Çok Tanıdık: “III. Reich’ın Korku ve Sefaleti”

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Hasip AKGÜL

Ödenekli tiyatrolar kapatılır mı budanır mı diye tartışılırken çok sevindirici bir olay gerçekleştirildi ve bunların arasına bir tiyatro daha eklendi: Bursa-Nilüfer Belediyesi Kent Tiyatrosu. Bu dönemde az sayıdaki iyi haberden biri ve bunun gerçekten iyi haber olup olmadığını oyun seçiminde test edebiliyoruz: “III. Reich’ın Korku ve Sefaleti”. Bu dönemde Brecht oynamanın, repertuarlara bir Brecht oyunu koymanın önemli bir cesaret olduğuyla başlanabilir. Çünkü biliyoruz ki bugün Hitler ölmemiştir.

2. Dünya Savaşı sonunda öldüğü zannedilen Hitler’in gözleri yaşamaktadır. Yalnızca teorik olarak değil pratik olarak da! Hatta yalnızca gözlerinin değil birçok başka organ ve organizmasının da yaşadığını, Hitler’in derin istihbaratçı generali Gehlen’in 2. Dünya Savaşı sonrası tüm bilgileri CIA’ya aktarımı ile Gladio gibi operasyonel yapıların, tekellerin, sermayenin ihtiyaç duyacağı birçok organın bugüne transplantasyonunun gerçekleştirilmesine bakarak söyleyebiliyoruz.

Hitler’in organları yaşıyorsa Brecht tiyatrosunun bu laboratuvarda gerçekleştirdiği bütün panzehir buluşlarının yaşamsal önem taşıdığı açık. Brecht Hitler’in hızlı yükselişinde kitlelerin tepki ve davranışlarına şahit olmuş, faşizm, iktidar, yoksulluk, gönüllü kulluk, muhbirlik, sınıf atlama, döneklik, cesaret, korku, sefalet gibi insanlık durumları üzerinde düşünerek bunları dönüştürebilecek bir tiyatro biçimini geliştirmiştir. III. Reich’ın Korku ve Sefaleti oyununun bu kadar taze bir oyun olarak karşımıza çıkması bir seyirci olarak ikili bir duygu yaratıyor.

Yönetmen Yunus Emre Bozdoğan’ın bu biçimi kendisine yakın hissettiğini daha önce sahnelediği oyunlardan olan Jaroslav Hasek’in Aslan Asker Svayk’ından biliyoruz. Hasek’in metninin başarılı bu Brechtyen anlatımından sonra Yunus Emre Bozdoğan kaldığı yerden devam ediyor. Oyunculuk ve reji açısından bir hayli riskli olmasına karşın oyunda anlatılan mesellere iyi bir mekansal yapı oluşturan asimetrik basamaklarda hiçbir paterne düşmeden ve kaza bela yaşamadan başarılı bir ifadeyi kuruyor. Sahnede oyuncuların ritmi, hareket düzenleri ve pek çok mekanı imleyen dekorun ihtişamı aynı anda pek çok düşünceyi de sağlıyor.

“III. Reich’ın Korku ve Sefaleti” isminden başlayarak bilinç şimşekleri patlatan bir oyundur. Çünkü çok az insan yoksulluk ve sefalet arasındaki ayrım üzerine düşünür. Oysa yoksulluk ve sefalet arasında çok ciddi bir fark vardır. Tıpkı cahillik ve bilmemek arasındaki fark gibi! Cahillik soruların karşılığını bilmemek değildir, soruları kavrayamamaktır. Sefalet de yoksul olma nedenlerini kavrama noktasından hızla uzaklaşarak bilinci yitirme halidir. III.Reich’ın Korku ve Sefaleti oyununda Hitler rejiminin ilk yıllarında bu bilinç yitimi operasyonunu somut olaylarla ve epizotlarla nasıl gerçekleştiğine odaklanıyoruz. Brecht’te niçinden daha değerli olan nasıl sorusudur. Nasıl oluyor da oluyordur?

Bizi bilinçli olma durumundan hızla uzaklaştıran tılsımlarından biri korkudur. Ancak buradaki korku insanın bazen hayatta kalmasını sağlayan sağlıklı ve sezgisel olan o muhteşem duyarlığı değildir. Buradaki korku özellikle nörotik olarak kafada yaratılmış korkma halinden korkmadır. Yoksulluğun kaynakları ekonomi politiktir ve insanlara artı değerin içindeki üretkenliği getiren ödenmeyen işgücü anlatılabilmektedir. Bunun için sendikalar, meslek örgütü ve parti kurma haklarından yararlanabilmektedir. Ancak bunlar kapitalizmin ihtiyaç duyduğu anlarda yok edilerek militer bir düzenlenmeye geçilebilmektedir. Hitler’in özeti ve en önemli yanı budur. Reichstag Yangını olarak bilinen Alman Parlamentosu’nun kundaklanma provokasyonu sonrası olağanüstü hal yönetimine geçilmesi kritik noktadır. Yasalar askıya alınır, muhalifler içeri tıkılır, diğer partiler kapatılır, insan iradesi yok edilirken sefalet bu noktada yoksulluğun yerine geçen bilinç yitiminde ortaya çıkar.

Brecht, insanlık dünya ölçeğinde yaşanmış bir paylaşım savaşından bir diğerine giderken kitlelerin korku ve sefalet içine çekilişleriyle Hitler’in hızla yükselerek burjuva demokratik yapıyı militerleştirmesi arasındaki korelasyonu görebilmiştir. Ancak bu o dönem birçok Marksist yazar ve düşünürün görebildiği bir gerçekliktir. Brecht’i özgün yapan buradan çıkış konusunda sanata getirdiği büyük devrimci bakış ise bir biçim yeniliğidir. Brecht insanlar arasındaki toplumsal ilişkilerden oluşan ve illüzyonlarıyla sefalet yaratan bu örgünün olağandışı bir gözle görülmediği sürece kavranılamayacağından hareket eder. Naif bir bakışı esas alır. İnsanın çoğunlukla hayretle bakabildiğinde ulaşabildiği olayları birer mesel olarak anlatır.

Oyunun her bir epizodu korkunun insanın içine nasıl salındığını, en yakınımızdakinden bile şüphe duymamıza neden olan baskının ne olduğu üzerine hem düşündürücü hem acınası insanlar olduğumuzu göstermektedir. İnsan olmak Hitler rejiminde itaat ve biat etmek, düşünmemek ya da düşündüğünü söylememektir. Bu anlamıyla oyuncular biz izleyenleri düşündürürken içinde bulunduğumuz duruma gülebilmeyi de içerir. Gülmek Brecht oyunlarında anladım, kavradım diyebilmektir. Gülmek bir komedi oyunundaki oyuncunun komikliğine gülmek değildir. Bu nedenle oyuncuların performansı bu anlamıyla da alkışı hak etmektedir. Oyundaki her bir episod bir sonrakine bağlanırken gerek duruşlarla gerek oyuncuların kullandığı ritimlerle korkunun insanın içine yavaş yavaş salındığının izlerini de taşımaktadır. Hitler döneminde yoksulluğun sefaletle ve şiddetle birleşmesi aynı zamanda bize faşizmi anlatır. Oyunun rejisi Brecht’in sözleri ve anlatmak istedikleriyle birleşince biz izleyicileri de büyük bir sorgulamayla baş başa bırakır.

Her bir episod kendi içinde çok sağlam bir yargı taşıyor ve izleyiciyi çok çabuk içine alarak tepki vermesini sağlıyor. İnsanın nesnelere ilk defa bakar gibi bakabildiğinde yakalayabildiği esas gerçeklikle (hakikati) karşılaşma anına benziyor. Tebeşir İşareti,  Muhbir, Adalet İşleyişi, Yahudi Kadın, Et çengeline kendini asan adam, Sandık Yardımı epizodları çok etkili oynanıyor. Ama en etkileyicisi oyunun finalindeki tabutlu episod. Oyunda söylendiği gibi “sokak unutmaz” sözü basit bir slogan olarak algılanmamalı sözün anlamı ve değeri üzerinde düşünülmelidir. Çünkü sokaktaki her türlü kanunsuz dayatma olağanüstü bir sistemin içinde olağanlaştırılmıştır. Oyuncuların sahnenin gerisinden ön tarafa getirip bıraktıkları tabut da olağandışıdır bir yetişkine ait olduğu söylendiği halde tabut küçücüktür. Bu sokakta olan kanunsuzluklara, çocuk ölümlerine, çocuk yaşta büyütülerek asılanlara bir göndermedir.

Oyundan sonra sohbet etme olanağı bulduğumuz yönetmen Yunus Emre Bozdoğan Dramaturg Beliz Güçbilmez’in katkısının önemli olduğunu söylüyor. Beliz Güçbilmez KHK ile kürsüsü ve öğrencileri ile ilişkisi kesilen bir profesör. Bu yönüyle bile oyun ekibindeki varlığı kuşkusuz anlam üretiyor.

Nilüfer Belediyesi Kent Tiyatrosu genç bir oyuncu kadrosuna sahip istekli ve çalışkan bir ekip oldukları oyunu bir ay gibi kısa sayılabilecek bir hazırlık dönemiyle seyirci karşısına çıkarmalarından anlaşılıyor. Yönetmenin oyunun bütününe bir müzik gibi yayma başarısı gösterdiği ritim tutma efektlerini de onları ansamble haline getirmenin yolu olarak kullandığı görülüyor. Bu Brecht tiyatrosunda sahne üzerindeki her türlü efektin oyuncu tarafından yapılması gerekliliğine de uygun düşüyor. Son olarak oyuncuların yer yer rolleriyle özdeşleşmeleri ve bazılarında dışına çıkamamaları eğer ilk gösterimin heyecanı ve az prova yapmış olmalarıyla ilgiliyse bunun dışına çıkmalarını diliyorum.

Oyuna katkısı olan bütün tiyatro emekçilerini kutlarım.

Yazan: Bertol Brecht

Çeviri: Yılmaz Onay

Yönetmen: Yunus Emre Bozdoğan

Dramaturg: Beliz Güçbilmez

Müzik: Oktay Köseoğlu

Koreografi: Cihan Yöntem

Dekor ve Işık Tasarımı: Cem Yılmazer

Kostüm Tasarımı: Rabia Kip

Koreografi Asistanı: Utku Demirkaya

Yönetmen Yardımcıları: Ebru Emre, Zeynep Çelik Küreş

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Hasip Akgül

1 Yorum

  1. adile dolay Tarih:

    “Brecht oynamanın, repertuarlara bir Brecht oyunu koymanın önemli bir cesaret olduğu” özellikle cesaret bağlamında tartışmaya açık bir konudur… Ancak unutmamak lazım ki, 2015/16 sezonunda oynanan şimdi sahne bulamayan Onur Orhan’ın yazdığı, Caner Erdem’in yönettiği, Barış Atay’ın Sadece Diktatör oyunu bütün cesaret değerlerini yerle bir etmiştir. Birilerine yağdanlık olmak için cesaret övgüleri yapmadan düşünmek lazım değil mi? Türkiya’de her zaman olduğu gibi sıradan bir Brecht oyunu sahnelendi diye abartıya gerek yok kanımca…

Yanıtla