Modern Türkçe Tiyatro Neden Okullarda Doğdu?

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Fırat Güllü

Bu yılki İstanbul Amatör Tiyatro Günleri, “Türkiye Tiyatrosunun Öncüleri” başlıklı bir etkinlikle açıldı. Etkinliğin merkezinde BGST Yayınları tarafından yayınlanan yeni bir kitap vardı: Boğos Levon Zekiyan’ın  “Venedik’ten İstanbul’a Modern Ermeni Tiyatrosunun İlk Adımları” adlı çalışması. Bir süredir BGST içerisinde, farklı çevrelerden çeşitli dostlarımızın da katılımıyla tiyatro tarihimize kültürel çoğulcu bir bakış yöneltmek için uğraşlar vermekteyiz. Bu kitap bu çabanın son ürünü oldu. Aslına bakılırsa kitabın Türkçeye çevrilmesinin oldukça gecikmiş olduğunu söylemek mümkün. Yazarın 1973 yılında İstanbul’da Getronagan Lisesi Mezunları Derneği’nde verdiği bir seminerin notlarından yararlanarak hazırladığı bu hacimsel olarak küçük gibi görünen ama oldukça yoğun bir içeriğe sahip kitabı, modern Ermeni tiyatrosunun ve dolayısıyla modern Osmanlı tiyatrosunun doğuşunda Venedik San Lazzaro Mıkhitarist Manastırı rahipleri ve ruhban okulu öğrencilerinin oynadıkları öncü rolü açığa çıkarmayı hedefliyor. Hatırlanacağı gibi Ocak ayında söz konusu manastırda yazılan ilk Türkçe oyunlarla ilgili Yervant Baret Manok imzalı bir başka kitap daha yayınlamış ve “Doğu ile Batı Arasında San Lazzaro Sahnesi”  adlı bu kitapta bazı oyun metinlerini okuyucularla paylaşma şansını elde etmiştik. Bu iki kitap yan yana düşünüldüğünde Osmanlı tiyatrosunun modernleşmesinde neden Ermenilerin öncü olduğu çok daha iyi anlaşılacaktır.

Armenologlar 18. yüzyılda Ermeni kültüründe yaşanan büyük değişim hareketini isimlendirmek için iki kavram kullanırlar: Veradzınut (yeniden doğuş ya da Rönesans)ve Zartonk (uyanış). Her ikisi de Ermenilerin kendi kültürlerini Batı’ya yakınlaştırma ve modernleştirme çabalarına işaret eder. Modern tiyatronun doğuşu da doğrudan bu çabalarla ilişkilendirilebilecek bir girişimdir. Yine araştırmacılar diğer Osmanlı halkları düşünüldüğünde, oldukça erken gerçekleştirilen bu büyük dönüşüm hamlesinin yaratılmasında Mıkhitaristlerin rolünü oldukça önemserler. 18. yüzyılın başında bir grup Osmanlı Ermenisi’nin Mıkhitar’ın ruhani liderliğinde Venedik’te başlattığı bu aydınlanma hamlesi, dil ve kültür çalışmaları, geniş bir ağ içerisinde örgütlenmiş bir eğitim atağı, matbaacılık ve yayıncılık faaliyetleri gibi temeller üzerinde yükseltilmiştir. Modern Ermenice tiyatro faaliyetleri de bu temellere bağlı olarak yaratılır, Mıkhitaristlere bağlı okullar üzerinden çok geniş bir coğrafyaya yayılır ve bir yenilik olarak ulaştığı bölgenin kültürel yaşamına dahil olur. Örneğin İstanbul’da 1810 yılında sergilenen ilk modern Ermenice tiyatro eseri kabul edilen “Ardaşes’in Hayatı” adlı oyun sonrasında bir tanık, şu türden değerlendirmelerde bulunacaktır: “Karnaval yortusunda Peder Minas Pıjişgyan, okulunda ‘Ardaşes’in Hayatı’nı sahneleyip çocuklara oynattı. Gelen bütün insanlar  ‘Ermeniler içerisinde böyle şeyler olur mu’ diye hayrete düştüler ve gerçekten yeni bir şey gördüler.”

Tüm bu tartışmalar içerisinde gerçekten ilginç olan bizim “laik” zihniyetimizin anlamakta zorlanacağı biçimde, asıl olarak dine hizmet etmek için kurulmuş bir organizasyonun büyük dünyevi başarılara öncülük etmesidir. Birkaç yıl önce tanıdığım bir subay, yaşlı bir Fransız bir hanımla yaptığımız bir sohbet sırasında aşağı yukarı şunları söylemişti: “Siz Fransızların eğitiminde rahiplerin önemli bir rolü olduğu söyleniyor. Hatta geçenlerde tartıştığım İmam Hatip mezunu bir genç bana sizin rahiplerinizi örnek vererek fen bilimlerinde ya da matematikte uzmanlaşmış din adamlarına sahip olduğunuzu, Türkiye’de ise İmam Hatip öğrencilerinin dini eğitim dışında üniversite eğitimi almasının yasaklandığını söyledi.” Uzun yıllardır Türkiye’de yaşamasına rağmen bizimkine örnek olduğu söylenen Fransız laiklik anlayışını Türk tipi laiklik anlayışıyla karşılaştırma şansı olmamış olan Fransız hanım durumu açıklamakta zorlanmıştı. Benzer şekilde bizim çarpık laiklik anlayışımızı benimsemiş birisinin bir zamanlar Ermeni rahiplerin gerçekleştirdiği aydınlanma hareketlerini açıklamakta zorlanması da anlaşılabilir bir durumdur. Aslına bakılırsa durum Ermeni cemaati için bile aşağı yukarı böyledir. Boğos Levon Zekiyan, kitabında konuyla ilgili şu değerlendirmeyi yapar: “Bazıları Mıkhitar ve onun takipçilerini Ermeni Rönesansı’nın baş aktörleri olarak gördükleri halde, diğerleri önemli sonuçlar vermesine rağmen gerçek bir Rönesans olmadığını ama daima verimli sonuçlar veren bir yan çalışma olarak kültür tarihimizde yer aldığını kabul ederler. Diğer bir kısım da Ermeni edebiyatının çeşitli dallarında 300 yıllık süre içerisinde başka bir oluşumun edebi ve eğitsel etkinlikler alanında Mıkhitarist yapılanma kadar dikkate değer ve güçlü olmadığını kabul etseler de Mıkhitarist etkinliklerinin “toparlayıcı ve yapısal açıdan yenileyici” bütünsel bir çalışma olmaktan çok yalnızca “eleştirel küçük ayrıntıları bir araya getiren fragmenter” bir çaba olduğunda ve de Mıkhitaristlerin hep Ermeni toplum yaşamının kenarında kaldığında ısrar ederler.”

Çetin Sarıkartal’ın söz konusu etkinlik kapsamında yaptığı ve “Avrupalılar Tarafından Viyana’daki Doğu Dilleri Akademisi’nde Osmanlıca Yazılmış İki Erken Dönem Tiyatro Oyunu” başlıklı bir çalışmasından yola çıkarak Mıkhitarist oyun yazımı etkinliklerini aynı dönemde Viyana’da yazılan oyunlarla karşılaştırmalı olarak ele alan konuşma bu konuya daha net bir açıklama getirmiş oldu. Sarıkartal’ın konuşmasında ortaya koyduğu gibi 18. yüzyıl, tüm Ortaçağ boyunca eğitim faaliyetlerine egemen olmuş Katolik kilisesi ile güçlü monarkların himayesinde hayata geçirilmeye başlanan laik eğitim kurumlarının mücadelesine tanık olmuştur. Çetin Sarıkartal’ın ilgilendiği dönemin Avusturya İmparatorluğu’nda eğitim alanını Katolik Cizvit rahipleri ellerinde tutmaktaydılar. Sarıkartal’ın mercek altına aldığı 1760 tarihli çift-dilli (Fransızca-Osmanlıca) bir oyun metni olan “Godfroi de Bouillon” da büyük ihtimalle imparatorluk eğitim kurumlarından birisi olan Doğu Dilleri Akademisi’nin o dönemdeki Cizvit müdürü Joseph Franz tarafından kaleme alınmıştı. Esasen diplomatik tercüman yetiştirmek amacıyla açılmış olan bu akademide Türkçe’nin de ağırlıklı biçimde kullanıldığı bir tiyatro oyunu yazılmasının nedeni yazarı tarafından önsözde şu şekilde açıklanmıştır: “Zihinleri sahne düzeninin güzelliğiyle şaşırtmak ya da Fransız dilinin zarafet ve saflığıyla büyülemekten ziyade Alman oyuncular için ilk kez Türkçe konuşma fırsatı yaratmak.” Kısacası burası bir eğitim kurumudur ve bu ilk modern Türkçe tiyatro eserleri eğitim amaçlı olarak kaleme alınmıştır. Tıpkı San Lazzaro’daki Mıkhitarist manastır okulunda yazılan metinler gibi.

Boğos Levon Zekiyan ve Çetin Sarıkartal’ın ilk modern Türkçe oyunların üretildiği ve Katolik kilisesine bağlı din adamlarınca yönetilen bu farklı eğitim kurumlarını ortak idealler etrafında birleştirmeleri de etkinlik kapsamında yapılan konuşmanın en ilginç yanlarından birisiydi: Hristiyanlığa has bir hümanizm anlayışı ve bununla bağlantılı bir aydınlanma faaliyeti. Aslına bakılırsa bunlar çok daha erken dönemlerde başlayan Katolik reformasyonunun idealleridir. Katolik kilisesi Protestanlığın ideolojik saldırısını bertaraf etmek için eğitim sisteminde radikal bir değişikliğe gitmiş ve özellikle Cizvit tarikatının faaliyetlerinde yoğunlaşan bir okullaşma atağına girişmişti. Skolastik ideallerden tümüyle vaz geçmemekle beraber çağın ruhuna uygun bir karakter taşıyan bu yeni eğitim anlayışı Katoliklerin zayıflayan itibarını yeniden arttırmak için kullanılmaktaydı. Geleneksel Ermeni din kurumları içerisinde aradığını bulamayan Mıkhitar’ın da bu yeni vizyonun etkisinde kaldığı anlaşılmaktadır. Yaşadığı ülkeyi terk etme pahasına kendi mezhebini terk etmiş ve Katolik kilisesinin koruyuculuğu altında daha rahat çalışacağı Venedik’e gitmişti. Böyle bakıldığında Osmanlı ülkesi ve civarında ilk modern tiyatro oyunu örneklerinin neden okullarda, üstelik de Katolik din adamları tarafından kurulan ve yönetilen okullarda başladığı biraz daha anlaşılır hale gelir. Ama tartışmayı bu noktada bırakmamalı ve dönemden elimizde kalan malzeme eşliğinde biraz daha derinleştirmeliyiz.

NOT: Söz konusu etkinlikle ilgili daha geniş bir değerlendirme için Başak Ergil tarafından kaleme alınan “Muhsin, Vahram ve Kozmopolit Hayaletler” başlıklı bir yazıya bakılabilir. Ayrıca söz konusu etkinlikte Tiyatro Boğaziçi ve Berberyan Kumpanyası tarafından sergilenen kısa bir oyunun metnine şu linkten ulaşılabilir: Muhsin ve Vahram.

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Fırat Güllü

Yanıtla