Bir Kadın Uyanıyor Üzerine

Sevilay Saral

Bu metin, Mimesis Tiyatro/Çeviri-Araştırma Dergisi’nin 14. sayısında (Mayıs 2008) yayınlanmıştır.

Metnin Oluşturulması ve Sahneleme Hazırlıkları

Tek kişilik bir kadın oyunu hazırlama fikrini ilk olarak 1 Ağustos 2004’te ortaya attım. Tiyatro Boğaziçi’nde öneriyi gündeme getirdiğimde projeye dair ayrıntılı bir çerçevem yoktu. Ortada daha çok iş bölümü ve çalışma formuna dair bir öneri vardı. Buna göre ben yazar sorumluluğu üstlenecektim, Aysel Yıldırım da oyuncu olarak çalışacaktı. Ve gerçek hayat hikâyelerinden yola çıkılarak yazılacak bir kadın oyunu olacaktı.

Aslında projeye ilişkin ilk somut adım, oyunda hikâyesi anlatılan kadınla 18 Kasım 2004’te yaptığımız ilk söyleşimizdir. Bir Kadın Uyanıyor’un prömiyer tarihi ise tam bir yıl sonradır, yani 11 Kasım 2005. Bununla birlikte oyunun hazırlık sürecinin kesintisiz bir yıl sürdüğünü söyleyemeyiz.

Bir Kadın Uyanıyor’un hazırlık sürecini kabaca üç döneme ayırabiliriz:

Birinci dönem oyun için yapılan ilk söyleşiden yani 18 Kasım 2004’ten, yalnızca birinci perdesinin sahnelendiği 10 Mart 2005’e kadar geçen dört aylık dönemdir. Bu dönemde oyunun sadece birinci perdesi hazırlandı. Kendi içinde bir bütünlüğe sahip olan birinci perde, Boğaziçi Üniversite’sinde 8 Mart Dünya Kadınlar Günü kutlamaları dahilinde Feminist Kadın Çevresi’nin düzenlediği geleneksel “Kadın Şenliği”nde sergilendi. Yaklaşık 200 kadın seyirci izledi. Aralarında oyunda hikâyesi anlatılan kadın da vardı.

İkinci çalışma dönemi Nisan ve Mayıs 2005’te ağırlıklı olarak söyleşiler ve bunların deşifrasyonlarına yoğunlaştığımız, bir yandan da ikinci perdenin kurgusunu hazırladığımız dönemdir. Daha öncesinde ne yapmaya çalıştığımızı anlatmış olsak da, birinci perdeyi izlemesiyle beraber anlatıcımız çalışmanın içeriğini daha iyi kavramıştı. Anlattıkları üzerinden bir tiyatro oyununun sahnelendiğini görmüş ve motivasyonu yükselmişti. Üç kadın olarak kurduğumuz samimi ortamın da etkisiyle anlatıcımız belki de aktarmayı hiç düşünmemiş olduğu ayrıntıları anlatıyordu. Yine bu dönemde, oyuncunun ve yazarın üslubunu çok iyi anladığı için, sahne önerileri bile yapmaya başlamıştı.

Üçüncü dönem ise oyun metninin ve tüm prodüksiyonun tamamlandığı Ağustos 2005’den Kasım 2005’e kadar olan son dönemdir. Bu son dönemde artık yalnızca üç kadın değildik. Oyunun kostümünde, dekorunda, müzik ve ışığında, afiş ve tanıtımında kısacası tüm prodüksiyonunda ve hatta Mart 2006’da BGST Yayınları’ndan çıkan oyun kitabının hazırlanması sürecinde de bize destek veren, gönüllü olarak bu prodüksiyonda çalışan birçok kadın arkadaşımız yanımızdaydı.

Oyunun gerçek bir yaşam öyküsü üzerinden yazılması fikri nasıl oluştu?

Oyunu gerçek bir yaşam öyküsünden yola çıkarak yazmaya karar verişim bir tesadüfle başladı. Bundan üç yıl önce, ablamın iş arkadaşlarından biri yazlık evimize gelmiş ve birkaç gün bizimle kalmıştı. Öncesinde çok iyi tanımadığım bu kadın kocasından yeni boşanmış ve iki küçük oğluyla beraber zorlu bir yaşama mücadelesi veriyordu.

Konuşmayı çok seven misafirimiz birlikte olduğumuz o birkaç gün içinde bize yaşadıkları hakkında birçok şey anlattı. Sabaha kadar dinlesek sıkılmayacağımız türde bir ‘doğal’ anlatıcıyla karşı karşıyaydık. Bana ilginç gelen yaşadıklarını neredeyse ‘teatral’ bir atmosfer içinde anlatıyor oluşuydu. Oldukça mizahi bir dile sahipti, yaşadığı ‘acıları’ anlatırken bile buruk bir gülümsemeyle dinliyorduk. Elbette anlattıklarının tümü kendisine, yani bir kadına aitti ve bu anlamda ‘malzeme’ neredeyse tümüyle kadınlık durumları ve kadın sorunları üzerineydi. Belki de ‘sıradan’ olarak değerlendirilebilecek bu hikayeler feminist bir tiyatrocu olarak bana oldukça çekici gelmişti. İşte o zaman ilk kez söyleşiler yoluyla bir oyun metni yazılabileceğini düşündüm. Ve zaten Bir Kadın Uyanıyor’da da hikayesi anlatılan kadın, dört yıl önce birkaç günlük tatilini bizimle geçiren aynı kadındır.[1]

Bu karşılaşmadan aylar sonra kendisine söyleşiler yoluyla hayatı üzerinden bir oyun yazmayı ve sahnelemeyi düşündüğümü ilk söylediğimde biraz şaşırdığını hatırlıyorum; ama hiç itiraz etmedi. Bizimle görüşmekten, bitmez tükenmez sorularımızı yanıtlamaktan ve hayatını anlatmaktan hiç yorulmadı. Ya da en azından bize hiç hissettirmedi.

Söyleşi Malzemesinin Oluşturulması

Söyleşi yoluyla oyun metni oluşturma ilk kez uyguladığım bir yöntemdi. Söyleşileri projede oyunculuk sorumluluğu alan Aysel ile birlikte yürüttük. Süreç şöyle işledi: İlk görüşmeden önce Aysel anlatıcımızı tanımıyordu; ben de ona çok kısa olarak kendisinden bahsettim. Ayrıntılara girmedim; çünkü ayrıntıların önyargılar oluşturmasını istemedim. Daha sonra dijital kayıt aletimizi alarak görüşmelere başladık. Oyunun yazım sürecinde tam dört kez oldukça uzun süren kayıtlı söyleşi yaptık. Ama bu organize ve kayıtlı görüşmelerin dışında da sürekli ve sıkı bir iletişim halindeydik.

İlk söyleşi için hiçbir soru hazırlamadık. Kendisine evlilik ve ayrılık deneyimine ait hikayesini dinlemek istediğimizi söyledik. İlk görüşmeyi anlatıcımızın işyerinde yaptık; saat 16’da buluştuk ve söyleşi akşam saat 22’ye kadar sürdü. Ama bir aksilik oldu. Dijital kayıt aletinin kalem pilinin bittiğinin farkına varmamıştık ve yanımıza da yedek pil almamıştık.

Bu yüzden anlatılanların bir kısmını kağıt kalem kullanarak kaba notlar halinde kaydedebildik. Bir musibet bin nasihatten iyi geldi ve bir daha böyle bir sorun yaşamadık. Bu ilk söyleşiden sonraki görüşmelere artık yedek pil ve belli sorularla gitmeye başladık. Anlattıkları içinde zayıf kalan yerleri derinleştirmek ya da eksikleri tamamlamak için söyleşiyi yönlendirmek gerekiyordu. Bunun için de Aysel’le beraber ön hazırlık yapıyorduk. Notlarımızı toparlıyor, kayıtlarımızı deşifre ediyorduk. Bir yandan da oyunun ince kurgusunu hazırlama sürecine girmiştik. Öncelikle, anlatacağımız kadının hikayesini kronolojik olarak en tutarlı şekilde kurmaya çalıştık.

Söyleştiğimiz kadın arkadaşımız teatral bir anlatıcı olarak ileri özelliklere sahipti. Daha önce de vurguladığım gibi, konuşmayı ve anlatmayı çok seviyordu. Kayıt aletimizin record tuşuna bastığımız andan itibaren saatlerce kesintisiz anlatıyor ve asla yorulmuyordu. Yer yer taklit yapıyor ve dili çarpıcı bir ustalıkla kullanıyordu. Bu nedenle, anlatım tarzının oyun metnindeki esprili dile ciddi katkıları oldu. Anlattığı olayları, gerektiği ölçüde ayrıntılandırabiliyordu. Söyleşi esnasında anlattıklarının üzerinde belli oranda bir otosansür mutlaka olmuştur; ama bu otosansürün söyleşinin açılımına zarar verecek boyuta ulaşmadığı kanaatindeyim. Söyleşiyi rahatlatan diğer bir özellik hafızasının gücüydü. Aradan geçen uzun zamana rağmen, yaşadığı olayları neredeyse tüm ayrıntılarıyla aktarabiliyordu. Bu durum söyleşinin çerçevesini toparlamada ve yeni soruların oluşmasında bize kolaylık sağladı.

Söyleşi Malzemesinin Hayali Malzemeyle Birleştirilmesi

Söyleşide anlatılanlar, olduğu gibi sahneye aktarılmadı elbette. Hatta gerekli görüldüğü hallerde, tavrımızın/dramaturjimizin altını daha iyi çizmek adına bazı hayali sahneler de oluşturuldu. Örneğin, birinci perdedeki “Doğum Günü” sahnesini söyleşilerden hareketle elde etmedik, hayal ettik. Bu eklemelerin oyundaki diğer öykülerin yanında ayrıksı durmaması ve bu anlamda inandırıcılığın devamının sağlanması konusunda titizlikle çalışmamız gerekti. Yazar olarak en çok, kurguladığım bu hayali bölümlerde zorlandığımı düşünüyorum. Çünkü yazacağım her yeni satırın, bize aktarılan ve çerçevesini çizdiğimiz evrene yedirilmesi gerekiyordu.

Yeşilırmak’la sohbet sahneleri de tamamen yazarın çalışması olarak gelişti. Bir gün anlatıcımız bir anısını anlatırken şöyle demişti: “… yüzünden o kadar sıkıldım ki, kendimi balkona attım, Yeşilırmak’a doğru ağzıma geleni söyledim, çığlıklar attım, öylece de rahatladım…” Ben de bu bilgiden hareketle oyuna kadının Yeşilırmak’la yaptığı düzenli sohbetleri yerleştirdim. Kadın, Yeşilırmak’a kaygılarını, sevinçlerini, mahremiyetini anlatıyor ve bazen fi kir ya da nasihat bile alıyordu. Bu fikirler aslında kadının kendi belleğinde var olan ama açığa çıkmak için bu sohbetleri bekleyen fi kirler olarak yorumlandı. Yeşilırmak’la kadın arasında kadın dostluğunu anıştıran bir ilişki kuruluyordu. Oyunda, Yeşilırmak sohbetlerinin ikinci perdede Boğaz’la sohbete dönüşmesi ise tam anlamıyla bir tesadüf oldu. Bir söyleşiyi anlatıcı arkadaşımızın Cihangir’deki evinde yapmıştık. Ve pencereden dışarı baktığımızda Boğaz manzarasıyla karşılaştık ve bundan sonra da Boğaz’la sohbet sahneleri yazıldı.

Anlatıcımız oyunu izlediğinde bu sohbet sahnelerini hiç yadırgamadı; gerçekten de Yeşilırmak onun Çarşamba’da geçen yıllarına yakından tanıklık etmişti. Dramaturjik bağlamda altını özellikle çizdiğimiz tavırların, feminist bakış açısını öne çıkardığımız öykülerin ve eklediğimiz bölümlerin söyleştiğimiz kişi tarafından da kabul edilir olması bizim için ayrıca önemliydi. Bu anlamda biz, öyküleri alıp kaba birer malzeme gibi kullanmadık. Söyleştiğimiz kişiyi, üretim sürecinde söz hakkı olacak şekilde kadroya dahil etmeye özen gösterdik. Elbette bu aşamada birtakım ciddi anlaşmazlıklar çıkabilirdi; ama bizim çalışmamız içinde böyle bir durum oluşmadı. Söyleştiğimiz kişiyle anlaşmazlığın yaşandığı noktaların sayısı azdı ve bunları çözebildiğimiz yapıcı bir diyalog ortamı kurulabildi. Ve bu süreçte oyun metni de nihai biçimini aldı.

Anlatım Biçimleri

Oyun metninde ve sahnelemesinde üç farklı anlatım biçimi vardır:

Birinci anlatım biçiminde oyuncuyu doğrudan seyirciye konuşan bir anlatıcı olarak görürüz. Dolayısıyla bu sahneler seyirciye, yani dışa dönük oynanır. Oyuncu, bugünden, yani kadının 40’lı yaşları içinden konuşur; hayatı ve aktardığı olaylar üzerine yorum yapar; seyirciye sorular sorar, vs. Anlattıklarına karşı mesafeli bir duruşu vardır. Bu bölümler, yalın ve yer yer mizahi bir üslupta kaleme alınmıştır. Aysel de oyuncu olarak bu sahneleri hazırlarken, aynen söyleşilerimiz esnasında oluşan rahat ve samimi ortamı kurma arayışı içinde çalıştı. Diğer bir deyişle, söyleşi ortamındaki gözlem ve deneyiminden yararlandı.

İkinci anlatım biçiminde anlatım, içe dönüktür. Oyuncunun önce Yeşilırmak’la daha sonra da İstanbul Boğazı’yla sohbet ettiği sahneler vardır. Bu bölümler yine yalın, ama dramatik bir üslupta oynanır. Bu sahnelerde ışıklandırmadan da faydalanarak seyirciyle oyuncunun oynadığı mekan uzaklaştırılır. Oyuncu sahnenin tümüne yansıtılan ırmak görüntüsünün içinde oynar. Genel olarak sahne loştur; oyuncu lokal olarak aydınlatılmıştır. Yeşilırmak’la sohbet bölümleri kadının yalnızlığının/yalnızlaştırıldığının bir göstergesidir; ama aynı zamanda kadının sorunu hafifletme çabasının bir sonucudur. Oyunda anlatılan kadının, yani Alev’in, suyla konuşması bir açıdan “delice” bir eylemdir ve aşırı psikolojik bir etki oluşturma riskini taşır. Bu sahnelerin “acıklı” sahneler olmaktan kurtulması için yalın bir oyunculukla icra edilmesi gerekir.

Üçüncü anlatım biçiminde ise, anlatıma güldürü dozu yüksek bir üslup hakimdir. Alev’in farklı yaş dönemlerine ait anılarının canlandırıldığı sahneler vardır. Oyuncu, anlattığı olay esnasındaki yaşını oynar ve bu sahneler argonun en çok kullanıldığı bölümlerdir.

Oyun Metninde Argo Kullanımı

Yazdığım diğer kadın oyunlarının[2] dilinde de argo mutlaka yer aldı; ama en yoğun olarak kullanıldığı oyun metni Bir Kadın Uyanıyor oldu. Kadın oyunları yazmaya başladıktan sonra Tiyatro Boğaziçi’ndeki tiyatrocu kadınlar olarak en çok tartıştığımız konu oyunlarımızın dili oldu. Kadın dünyası içinden kurguladığımız bu oyunlarda kadın dili kullanmaya özen gösterdik. Bazen bir cümle için saatlerce tartıştık. Bununla birlikte dilimizdeki ataerkil belirlemelerden tamamen kurtulduğumuzu söylemek, sorunu fazlaca küçümsemek olacaktır.

Bu dili kurmaya çalışırken en çok da kadın argosundan yararlandık; çünkü bunun kadın mahremiyetinin samimi bir ifadesi ve ayrıca kadınların ataerkiyle mücadele biçimlerinden biri olduğunu düşünüyoruz.

Bir Kadın Uyanıyor’da Alev dışında anlatılan karakterler de var. Ve bunların da zaman zaman argo kullandığını görürüz; ama Alev’inkinden farklıdır. Örneğin, Alev’in kocasından intikam almak için gece yarısı bir meyhanede buluştuğu Behçet; Behçet Çarşamba’lı bıçkın bir delikanlıdır ve oldukça maço bir dil ve argo kullanır.

Oyunda Karakterler Nasıl Canlandırıldı?

Bir Kadın Uyanıyor’da oyuncu, Alev’in anılarını anlatırken karşısına çıkan karakterleri elindeki kalemle çizerek oynar. Sahne üzerindeki tek dekor malzemesi olan beyaz çeyiz sandığının kapağı, aynı zamanda oyuncunun anlattığı karakterleri çizdiği tahta olarak kullanılır. Anlatılan kişi ile ilgili bölüm tamamlandığında resim oyuncu tarafından silinir ve zamanı gelince bir diğer karakter aynı yere çizilir. Seyirci, resmi çizilen bu karakterlerin ne söylediğini hiç duymaz; ama oyuncunun repliklerinden konuşulanın ne olduğunu anlar.

Oyun metninde, çizim yerine taklit etme yöntemi sadece üç karakter için kullanılır: Cinci hoca, meyhanedeki delikanlı ve fal bakan kadın… Bizim çalışma sürecimizde taklidin de sahnelemeye dahil edilmesi, oyuncunun kendi tercihi olmuştur. Aslen Çarşambalı olan Aysel, bu yerel karakterlere dair çok canlı gözlemlere sahiptir ve bunun avantajıyla çok çarpıcı tiplemeler çıkarmayı başarmıştır. Bu taklitler seyirde bir üslup sorunu yaratmadığı hatta seyire dinamizm kazandırdığı düşünüldüğü için korunmuştur. Ancak başka bir oyuncu bu taklitleri diğer karakterler gibi ele almayı, yani taklit etmek yerine çizim yöntemiyle oluşturmayı tercih ederse bunun da önü açıktır.

“Kadınların Tiyatrosu” formu

“Kadınların Tiyatrosu” olarak adlandırdığımız gösteri modeli bir oyunun hazırlanış sürecinden sahnelenişine kadar, her aşamasında kadınların sorumluluk aldığı ve sadece kadın seyircilere açık avantgarde bir modeldir. Bu sadece biçimsel bir deneme değil, sanatsal ve politik tavrımızın bir sonucudur. Kadınların Tiyatrosu formu öykülerini kadınların dünyası içinden çıkarır ve bu öyküleri feminist dramaturji ile yorumlar ve kadın seyircinin tartışmasına açar.

Tiyatro faaliyetlerini Tiyatro Boğaziçi’nde sürdüren Feminist Kadın Çevresi üyesi kadınlar olarak, bu formda gösteriler üretmeye ilk kez 2000 yılında Uykudan Önce adlı kısa bir oyunumuzla başladık. Daha sonra da Boğaziçi Üniversitesi’nde 8 Mart Kadın Şenliklerinde sahnelenmek üzere kısa oyunlar üretmeye devam ettik. Bu formu üniversite kampüsünün dışına taşımaya karar verdiğimiz oyunumuz ise 7 Kadın oldu. 25 Mayıs 2004’te galasını yaptığımız bu oyunla beraber “Kadınların Tiyatrosu” formu Türkiye’de ilk kez yaygın bir şekilde gündeme geldi ve tartışıldı. Tarihsel açıdan bakıldığında, Bir Kadın Uyanıyor yıllar içinde oluşturulan bir geleneğin son ve bizce en gelişkin örneklerinden birisi olmuştur.

Bir Kadın Uyanıyor aynı zamanda alternatif bir tarih yazımı çalışması olmuştur. Hikayesini anlatan kadınla yapılan sözlü tarih çalışması sonucu yazılmış bir oyundur. Hikaye, oyun metnine dönüşürken ve sahneleme aşamasında çalışmanın çerçevesi feminist dramaturjidir. Oyunda anlatılan kadın, Alev erkek egemen sistem içinde “iyi bir kız çocuğu” olarak yetiştirilmiş ve bu baskıcı eğitimin sonucu olarak da “iyi bir eş” ve “iyi bir anne” olmuştur. Bir gün aldandığını, aldatıldığını farkettiğinde ise önce intikamını almaya uğraşmış, sonrasında ayrılmış ve çocuklarıyla beraber yeni bir hayat kurma mücadelesine girmiştir. Feminist bakış açısıyla Alev uyanmıştır. Erkek egemen yaklaşım bu hikayeyi görmezden gelir, küçümser, ya da Alev’i kutsal aile hayatına uygun olmayan bir kadın olmakla suçlar. Oyunda da işte bu ikiyüzlü erkek egemen bakış sorgulanır. Feminist dramaturji bir uyanış hikayesi olarak ele aldığı bu öyküyü seyirciye aktarırken Alev’in oyun boyunca geliştirdiği bütün jestlerinin ve açığa çıkan ataerkil koşulların altını çizer. Böylece seyirciye erkek egemen bakışı sorgulama alternatifi sunulur.

Öte yandan uyanmak eylemi hafife alınacak bir eylem değildir. Bir anlamda ataerkinin sağladığı güya ‘rahat’ koşulların reddidir, açlıktır, aşağılanmadır, vs. Kadının sürekli bir mücadele içine girmesi anlamına gelen bu uyanış yine öncelikle kadınların sahip çıkması gereken bir eylemdir. Oyunun fi nal tiradında Alev kız kardeşine uyanmak eylemini şöyle tarif eder:

Uyanmak kavga etmek, hiç durmadan kavga etmektir kardeşim. Dinlenmek hakkım olsa da, uyumak haram. Bir gün yorulur vazgeçersem eğer, uyanışım da biter o zaman.


[1] Oyunda hikayesi anlatılan kadın, kimliğine dair bilgilendirme yapılmamasını talep ettiği için ismi kullanılmamaktadır.

[2] Bkz. Beş Kadın (Mimesis 9, Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi, İstanbul: 2002), Kadın Masalları (Mimesis 9, Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi, İstanbul: 2002), Uykudan Önce (Mimesis 9, Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi, İstanbul: 2002), Düş Dostları (Mimesis 9, Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi, İstanbul: 2002), Kadın Doğum (8 Mart 2003 tarihinde 8 Mart Haftası kapsamında Boğaziçi Üniversitesi’nde oynandı), 7 Kadın (BGST Yayınları, İstanbul: 2005).