı?

2 Ocak’tan beri sürece dair iç tartışmalarımız hiç durmadan devam etti. Sert darbeler ile karşılaştığımız bu dönemde sürekli kendi eylemliliklerimizi ve örgütlenme pratiklerimizi tartışmaya açtık ve üzerine çok fazla kafa yorduk. Fakat bu tartışmaların sonucu “keşke” ile başlayan cümlelerle bitmedi. Tabii söylenecek çok fazla keşke var fakat öğrenciler olarak “keşke”lerimiz kendi hamlelerimize yönelik değil iktidarın dayattığı sonuçlara yönelik, tüm ülkenin dillendirmesi gereken keşkeler. Keşke sanatçı arkadaşlarımız tutuklanmasaydı. Keşke arkadaşlarımızın ifade özgürlüğü hakkı gasp edilmeseydi. Keşke bize destek veren başka üniversiteden arkadaşlarımız tutuklanmasaydı. Keşke arkadaşlarımızın şafak baskınında evlerine girilip ailelerinin gözleri önünde darp edilerek azılı suçlularmış gibi yaka paça gözaltına alınmasalardı. Keşke polis kampüse girip öğrenci arkadaşlarımızı yerlerde sürükleyerek gözaltı araçlarına doldurmasaydı. Fakat bu keşkeler güçsüz ve geçmişe dönük keşkeler değil. Bu keşkeler bizim haklı mücadelemizi ve birlikte durmamız gerektiğini bizlere tekrardan hatırlatan keşkeler. Biz haklı olduğumuzu biliyoruz. Bizim taleplerimiz insani değerlere dayalı net ve haklı talepler. Hiçbir öğrencinin “keşke” ile başlayan benzer cümleler kurmak zorunda kalmadığı geleceğimiz için mücadele vermekten vazgeçmeyeceğiz.

-Ailelerinizin tepkileri nasıl? Endişeleri, kaygıları var mı?

Ailelerimiz sürecin başından beri olup biteni endişeyle takip ediyor. Gözaltıların, tutuklamaların ve öğrencilere yönelik nefret söylemlerinin artması bu endişeleri arttırdı. Ancak ailelerimize taleplerimizin nedenlerini anlattığımızda ve direnişin ana akım medyadaki yansımasının yanlış olduğunu belirttiğimizde onların da direnişimizi sahiplendiğini düşünüyoruz. Ancak bu tabi ki endişelerinin ve korkularının önüne geçmiyor. Çünkü hukuksuzca baskınlar, gözaltılar, tutuklamalar gerçekleşiyor ve direnişe katılan öğrencilerin aileleri kendi çocuklarının başına bunların gelebileceğinin korkusunu taşıyor.

-Bazı medya kuruluşlarının ve devlet büyüklerinin bahsettiği gibi ‘’ülkeye zarar veren’’ , ‘’toplum huzurunu bozan’’ bir eylem içinde olduğunuzu düşünüyor musunuz?

Kesinlikle düşünmüyoruz. Biz sürecin başından beri barışçıl protestolar yapıyoruz. Hatta kampüs içinde yaptığımız eylemliliklerimizde barışçıl ortamı oluşturacak ve koruyacak etik ilkeler mevcut. Bizim toplumu özgürleştirecek taleplerimiz var.

Eylemlerimiz ve üretimlerimiz bahsettiğiniz kurumlar tarafından çarpıtılıyor. Arkadaşlarımız halkı kine ve nefrete sürükleme suçundan tutuklandı ve kriminalize edildi. Haklı taleplerimiz, “bunlar terörist” yaftası altında görünmez kılınmaya çalışıldı. Ancak bu karalama kampanyalarına karşı gerçek bilgileri kamuoyuyla paylaşma yoluna gittik düzenli olarak teyitli bilgileri sosyal medya hesaplarımızdan paylaşıyoruz.

-Başka bir ülkede yaşamayı istiyor musunuz? Gitmek ve kalmak sizin için ne ifade ediyor?

Cevabı üzerine düşünmekten kaçındığımız bu soruya kendi içimizden başka sorular sorarak cevap verebiliriz.

Bir öğrenci ve entelektüel adayı neden memleketi için mücadele etmek yerine, neden bu baskıdan kurtulup bambaşka bir hayat yaşamak istiyor? Neden diretip “Dur, yeter!” diyemediği bela denizini arkasında bırakarak başka denizlere açılma isteği ve bu isteğin getirdiği kaygıyla savaş halinde uykusuz kalıyor? Belki de uyumanın ve ses çıkarmamanın o kadar kolay olmadığını biliyoruz, uyuyamayacağız çünkü düş de görebiliriz rüyamızda…

“Kim dayanabilir zamanın kırbacına? Zorbanın kahrına, gururunun çiğnenmesine, sevgisinin kepaze edilmesine, kanunların bu kadar yavaş, yüzsüzlüğün bu kadar çabuk yürümesine…” Geçmişi unutup bambaşka bir hayat kurma yalanına inanmaktansa kim ister ki bunlara katlanmak ağır bir hayatın altında inleyip terlemek?

Kayyum rektör atamalarına karşı verdiğimiz bu mücadele içinde kendimizle ve kendi sorumluluklarımız hakkında da düşünüp bazen çıkmaza girebiliyoruz. Gitmek mi kalmak mı sorusuna bir cevap vermekten belki de kaçınıp sorunun zihnimizin içinde dönüp durarak bizi terletmesini deneyimliyoruz. Bunun da başlı başına bir mücadele olduğunun farkındayız. Herhangi bir öğrencinin cevabı ne olursa olsun sorun, cevabın kendisine değil bu cevabı verdirten ortamın kendisine ve koşullarına aittir. Cevap sadece öğrencide değil, öğrencinin okuduğu anti-demokratik üniversitede, abluka altında yaşadığı mahallede, özgürce sesini duyuramadığı ülkesinde de saklı.

-İdeal bir üniversite ortamı nasıl olmalı?

Üniversitelerde kesinlikle ifade özgürlüğünün bulunması gerekiyor. Yapısı gereği üniversite düşüncenin üretildiği kurumlar olduğu için özgürlük olmadan bu üretimlerin yapılabileceğini düşünmüyoruz. Yine üniversitelerde özgürleştirici ortamın yatay yönetim şekilleriyle oluşabileceğini düşünüyoruz. Yani, üniversitelerde hiyerarşik yapılardan ziyade bileşenlerin beraber karar verdikleri yapılar oluşturulmalı.

Bunun haricinde bir üniversite farklılıklara ve çeşitliliğe saygı duymalı hatta bunu teşvik etmeli. Farklılıklara saygı duyularak kampüs içinde beraber yaşama kültürünü kurabiliriz, bu kültür insanları bulundukları alanda güvende hissettirir.

-Bu süreçle ilgili yarın nasıl bir güne uyanmak istersiniz?

Tabi ki tüm kayyumların istifa ettiği, üniversitelerde rektörlük seçiminin yapıldığı, okulun tüm bileşenlerinin okul yönetiminde söz sahibi olduğu, tutuklu arkadaşlarımızın serbest bırakıldığı, ifade özgürlüğünün olduğu bir güne uyanmak isterdik. Ancak bunların hepsinin bir günde gerçekleşmeyeceğinin farkındayız. Dolayısıyla yarın; kampüste daha fazla öğrencinin olduğu, sesimizin daha güçlü çıktığı, mücadelemizin ülke genelinde daha çok sahiplenildiği bir güne uyanmak istiyoruz.

-İçinde bulunduğunuz durumu bir şarkı sözü/şiir ile ifade edecek olsanız ne söylerdiniz?

Bertolt Brecht’ten…

Diyorsun ki,

davamıza hayrı yok bu gidişin.

Karanlık gitgide, diyorsun, derinleşiyor.

Güçler azalıyor, diyorsun, gitgide.

Bunca yıl, diyorsun, çalış çabala,

sonunda ilk günden daha güç bir duruma düş.

Oysa işte düşman her zamankinden daha kuvvetli.

Yenilmez gibi de görünür.

Biz de hatalar yaptık, bu inkar edilmez.

Sayımız yavaş yavaş azalmada.

Sloganlarımız orada burada dağınık.

Düşman sözcüklerimizin bir kesimini çarpıttı.

Bugüne dek söylediklerimizden hangisi yanlış şimdi?

Bir kısmı mı, yoksa hepsi mi?

Güveneceğimiz kim var artık?

Arta kalanlar mıyız bizler

yaşayan bir ırmaktan fırlatılmış?

Geride mi kalacağız

kimseyi anlamadan ve hiç anlaşılmadan?

Yoksa şans mı gerek bize?

İşte senin sordukların bunlar.

Ama kimseden bir yanıt bekleme,

yanıtını da kendin ver.

Paylaş.

Yanıtla