Laik Burjuvalar, Dindar Burjuvalar ve Sanatın Politik Ekonomisi

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Sacit Hadi Akdede

Bazı sanatçıların, çeşitli basın yayın organlarında,  Türk burjuvazisinin sanatı desteklemediğine ilişkin yakınmalarının haberleri yer aldı. Bazı sanatçılar Batı’da burjuvaların sanatı desteklediklerine ilişkin açıklamalarda bulundular.  Burjuvalaşmanın koşullarından biri olarak “sanatı desteklemek” önemli bir kritermiş gibi durdu. Hatta bazı sanatçılar burjuvaların sanattan anlamadığını, ama gene de sanatı desteklediklerini dile getirdi. Sanatı desteklemenin nasıl olacağını şimdilik bir kenara koyalım. Zenginleşmenin ve ekonomik-politik güç elde etmenin burjuvalaşmaya yetmediğine ilişkin imalar yer aldı. Bütün bu yorumlar, burjuva olmanın ekonomi ve politikayla değil de kültür ve boş zaman değerlendirmesiyle veya boş zaman tüketimiyle daha çok ilgili olduğu konusunu gündeme getirdi. Nobel ödüllü yazar Orhan Pamuk bir Alman gazetesinden bir gazeteciyle yaptığı röportajda “Burjuvazi beni sinirlendiriyor. Kibirleri, dar görüşlü bir şekilde bencillikleri ve kendi ülkesinin insanlarından nefret etmeleri beni öfkelendiriyor. Olağandışı Türk üst sınıf, askeri darbelerden ve de Kürtlere karşı yapılan kötü muameleden dolayı rahatsız olmuyor. Çoğunluğu oluşturan başörtülü kadınlara yukarıdan bakıyor. Bu da bana eskiden Güney Afrika’da beyazların siyahlara olan davranışını hatırlatıyor” biçiminde açıklamalarda bulundu. Bu açıklamalarda Türk üst sınıfının darbelerden ve Kürtlere karşı yapılan kötü muameleden dolayı rahatsız olmaması durumunun analizini başka bir yazıya bırakırsak, burjuvazinin başörtülü kadınlara yukarıdan bakması, burjuvazinin kültürel boyutuyla ilgili bir açıklama olmaktadır.  Orhan Pamuk bu açıklamasıyla Türk burjuvazisinin kültürel boyutuna ilişkin bir açıklama ve eleştiri getirmektedir.  Bu yazı, Türk burjuvazisinin kültür ve sanat tüketimi ve üretimiyle ilgili bir yazı olacaktır.

Bir dönem, burjuvaların kültürel boyutuna ilişkin tartışmalardan, sanki bütün ülkelerin burjuvaları kültürel olarak birbirine benzemek zorundaymış gibi bir izlenim de doğmuştu.  Burjuvalar ilk olarak en baskın biçimde kapitalizmle birlikte ve dolayısıyla Batı ülkelerinde var olduğuna göre, sanki bütün diğer ülkelerin, buna Türkiye de dâhil, burjuvaları Batı burjuvalarına benzemezse, burjuva sayılmamaları gerekir gibi bir hava oluşmuştu. Bu yüzden de “Türkiye’de burjuva yok” gibi yargılara rastlamak çok olağandı.  “Türkiye’de burjuva yok” yargısı bugün hala bazı yazarlar için kabul edilen bir iddia ise, o zaman burjuva kavramı ekonomik boyutuyla değil de kültürel ve sanatsal boyutuyla algılanıyor demektir ve referans noktası da Batı olmaktadır çünkü Türkiye ekonomik tanımıyla burjuvalara sahiptir.

Burjuvazinin hemen hemen bütün sosyal bilimcilerin üzerinde anlaştığı birkaç öğesine değinerek başlayalım yukarıdaki yorum ve yargıları incelemeye. Burjuvazi, Marksist literatürde, kapitalist toplumdaki antagonist iki temel/ana sınıftan birisidir. Elbette burjuvazi hakkında çalışma yapan sadece Marksist literatür değildir. Bununla birlikte burjuvazinin ekonomik boyutuyla ilgili olarak sanırım Marksistler daha çok sayfa tüketmişlerdir. İşçi sınıfının (proleterya) karşısında duran burjuvazi, kapitalist toplumda en genel anlamıyla, sermayenin mülkiyetini elinde tutan ve öncelikle ekonomik özelliği ile tanımlanan bir sosyal sınıftır. Burjuvalar, kapitalizmle beraber daha da nüfuz kazanmışlardır.  Politik güçleri de Fransız Devrimi’nde kendini göstermiştir. Bu ekonomik ve politik güçleri yanında burjuvalar boş zaman sahibi olan insanlardır.  Burjuvaların kendilerini yeniden üretmeleri için,  boş zamanlarında kendilerini eğlendirip yeniden çalışır duruma gelebilmeleri gerekmektedir.  Boş zaman değerlendirme yöntem ve içeriği de burjuvaların kültürel boyutunu oluşturur. Burjuvalar boş zamanlarında, bir araya gelebilmek ve sosyalleşebilmek ve kendi aralarında bir sosyal statü yaratmak istemişlerdir.  Bu isteğin karşılanmasında sanat önemli bir rol oynamıştır. Elbette ki bir statü yaratılması sadece sanata bırakılmamıştır. Bu açıdan bakınca, Batı’da burjuvalar, ev dışı eğlencesinde, bir tiyatro/opera salonunda, opera-bale izleyen, klasik müzik dinleyen, tiyatroya gidip oyun izleyen ve bütün bunları da dönem dönem bir statü göstergesi haline getiren bir sınıf olmuştur.  Aslında kapitalizm öncesi toplumların egemen sınıflarının eğlencesi ve statü sembolü olan opera izlemeyi kendileri için bir statü sembolü olarak aynen kabul etmişlerdir. Burjuvaların bu kültürel boyutlarının dışında birçok boyutu daha vardır. Bu makalenin amacı burjuvaların tarihi ve çeşitli boyutlarını çok ayrıntılı incelemek değildir.  Bununla beraber, aşağıdaki satırlara zemin hazırlamak açısından burjuvaların görünür bazı özelliklerine bakmakta yarar vardır. Burjuvalar, şehirde otururlar, ticaretle ve/veya sanayiyle uğraşırlar,  sermaye sahibidirler, çoğunluğu eğitimli kişilerdir, oturdukları semtler/mahalleler işçilerin semtlerinden/mahallerinden ayrıdır, biz kısmı artık değer üretirken bir kısmı sadece alım-satım işinden kar elde eder.  Bu ekonomik ve sosyal özeliklere sahip bir Türk burjuvazisi de vardır.  Dolayısıyla Türkiye’de burjuva sınıfı vardır. En genel ve kaba hatlarıyla ekonomik ve sosyal olarak bu özelliklere sahip olan burjuvalar, kendilerini diğer sosyal grup ve sınıflardan ayıracak bir sosyal statü göstergesi de bulmak zorundadırlar.   Sanat bu statü göstergesi olarak burjuvaların yardımına koşmuştur. Burjuvaların sosyal statü aracı olmak sanatın doğasından kaynaklanan bir özellik değildir. Diğer bir ifadeyle, sanatın tek işlevi elbette ki burjuvaların sosyal statü aracı olma özelliği değildir. Burjuvaların bir kısmı (burjuva sınıfına mensup bazı kişiler demek daha doğrudur) sanattan anlarken bir kısmı da bazı sanatçıların iddia ettiği gibi anlamayabilir.  Bunun yanında burjuvalar sanatın önemli alıcısı ya da tüketicisidirler.  Burhan Doğançay’ın Mavi Senfoni adlı tablosuna 2.2 Milyon TL’yi burjuvaların dışında kim ödeyebilir? Burada önemli olan nokta burjuvaların sanattan anlayıp anlamadığı değil, 2.2 Milyon TL’ye tablo almaları ve bir sosyal statü yaratmalarıdır. Müzayede salonlarına girip çıkmak, oralarda görünmek bir statü sembolü olmuştur her ne kadar bir tablo alıcısının asıl amacı bu olmayabilirse de. Bu 2.2 Milyon TL’nin belki de çok düşük bir yüzdesi sanatçıya gitmektedir. Burada bir resim piyasası ve bu piyasada oluşan cironun büyüklüğünün yarattığı statü çok önemlidir.  Burjuvalar sanatı böyle destekleyince,  galeri piyasasına girebilen sanatçı da oluşan havadan memnundur ve düzenin işleyişinde bir sakınca görmeyecektir.  Bununla beraber, burjuvaların sanatı desteklemesinin tek yolu piyasa mekanizması aracılığıyla sanat ürünlerini yüksek fiyatlarla satın almak değildir.   Vakıf ve dernekler kurarak ve bu kuruluşlara bağış ve yardımlar yaparak da kültür ve sanatı desteklemektedirler.  Vakıf ve dernekler organize ettikleri çeşitli kültür ve sanat olaylarıyla sanatı destekler.  Bu vakıf ve derneklere bağış ve yardımda bulunanlar, bu tür örgütlerin kurulmasına ön ayak olanlar ille de bir sanat alanının uzmanı ya da bir sanat alanından “anlayan” kişiler olmak zorunda değildir.  Sanatın önemine inanan insanlar olabilirler.  Bunun dışında bu organizasyonlar fiiliyatta propaganda yapma, prestij yaratma, statü oluşturma, kamuoyu oluşturma, “hayırlı işler yapma” algılaması yaratma ve mevcut sosyal ilişkileri koruma misyonu da üstlenmiş olabilir. Şimdi bu açıklamaların ışığı altında Türkiye’deki burjuvaların sanatı nasıl desteklediğini birkaç örnek üzerinden inceleyelim.

Bunu yapmadan önce bazı sanat türlerinin “siyasi olma” bağlamında bir sıralamasını yapmak faydalı olabilir. Bazı sanat türlerinin “siyasi olma”  skalasında yerlerinin belirlenmesi hangi amaca hizmet edebilir? Böyle bir sıralama sanatın politik ekonomisini çalışmamızda yardımcı olacaktır.  Burada yapacağım sıralama en genel çizgileri ile oluşturan sıralamadır ve bu konu ayrıntılı çalışılmayı hak etmektedir. Bence doğası gereği “siyasi olma” derecesi en yüksek sanat türü günümüzde edebiyat (şiir, öykü roman, deneme, vb.), tiyatro ve sinemadır.  Bunlardan sonra popüler müzik türleri gelmektedir.  Özellikle ülkemizde özgün müzik veya protest müzik diye adlandırılan türler bu gruptadır. Popüler müzik türünden sonra resim, heykel, seramik gibi plastik sanat türleri gelebilir. Bu sanat türlerinden sonra ve belki de en sonuncu kategoride klasik müzik, opera ve bale gelmektedir.  Söze, yazıya dayanan sanat türleri, yazı ve söz içermeyen sanat türlerine göre daha siyasi olma özelliğine sahiptir.  Bununla beraber, örneğin özel bir amaçla oluşturulmuş bir heykelin herhangi bir tiyatro oyunundan daha politik olabileceği gerçeğini göz ardı etmek istemeyiz. Yukarıdaki sıralama genel ve kaba çizgilerle oluşturulan bir sıralamadır.

Şimdi Türk burjuvazisinin hangi sanat türünü nasıl desteklediğini daha yakından inceleyebiliriz.  Son zamanlarda laik burjuva-dindar burjuva ayrımı ortaya çıkmıştır. Bu ayrımın doğru olup olmadığından emin değilim. Bununla beraber, konunun daha iyi anlaşılması bakımından dindar burjuva terimini kullanmakta bir sakınca olmadığını düşünüyorum.  Burjuvazi, kavram olarak doğası gereği aynı zamanda kültürel bir içeriğe de sahip olduğundan bu ayrımı bu yazıda kullanmak çok büyük karışıklıklara neden olmayacaktır.  Dindar burjuva teriminden adı üstünde dindar olan burjuvalar anlaşılmalıdır. Bununla aynı anlama gelen başka terimler de türetilmiştir.  “Yeşil sermaye”, “muhafazakâr zenginler” bu tür terimlere örnektir.  Rezidanslarda yaşayan, pahalı ciplere binen, ticaretle uğraşan ve beş vakit namazını kılıp genellikle sağ partilere oy veren bu insanlar dindar burjuvazinin somut örnekleri olarak algılanmaktadır. Bu burjuvalar genellikle MÜSİAD gibi kuruluşlarda örgütlü hale gelmektedir.  Laik burjuvalar da eski burjuvalardır.  Bunlar cumhuriyet ideolojine sahip,  devletin dini kurallara göre örgütlenmesine ve toplum hayatının ve kamusal alanın dini kurallar tarafından yönetilmesine karşı çıkan ve TÜSİAD gibi kuruluşlarla da örgütü hale gelen burjuvalardır. Bu gözlemimiz ortalamalara ilişkindir. Her iki örgütte de örgütün toplumsal algılanmasına uymayan burjuvalar elbette ki mevcuttur.

Laik burjuvaların siyasi ve ekonomik gücünün son beş on yıldır oldukça azalmış olduğunu belirten yazılara sık sık rastlanmaktadır. Devlet yönetimindeki etkileri ve devlet ihalelerindeki payları geçmiş yıllara oranla oldukça azalmış durumdadır.  Orhan Pamuk yaptığı açıklamaları 15 yıl önce yapsaydı çok daha anlamlı olurdu. Bugün itibariyle Orhan Pamuk’un anladığı anlamda burjuvalar başörtülü kadınlara yukarıdan bakmaya korkmaya başlamışlardır. Dindar burjuvaların ekonomik gücünün sanıldığı kadar yüksek olmadığı, bu konunun abartıldığı çünkü Türkiye’de ilk beş yüz büyük firmanın içine giren firmaların hep aynı firmalar olduğu bazı sol çevrelerde de dile getirilmektedir. İlk beş yüz firmada değişiklik olmaması “yeşil sermayenin” büyümediği anlamına gelmemektedir.  Ayrıca firma büyüklükleri çeşitli kriterlerle ölçülebilir. Bunlara ek olarak bazı firmalar gerçekte büyük oldukları halde vergisel nedenlerle bilinçli olarak yeterince büyük görünmüyor olabilir. Bunun yanında “yeşil sermayenin” siyasal gücündeki artış ekonomik gücündeki artıştan daha yüksek olmuştur.  Devlet örgütünün yönetimi siyasal gücü temsil etmektedir. Merkezi bir devlet yapısına sahip olan Türkiye’de siyasal güç devlet örgütünü yönetme imtiyazını eline geçirendedir.  Kısaca, dindar burjuva hem siyasal hem de ekonomik gücünü arttırmıştır.  Şimdi burjuvaların kültür ve sanatı nasıl desteklediğine bakalım.

Dindar burjuvazi tiyatro alanında yoktur. Bu yüzden de hem Şehir Tiyatroları hem de Devlet Tiyatroları hakkında geçtiğimiz aylarda kıyamet kopmuştur ve hükümet devlet tiyatrolarını kapatma planı üzerinde belli bir süre çalışmıştır. Dindar burjuvazi tiyatro alanında üretici olarak yoktur.  Diğer bir ifadeyle, sadece dindar oyuncu ve yönetmenlerin yönettiği değil, dindar sponsorlar tarafından sahneye konan tiyatro oyunları ya da dindarların sponsor olduğu tiyatro grupları da yoktur ya da diğer gruplarla karşılaştırılınca yeterli sayıda değildir. Şehir Tiyatroları’nda muhafazakârların hoşuna gitmeyen oyunlar oynandığına ilişkin muhafazakâr yazarların yazdığı gazetelerde eleştirel yazılar çıkmıştı ve bu yüzden Şehir Tiyatroları’nın yönetimi değişti. Bunun yanında muhafazakârlar, sadece eleştirmek yerine,  kendi kaynaklarıyla kendi tiyatrolarını kurup düşündükleri muhafazakâr oyunları oynamaları durumunda daha hayırlı işler yapmış olabilirler. Bununla beraber, dünya ve Türk tiyatro edebiyatında, Türkiyeli muhafazakârların beğeneceği oyun sayısı çok değildir. Tiyatro doğası gereği muhafazakâr olmayan bir sanat dalıdır. Dolayısıyla, dindar burjuvaziye yeşil sermayenin yanında yeşil tiyatroyu da yaratmak gibi çok önemli bir görev düşüyor. Böyle bir tiyatronun oluşumu gerçekten sadece Türkiye’ye değil dünyaya da önemli bir katkı olacaktır. Nasıl ki İranlılar sinema alanına çok özgün katkılarda bulunmuştur. Umarım ki Türk muhafazakârları tiyatro alanında önemli katkılar yaparlar.

Dindar burjuvazi hem sinema hem de TV ve dizi sektöründe henüz laik burjuvazi kadar olmasa da vardır ve gücü bu alanda artacaktır. Sinemada canlı performans olmaması dini açıdan tiyatroya göre kolaylıkla kabul edilebilir bir durumdur.  Ayrıca sinemada animasyon tekniğinin olması da dindarları teknik açıdan rahatlatmaktadır.  Dindar burjuvazi, bu alanda hem üretim alanında yapımcı sayısı bakımından hem de seyirci sayısı bakımından yüksek bir büyüme oranına sahiptir. Fetih filminin seyirci sayısı, dindar burjuvazinin bu alanda piyasa mekanizmasına dayanarak güçlenebileceğini göstermektedir. Ayrıca, bazı TV kanalları ve bazı programlar dindar burjuvazi/esnaf tarafından bağış ve yardımlarla da desteklenmektedir. Sinema, TV ve dizi sektörü hem piyasa mekanizması aracılığıyla (yeterli talebin var olması) hem de bağış ve yardımlar, hem de TV kanal sahiplerinin diğer sektörlerde faaliyet göstermesi aracılığıyla yaşamını sürdürmektedir. Diğer bir ifadeyle, bazı sanatçıların, burjuvazinin sanatı desteklemediğine ilişkin yakınmasına bu alan için gerek yoktur çünkü piyasa zaten gerekli fonları yaratmaktadır. Halkın talebini göz önünde tutan filmler seyirci hâsılatıyla gerekli fonları toplayabilmektedir.  Laik burjuvazi şimdilik bu alanda üstünlüğü elinde tutmaktadır. Bununla birlikte çok ciddi bir dindar burjuvazi rekabetiyle karşı karşıyadır.

Resim, heykel gibi alanlarda dindar burjuvazi yoktur ve bu alan laik burjuvaların egemen olduğu alandır.  Bu alan dindarlar için dini inançları bakımından kolayca kabul edilebilen bir alan değildir.  Dindar insanlar evinin bir yerine heykel koyup ona sanatsal zevkle de olsa bakmayı dini inançları gereği doğru bulmuyor olabilirler. Bu durumda dindar burjuvazi heykel alanında ne üretici ne de tüketici (sanat alıcısı) olarak var olacaktır. Resim için de hemen hemen aynı şeyler söylenebilir. Bu alan laik burjuvaların hem üretici (sanatçı) hem de tüketici (sanat alıcısı) olarak egemen olduğu bir alandır. Bununla beraber, bu alanın ulaştığı izleyici sayısı çok sınırlıdır. Türkiye’de kaç kişi tablo ya da heykel almaktadır? Bu soruya yanıt verebilecek istatistikî bilgiden yoksunuz.  Böyle bir istatistikten yoksunuz, ama bu sayısın çok yüksek olmadığını biliyoruz. Böyle olduğu için de dindar burjuvalar, laik burjuvaları bu alanda kendi politik güçlerini azaltacak bir tehdit unsuru olarak görmemektedirler.  Dindar burjuvalar, resim yerine hat sanatının örneklerini duvarlara asmak isteyebilirler. Önümüzdeki dönemde hat sanatının gelişmesi şaşırtıcı olmayacaktır. Laik burjuvaların da bu alana girmemesi için bir neden yoktur. Ayrıca laik burjuvalarla dindar burjuvalar ille de çatışacak diye bir kural da yoktur. Bununla beraber, bu iki burjuva türü büyük bir olasılıkla kültürel ve sanatsal alanda ayrışacak ve iki farklı kümeye bölünecektir. Ekonomik ve politik alanda daha kolay anlaşabilecekken, kültürel ve sanatsal olarak ayrışacaklardır. Bir galeride bir heykel sergisinin açılışında elinde şarap kadehiyle bir başörtülü kadın görmek çok olası değildir.  Elbette ki, sergi açılışına gelen bütün kadınların başı açık olacak ve şarap içecek diye bir kural yoktur.

Klasik müzik, opera ve bale alanında da dindar burjuvalar yoktur.  Dindar bilinen bir işletme grubunun desteklediği veya doğrudan bünyesinde barındırdığı bir orkestrası, opera ve bale grubu bulunmamaktadır.  Bu alan aslında siyasi açıdan en etkisiz ya da nötr olan alandır.  Dindar burjuvaların bu alana girmemesinin nedeni bir kısım dindar burjuvaların Batı kaynaklı sanatsal ürünlere çok sempatik bakmamalarıdır.  Bu alanı Türkiye’de son yıllara kadar devlet desteklemiştir ve bu durum da bazı dindar burjuvalar tarafından eleştirilmiştir. Halkın vergileriyle küçük bir azınlığın dinlediği izlediği bu sanat türlerini niye desteklemeye devam edelim ki türünden bazı yargılar dindar burjuvazi tarafından dile getirilmiştir. Günümüzde laik burjuvaların desteklediği orkestralara veya gruplara bazı örnekler sayılabilir: Borusan Filarmoni, Doğuş Çocuk Senfoni Orkestrası, Arkas Trio, Akbank Oda Orkestrası, Kocaeli Sanayi Odası Oda Orkestrası gibi.  Laik burjuvaların kültür ve sanat alanında vakıflar kurarak ve vakıflar aracılığıyla festivaller düzenleyerek bu alana yardım yaptıkları bilinmektedir. Bununla birlikte nüfusa oranlandığında, klasik müzik dinleyen, opera bale izleyen seyirci sayısı gittikçe düşmektedir.  Laik burjuvalar bu alanda seyirci sayısını arttırmak konusunda başarılı olamamıştır.

Bazı sanatçıların, burjuvaların sanatı desteklemediğine ilişkin ilk paragrafta dile getirdiğimiz yakınmalarına dönersek, bütün bu açıklamalardan sonra şöyle bir sonuca ulaşıyoruz. Türkiye’de burjuvalar homojen değildir. İki ana burjuva bölünmesi bulunmaktadır: dindar burjuvalar-laik burjuvalar. Elimizde sanata yapılan bağış ve yardımlara ilişkin istatistik yok. Hele uluslararası karşılaştırma yapacak düzeyde hiç yok. Bundan dolayı, burjuvalar sanatı desteklemiyorlar iddiası bilimsel olarak karşılaştırma yapılabilecek düzeyde ciddiye alınacak bir iddia değildir. Laik burjuvaların desteklediği sanat olaylarıyla dindar burjuvaların desteklediği sanat olayları birbirinden farklıdır.  Birçok yaz festivalinin sponsorları kültür ve sanat vakıfları ve bu vakıfların içinde de burjuvalar yoğun bir biçimde temsil edilmektedir. Muhafazakâr sanat ve kültür adamlarının yönetici olduğu vakıflarda daha çok edebiyat ağırlıklı konuşma ve sohbet toplantıları yapılırken, laik burjuvaların ağırlıkta olduğu kültür ve sanat vakıflarında Batı müzik türünün örnekleri desteklenmektedir.  İstanbul tiyatro festivali dışında, hiçbir tiyatro festivali özellikle özel sektör tarafından desteklenmemektedir. Diğer bir ifadeyle, laik burjuvalar siyasi olma derecesi çok düşük sanatsal faaliyetleri desteklerken, dindar burjuvalar, edebiyat toplantıları ya da edebiyat günleri aracılığıyla sanatın siyasi olma derecesi en yüksek alanını desteklemektedirler. Bu son yargımıza birer örnek vererek yazıyı bitirelim. Kubbealtı Akademisi Kültür ve Sanat Vakfı (dindar burjuva temsilcisi olabilirler), daha çok edebiyat toplantıları düzenlerken ve İzmir Kültür Sanat ve Eğitim Vakfı (laik burjuva temsilcisi olabilir) klasik müzik, opera ve balenin güzel örneklerini organize edip düzenlemektedirler.  İşçilere en yakın sanat türü ise tiyatrodur. Sendikaların da tiyatroyu ve sinemayı destekleme zamanı çoktan gelmiştir. Bunun yanında, Türkiye’de sendikaların, özellikle sol görüşlü çalışanların üye olduğu sendikaların mali kaynakları da oldukça sınırlıdır.

Bu yazı daha önce İktisat ve Toplum dergisinin 23. sayısında yayınlanmıştır.

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Sacit Hadi Akdede

2 yorum

  1. Serkan Fırtına Tarih:

    Düşünsel boyutu çok kuvvetli bir yazı. Tartışılması gereken enfes saptamalara sahip… Ivır zıvır güncel politik dille yazılan ezberimsi yazılara karşı müthiş bir çalışma

  2. Yağmur Yirmidokuz Tarih:

    Gerçekten düşünsel boyutu kuvvetli ve mükemmel tespitler var.Beni bu yazının üzerine ‘düşünmeye’ ittiğiniz için teşekkür ederim.

Yanıtla