Sevim Burak’ın Devrimci Tiyatrosu

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Mehmet Zeki Giritli

Edebiyatımızın ve tiyatromuzun yirminci yüzyıldaki en özgün yazarları listesi yapacak olsak Sevim Burak listede mutlaka en üst sıralarda yer alacaktır. 1965 yılında yayımlanan ilk öykü kitabı “Yanık Saraylar” o dönem Memet Fuat, Murat Belge gibi isimler tarafından yılın edebiyat olayı olarak değerlendirilir fakat edebiyat çevrelerinin baskın isimleri aynı görüşte değildir. Kitaptaki öykülerin anlaşılmazlığından ve gerçekçiliğe uzak oluşundan dem vururlar ve 1966 senesinde Sait Faik Öykü Ödülü’nü büyük protestolara rağmen Sevim Burak’a değil, Cengiz Yörük’ün “Çölde Bir Deve” kitabına verirler. Cengiz Yörük’ün “Çölde Bir Deve” kitabı Ege köylerinin yaşantısına ve problemlerine ışık tutan öykülerden oluşan, 1950’lerin köy temalı edebiyat eserlerinin devamı niteliğinde bir eserdir. Yörük bu eserinden sonra 1967 senesinde bir öykü kitabı daha yayınlayacak ve sonrasında edebiyat dünyasından çekilip ticarete atılacaktır. O yılın jüri üyelerini hatırlamak da gerekli. Benim ulaşabildiğim isimler Haldun Taner, Memet Fuat, Tahir Alangu ve Behçet Necatigil. Memet Fuat, ödülün Sevim Burak’a verilmemesi üzerine protesto amaçlı jüri üyeliğinden istifa ediyor. Bu olay, tersini iddia etse de, Sevim Burak’ı çok yaralar. Tarzının farklılığından dolayı aforoz edildiğini, hakkının verilmediğini düşünmektedir. Kim bilir jüri belki de eski bir manken ve terzi olan, üniversite eğitimi olmayan Sevim Burak’ın böyle bir ödül almasını içine sindirememiştir. Yıllarca suskunluğa gömülür Burak. 1982 senesine kadar hiçbir eser yayınlamaz. 1967’de Güzin Dino’ya yazdığı mektupta şu ifadeleri kullanır: “Daha birinci kitabı, belki ikinci kitabında bozulur, yazamaz, şımarır diye vermediler armağanı. On yıl önce yazmış üç, dört kitap çıkarmış kötü bir yazara verdiler, kötü olduğunu bile bile… Odun parası yokmuş, öbürünün odunu varmış diye, odunu olmayana para armağanını verecek kadar hesaplar yapıyorlar. Bütün bu konuşmalar geçmiş jüri heyetinde. Ben kat’iyen uydurmuyorum. Duyduğum zaman bir tuhaf oldum, acıdım bu adama ben de, iyi ki parayı o aldı, biz ondan daha iyi durumdayız, diye düşündüm. Memet Fuat, sırf bu yüzden Yanık Saraylar kitabına oy vermezseniz Sait Faik jürisinden sonsuz olarak istifa ederim diye mektup yollamış. Bu mektubu alınca jüridekiler Tahir Alangu, Behçet Necatigil, Haldun Taner vb. büsbütün kuvvetlenmişler (Çünkü Memet Fuat gerçekten sanat seven ve dürüst politikalı, oldukça herkesten uzak, bir kişi. Ona da diş biliyorlar). Böylelikle Memet Fuat’ın mektubuyla birlikte benim kitabı aforoz etmişler.[1]

1982’de suskunluğunu bozar. İkinci bir öykü kitabı “Afrika Dansı”yla dönüş yapar edebiyat dünyasına. Buradaki öykülerin çoğunu 1976 yılındaki Nijerya seyahati sırasında kaleme almıştır. Bu kitabıyla da Sabahattin Ali Ödülü’ne başvurur fakat bu kez de “fazla profesyonel” olduğu gerekçesiyle ödülü alamaz. Burak bunun da ideolojik bir sebebi olduğunu düşünmektedir. Bu konuda Sabahattin Ali’nin kızı Filiz Ali’yi sert eleştirir: “Beni telefonda arayan Filiz Ali Laslo. Girmiş olduğum Sabahattin Ali öykü yarışmasında jüri bulunuyor ve aynı zamanda S. Ali’nin de kızı. Babasının Nazım gibi ideolojik olarak kafalarda yaşatılması için bana “hayır” oyu veriyor. Halbuki kadın bana “Afrika Dansı” için “Müthiş bir olay, herkes çarpıldı. Her yerde senin kitabın methini işitiyorum. Ben de bayıldım…” gibi laflar söylüyordu, daha yılbaşında telefonla beni tebrik ediyordu. Bu sabah, kapalı oyla Sulhi’nin kazandığını çünkü, bu yarışmanın edebiyata teşvik, yeni yazarlara şans tanıyan bir ödül olduğunu, benimse PROFESYONEL bir yazar olduğumu, evrensel boyutlarda olduğumu söyleyerek teselli mükafatı gibi benim öykülerimi de ikinci bir antolojide yayınlayacakmış… Tabii ki kibarca öykülerimi geri alacağımı söyledim…” [2]

Edebiyat çevreleriyle ve jüriyle hep çatışma halindedir Burak. Doğru bildiğinden şaşmaz ama. Birilerine beğenilmek için yazmaz eserlerini her ne kadar mektuplarından bunu önemsediğini görsek de. Aynı yıl içinde tiyatro tarihimizin en özgün oyunlarından birisi olan “Sahibinin Sesi” gelir. “Sahibinin Sesi” Burak’ın daha önce yayınladığı “Ah Ya Rab Yehova” öyküsünün oyunlaştırılmış halidir. Öyküyü oyunlaştırmak için yedi yıl uğraştığından bahseder mektuplarında. İlham perileri tanrı olarak gördüğü Kafka ve Beckett’tir ama yazarken onlara öykünmez, onları taklit etmez. Edebiyatın ve tiyatronun işlevinin sadece hikaye anlatıcılığı ya da gündelik dünyayı resmetmek olmadığını çoktan fark etmiştir. “Sahibinin Sesi”nde düş ve gerçeklik iç içe geçer, daha önce tanık olmadığımız dil oyunları vardır. Dilin ve sahnenin bütün olanaklarından faydalanır Burak ve yepyeni bir sahne dili oluşturmayı da başarır. “Sahibinin Sesi”ndeki Bilal karakterini Müşfik Kenter’in oynamasını hayal etmektedir. Fakat sonrasında fikrini değiştirdiğini, Ali Poyrazoğlu’nun oynaması gerektiğini yazar oğluna. Poyrazoğlu’nun oyunculuğuna hayrandır ve bütün oyunlarını takip etmektedir. Fakat Ali Poyrazoğlu’nun oyundan korktuğunu söyler ve bu proje hiçbir zaman gerçekleşmez. Öyle ki Sevim Burak oyununun sahnelendiğini göremeden hayata gözlerini yumar. 10 yaşından beri kalbiyle ilgili rahatsızlığı vardır ve bu rahatsızlık 80’li yılların başında ciddi boyutlara ulaşmıştır. 1983 senesinde hayata veda eder Burak. Ali Poyrazoğlu da sağlığında yakın ilişki içinde olduğu Sevim Burak’ın oyunlarıyla fazla ilgilenmez nedense. “Sahibinin Sesi” ise ancak ilk kez 1985 yılında Devlet Tiyatroları tarafından sahnelenebilecektir. Sonrasında 1995’te ikinci defa Ege Üniversitesi Tiyatro Topluluğu tarafından, 1996’da ise Şehir Tiyatroları tarafından Orhan Alkaya yönetiminde sahnelenir. Mazlum Kiper, Bilal Bağana rolündedir. En son 3 yıl önce Devlet Tiyatroları tarafından bir kez daha sahnelendi “Sahibinin Sesi”. Bununla ilgili bir eleştiri yazım yine Mimesis’te yayınlanmıştı. Ne yazık ki bu son yorum oyunu tamamen gerçekçi normlara göre sahnelemiş, yavan bir yorumdu. Yaşımdan dolayı bundan önceki sahnelemeleri göremediğimden herhangi bir yorum yapamıyorum. İlginçtir ki “Sahibinin Sesi” yenilikçi olmalarıyla ön plana çıkan özel tiyatroların ilgisini çekmemiştir bunca zaman boyunca. Oysa ki Türk tiyatrosunda daha yenilikçi başka bir oyun var mıdır bilemiyorum.

Sevim Burak’ın ölmeden önce üzerinde çalıştığı “İşte Baş İşte Gövde İşte Kanatlar” oyunu ile “Ford Mach I” isimli romanı ve “Palyaço Ruşen” öykü kitabı ise ancak yazar öldükten sonra yayınlanabilmiştir. Burak’ın tiyatrosu devrimcidir fakat işlediği temalar ya da verdiği mesajlardan dolayı değil. Burak’ın tiyatrosu Türkiye’deki oyun yazma ve tiyatro anlayışına bir başkaldırıdır. Sahnenin ve dilin imkanlarını zorlayan, sonuna kadar kullanan bir tiyatrodur. O yüzden anlaşılması ve hakkıyla sahnelenmesi de bir o kadar zordur. Ben Sevim Burak’ı hakkıyla değerlendirebilecek, günümüz tiyatro seyircisine tanıtabilecek çok değerli özel tiyatro ekiplerimizin olduğuna inanıyorum ve bir gün Burak’ın oyunlarına hak ettikleri değeri ve ilgiyi göstereceklerini umut ediyorum.

[1] Sevim Burak, “Mach One’dan Mektuplar”, Palto Yayınları, 2014, 31.

[2] Sevim Burak, “Mach One’dan Mektuplar”, Palto Yayınları, 2014, 172.

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Mehmet Zeki Giritli

Yanıtla