Bu Bir Tür Direnç: “Tiyatro Ekranda Olamaz!”

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Maral Çankaya ve  Mehmet Can Engül’ün söyleşisi

2020 yılının Mart ayından itibaren ülke gündeminin merkezi konularından biri haline gelen Covid-19 salgını her alanı olduğu gibi tiyatroyu da maddi ve manevi anlamda derinden etkiledi. Bu etkiyi azaltmak için birçok tiyatrocu internet ortamının olanaklarını kullanarak dijital ortamı sahneleştirirken kimi çevrelerde ise bu tür girişimler tiyatro olmadığı gerekçesiyle benimsenmedi. Covid-19 döneminde tiyatro ve gösteri sanatları çevrelerinde yürütülen tartışmaları ve çıkarılan ürünleri “Salgın Günlerinde Sahne Sanatları” bölümümüzden takip edebilirsiniz.

Cihangir Akademi ise 20 Nisan 2021 tarihinde Dijitallab: Performans projesi ile dijital ortamın ve teknolojilerin gösteri sanatlarındaki yerini, kullanım biçimini ve olanaklarını inceleyecek bir araştırma sürecine başladı. Programın detaylarına buradan ulaşabilirsiniz. 20 Eylül 2021 tarihinde sonuçlanacak programda, Mayıs ayının sonuna kadar bir dizi seminer gerçekleştirilecek. Haziran ayından itibaren ise programın uygulamalı bölümü başlayacak ve on kişilik proje ekibine, açık çağrı ile yirmi katılımcı dahil edilecek ve otuz kişilik bir çalışma grubu ile projenin laboratuvar sürecine geçilecek. 

Avrupa Birliği Sivil Düşün Programı’nın sağladığı fon ile gerçekleşen projenin küratörlüğünü Şule Ateş üstleniyor. Biz de Şule Ateş ile Cihangir Akademi, Dijitallab: Performans projesinin detayları ve pandemi döneminde tiyatro üretimine yönelik yaklaşımlar üzerine bir sohbet gerçekleştirdik. 

İyi okumalar…

Merhaba, sizi ve Cihangir Akademiyi (CA) tanıyabilir miyiz? CA ne zaman, hangi amaçlarla kuruldu? CAda nasıl çalışmalar yapılıyor?

Cihangir Akademiyi 2016 Kasım ayında açtım. Ben yirmi yıl Cihangirde yaşadım ve Cihangir Güzelleştirme Derneği ile ilişkideydim. Daha önce de Cihangir Şenliği kapsamında performans sanatına dair organizasyonlar yapmıştım. Derneğin boş mekânını değerlendirmek istediler ve benimle iletişime geçtiler. Tiyatroyla uğraşan her insan gibi, ben de bir mekânım olsun istiyordum. Yıllardır en büyük isteğim, bir tiyatro/performans laboratuvarına sahip olmaktı. 

Aslında, bugüne kadar sahnelediğim bütün gösteriler bir araştırma süreci içeriyordu. Yıllardır, hikâye anlatımının farklı formlarını araştırıyorum. Geleneksel kültürler ve anlatı formları üzerinde, çağdaş sahneleme yöntemleri ile çalışıyorum. Kasım ile Nasırda, İran’ın geleneksel anlatı formu Taziyeden yola çıkmıştım örneğin, Uzun Yolda, Türkiyeli Romanların uzun göç hikâyesini ve kültürünü, çağdaş gösteri formları ile yorumladım. Tevhid/Oneness aynı şekilde… Vakit Tamam Beyler, köy seyirlik oyunlarındaki beden kullanımı ile çağdaş oyunculuk tekniklerinin beden kullanımını birleştirmek üzerine bir araştırmadır. Şu anda, pandemi koşullarında imkân buldukça oynadığımız Öyle Şeyler Yalnızca Filmlerde Olur da, hikâye anlatıcılığı geleneğimizi güncellemek üzerine bir araştırma süreci benim için. Bir oyun sahnelemekten çok, bir anlatıcı-oyuncu yaratma hedefiyle çıktığım bir yolculuk. Karantina2020 de, dijital bir formda kısa hikâyeler anlatmak üzerine bir araştırmadır.

Fakat bu çalışmaları kesintisiz sürdürebileceğim bir formül yaratamadım bugüne kadar. Bu sürdürülebilirlik için bir mekân, bir merkez gerekiyordu. Üretimle eğitimi birleştirdiğim bir laboratuvarım olsun istiyordum, Peter Brook gibi, Grotowski gibi… Cihangir Güzelleştirme Derneğinin mekânını aynı zamanda bunun için kullanabilirim diye düşündüm. 

CAnın ilk yılında, markayı hızla bilinir kılmak için, farklı sanat disiplinlerini içeren çok sayıda etkinlik yaptım. Seminerler, söyleşiler, konserler, okumalar ve atölyeler… Çok sayıda arkadaşım gönüllü destek verdi. İkinci yıl, gösteri sanatlarına odaklandım. Profesyonel tiyatrocuları hedef alan atölye ve seminerler yaptım. Bu pek yapılan bir şey değildi. Profesyonellere yönelik atölyeler, ancak ekonomik sıkıntısı olmayan, sağlam sanat kurumlarında, ücretsiz olarak yapılıyordu. Sonra da uzun süreli eğitim programları kurgulamaya başladım. ‘’Hikâyeciler – Hikâye Anlatıcılığı Üzerine Eğitim ve Üretim Programı’’ gibi… ‘’Stanislavskiden Günümüze Oyunculuk Yöntemleri’’ gibi… Öncesinde de yönetmenlik üzerine, ‘’Performans Tasarım Akademisi’’ başlıklı bir program yapmıştım. 

Bu programla da profesyonel oyuncuları hedef alıyordu daha çok. İşin profesyonellerine yönelikti. Türkiyede profesyonel oyuncular, atölyelere çok nadir giderler – di. Okul bittiğinde eğitim de durur. Ticari olarak riskli bir seçimdi açıkçası ve zaten ikinci yılın sonunda mekândan çıkmam gerekti. 

Şu anda da Dijitallab: Performans – Dijital Dramaturji Üzerine Eğitim ve Üretim Programı’nı yapıyorum. Bu eğitim programlarının hepsi, benim için birer laboratuvar süreci ve master düzeyinde içeriğe sahip programlar aslında. Fakat en azından bir buçuk iki yıla yayılması gereken bu programları ben iki, üç ay için kurgulamak zorunda kalıyorum şu anda. Sadece Dijitallab: Performans, fonlandığı için altı aya uzayabildi. Aslında üniversite bünyesinde olması gereken programlar bunlar. Yani bu son projeye kadar, istediğim gibi, bir gösteriye doğru gelişen laboratuvar süreçlerini yaratmayı başaramadım ama özel ve farklı eğitim programları üretmiş oldum. 

2019 yazında, beş oyuncuyu davet ederek, hikâye anlatıcılığı üzerine bir laboratuvar çalışması yaptım ve o oyunculardan biri olan Pınar Göktaş’la, bir gösteri yaratmayı başardık: Öyle Şeyler Yalnızca Filmlerde Olur

Bu süreç pandemi öncesine denk geliyor değil mi?

Evet, pandeminin hemen öncesine denk geldi. Öyle Şeyler Yalnızca Filmlerde Olur, 24 Aralık 2019da prömiyer yaptı. Pandemi başlayınca oyunlar durdu. O arada on beş oyun oynayabildik yine de… Yazın iki kere açık havada oynadık. Ardından online‘a geçtik ve orada da üç kere oynadık. Bundan sonrası nasıl devam edecek belli değil. 

Pandemiyle beraber canlı yayınlar, öykü okumalar ve benzeri işler çıkınca ben ne yapabilirim” diye düşünmeye başladım. Sonucunda hem Karantina 2020 hem de Dijitallab: Performans projesi çıktı ortaya. Önce Pınar Göktaş’a bir video yapalım diye önerdim. Madem oyunu oynayamıyorduk ve evden de çıkamıyorduk… Cep telefonuyla video çekelim, dedim. Sonra, Sivil Düşün Programı’nın fonunu gördüm ve Karantina 2020 Video Performans Serisi projesini geliştirip başvurdum. Böylece 6 farklı oyuncuyla, evden çıkmadan 6 video performans ürettim. 

Çalışmalarınızı Zoomdan mı yaptınız yoksa bir araya geldiniz mi?

Hayır, bir araya gelmedik. Provayı da çekimi de online ortamda yaptık.

O süreci nasıl değerlendiriyorsunuz? Yaptığımız çalışma ve tartışmalardan doğru görüyoruz ki odaklanma, yorulma süresi gibi şeyler online ortamda değişiyor. Online ortamın zorlayıcı tarafları neler oldu, nasıl ilerledi o çalışmalar? Yaratıcı tarafları nelerdi?

Karantina 2020‘nin prova ya da çekimlerinde o kadar zorlanmadım çünkü ben daha önce de çok farklı projeler yaptım, çok farklı koşullarda, farklı gruplarla çalıştım. Her projeye göre yeni çalışma yöntemi üretmeye alışkınım. Sadece burada, Pınar dışında yer alan oyuncularla daha önce çalışmamıştım. Birbirimizi tanımıyorduk. Hem dijital dili hem de birbirimizi anlamak ve çözmek zorundaydık ama oyuncunun kendi malzemesiyle çalıştığım için o da çok zorlamadı. Hikâyeleri oyuncuların kendi karantina süreçlerinden getirdikleri malzemeler ile oluşturdum ve çoğunda, metni oyunculara yazdırdım.  Bu işi kolaylaştırdı. 

Fakat montaj aşaması zordu. Montajı ve dijital tasarımı Design In Situ ile yine online ortamda yaptık. Amber Platformun kurucusu Ekmel Ertan da danışmanlık yaptı. Ben daha önceki sahne işlerimde videolar kullandım. Bu nedenle montaj ve benzeri yöntemlere aşinayım ama online ortamda ortak dil yakalamak bambaşka bir şey! Oyuncuyla uzaktan çalışırken yine iyi kötü birbirinizi anlıyorsunuz. Ama montajı,  yan yana oturup, aynı ekrana bakmadan nasıl yapacaksın? Ben bir şey hayal ediyorum, “şöyle, şöyle olmalı” diyorum, internetten benzer videolar buluyorum, onlara yolluyorum. Onlar, uygulayıp, bana yolluyorlar falan… Beş, on dakikalık videoların, üç, dört gün süreceğini sandığımız montaj süreleri, on güne, on beş güne uzadı. Neyse ki Design In Situ çok açıktı ve projeyi sahiplendi. Onlar da destek vermiş oldular sonuçta. Çünkü bütçe çok küçüktü. Design İn Situ da projeyi kamusal bir sanat işi olarak gördüğü için bütçenin çok üzerinde bir iş yükünü üstlendi. Evet, zor bir süreçti ama keyifliydi aynı zamanda.

İzlediğimizde farklı denemelerin olduğunu ve bu yeni dijital ortamın imkânları nelermiş” gibi bir sorudan hareket edildiği gördük.

Bu iyi bir şey mi kötü bir şey mi?

Bizce iyi bir şey.

(Gülüşmeler) Ciddi sordum, kötü bir şey de olabilir çünkü. Yani ne varsa kullanmışlar” gibi bir anlam da çıkabilir. 

Kamera nerede duruyor, animasyon nasıl devreye girip işlevlenebilir, sosyal medya nasıl kullanılabilir gibi sorularla farklı bir dil arayışı var. Ayrıca ortak bir temada buluşan bütün videolar pandemi koşullarında tiyatronun ve tiyatrocunun hâlini farklı araçlarla ve çeşitlemelerle anlatıyor. Bu arayış çok kıymetli bir noktada duruyor.

Peki seyirci nasıl değerlendirdi? Nasıl yorumlar geldi? 

Bu şekilde, sizin gibi değerlendirenler oldu. O dönemde, dijital ortamda bir sürü şey vardı: hikâye okumak ya da bir monolog oynama gibi örnekler… Onlarla karşılaştırıp, bu farklılığı önemli bulduklarını ve beğendiklerini söyleyenler, YouTubea yorum yapanlar oldu. Ancak çoğunluğun tepkisini derin bir sessizlikgibi hissettim diyebilirim. Birçok yakın arkadaşım, o kısacık videoları, haftalarca izlemediler. Belki hâlâ izlemediler. Merak bile edilmedi yani… Ben daha çok kişinin ilginç bulacağını düşünmüştüm. Bir eleştirmen, izlediği şeyin “tiyatro gibi gelmediğini” belirtti ve çok da haklıydı. Ben, pandemiyle birlikte kaybettiğimiz o tiyatral duyuma yakın bir tadı,  dijital bir ortamda, ekranda yakalayabilir miyim acaba” diyerek yola çıktım. Fakat yaptığım şeyi tiyatro” olarak nitelendirmedim. O sebeple de ismine video performans” dedim. 

Bununla beraber bu sessizliğin, videoların, bir yandan da sosyal bir vurgusunun olmasıyla ilgili olabileceğini de düşünüyorum. Tiyatromuz Yaşasın İnisiyatifinin kampanyasını destekliyordu sonuçta… Kamu spotu gibi algılanıp mesafeli yaklaşılmış olabilir. 

YouTube, Instagram gibi ya da başka yayın kanalları ile oyunlar, gösteriler daha ulaşılabilir oluyor ancak bunlar bir tıkla izlenebilecek gösteriler olmasına rağmen izlenme sayıları oldukça düşük. Bu etkiyi nasıl değerlendiriyorsunuz? 

Pandeminin ilk döneminde herkes doz aşımı yaşıyordu. Her şey ekrandaydı. İnsanlar toplantıları, dersleri ekranda yapmaya başlamıştı. Bir sürü gösteri, oyun, performans dolaşıyordu internette ve çoğu da çok iyi değildi. En iyi oyunu bile internetten izlediğinizde o kadar iyi olmuyor sonuç olarak… Ancak onu bile ekrandan izlemek zorundasın. Bu bence bir direnç yarattı insanlarda… Tiyatro ekranda olamaz! Olmamalı” diye düşünülüyor. Hatta hissediliyor” desem daha doğru olacak. Bu hissediş zamanla değişir mutlaka. Zaten, bildiğimiz tiyatroyu alıp, ekrana taşımaktan söz etmiyoruz burada. Yeni bir dil, yeni bir form, yeni bir anlam evreni yaratmaktan söz ediyoruz. Bu dili anlamaya başladığımızda kendimizi daha iyi hissedeceğiz. 

Önümüzdeki dönemde sahnelerin açılıp açılmayacağı belli değil. Bu nedenle bu arayış hâli çok önemli bir noktada duruyor.

Tabii ki birçok insan bu tür durumlarda tehdit altında hissediyor kendini ve alan savunmasına geçiyor. Seneler boyunca tiyatro için uğraşmışsınız, bütün hayatınızı ona göre kurgulamışsınız, bir kariyer inşa etmişsiniz ve birden bire tiyatro artık bu değil, bu!” deniyor. Önünüze birden bir duvar çekiliyor. İnsanlar da bunu bir dayatma olarak algılıyor, doğal olarak. Öte yandan, aslında zaten dijitalleşiyorduk, sadece yavaş oluyordu. Mesela ben 2012’de dijital bir sanat merkezi kurmak için bir proje yazmıştım ve bir AB programına başvuru yapmıştım, kabul edilmemişti. O zaman belliydi işin buraya geleceği, böyle bir ihtiyaç olacağı… Ancak o yıllarda paylaştığım hiç bir kurum projeyi anlamadı ya da gerekli bulmadı. Pandemi keskin bir ivme kazandırdı sürece. 

Buradan Dijitallab: Performans projesine gelebiliriz. Anlattıklarınızdan dijital alanda yapılan çalışmalara sizin çok önceden de ilgi duyduğunuzu ve araştırmak istediğinizi anlıyoruz. Dolayısıyla bu sizin için pandemi sonrası gelişen bir refleks değil. Peki, Dijitallab: Performans projesi nasıl oluştu? Çerçevesini nasıl kurdunuz?

Karantina 2020 projesi üzerine çalışırken, böyle bir eğitime ne kadar ihtiyacımız olduğunu gördüm. Hiç bilmediğimiz bir alan bu. Şu anda Türkiyede, hiçbir okulda buna yönelik bir ders yok. Tabii bütün dersler onlinea dönünce, bazı tasarım ve oyunculuk derslerinin hocaları, öğrencilerle video performanslar üzerine çalışmaya başladılar fakat müfredatta böyle dersler yok. Zoom üzerinden dijital gösterilere başlandı ama gösteri sanatlarında dijital dramaturji” kavramı hiç kullanılmıyor. Zaten dramaturji kavramının aktif kullanılmaya başlanması son on yıl içinde oldu. Daha yeni alışıyorduk ki şimdi de dijital dramaturji” kavramı çıktı. Hızla gelişen dijital teknolojileri ve dramaturjiyi bilmeden nasıl bir tasarım yapabiliriz ki? 

Dijitallab: Performans projesi, genel katılıma açık bir seminer serisi ile başladı. Laboratuvar sürecine ise yirmi katılımcı kabul edeceğiz. Proje ekibiyle birlikte toplamda otuz kişi olacağız. Sağlıklı bir laboratuvar süreci için daha fazla kişi olamıyor ama her şeyi video olarak belgeleyip, YouTube‘a koyacağımız için, araştırma süreci de daha geniş kitlelerce takip edilecektir diye umuyorum.

Projenin detaylarını anlattığınız internet sayfasının sonunda programın bir ön gösterimle biteceğinden bahsetmişsiniz. Ön gösterimden kastınız tam olarak nedir? Nasıl bir ürün oluşacak? Neticede proje bir fonla ilerliyor, dolayısıyla bir süresi var. Bu süreç tamamlandıktan sonra uzun vadede nasıl bir plan var?

u araştırma süreci, bir performansı tasarlamak üzerine kurgulandı. Sonucunda da bir performans çıkacak diye umuyorum. Ama çok öngörülemez bir süreç olduğu için tam olarak ne çıkacağını bilemiyorum. O yüzden ön gösterim diyorum. Sonrasındaki hedef ise çıkan bu taslak ürünü geliştirip, paylaşmaya devam etmek. Bir ekiple birlikte ilerleyeceğiz. Benim şahsen hayal ettiğim şey bilgisayar oyunu benzeri bir iş… Sadece izlenen bir gösteri olmasından çok, katılımcılar ve kullanıcılarla birlikte oynanan ve gelişen bir performans. Aynı zamanda fiziksel mekânları da devreye sokan ve hem dijital olarak hem de fiziksel olarak deneyimlenecek bir gösteri hayal ediyorum. 

Ayrıca Digitallab: Peformans’ı, dijital bir sanat merkezi olarak kalıcı hale getirmek istiyorum. Artık Zoomda bir üyelik satın alıp kendi dijital mekânınızı yaratmak, gerçek bir mekân kiralamaktan çok daha ucuz. Dijitalleşme sürecinin kazandırdığı şey budur. Tabii dijital gösterileri, tiyatronun yerini tutacak bir şey olarak düşünmemek lazım çünkü kalkıp bir tiyatro mekânına gitmek, bir ritüele katılmak gibidir. Birileriyle haberleşirsiniz, buluşursunuz, oyundan sonra bir yerlerde oturur, konuşursunuz. Bir yola gider ve dönersiniz, o yolun kendisi bile bir deneyim olur. Ekrandaki tecrübe bunu karşılamıyor. Tam da bu nedenle ben, dijital ve fiziksel deneyimleri iç içe sunan, hibrit performansların daha önemli olacağını düşünüyorum. 

Normale döndüğümüzde de dijital çalışmaların getirdiği nimetleri” kullanmamız gerekecek.

Ben bundan sonra fiziksel olarak sergilediğim her oyunun Zoom uyarlamasını da yapabilirim diye düşünüyorum. Önümüzdeki sezon da böyle geçecek gibi görünüyor. Bu sırada, Dijitallab: Performans altyapısı ile yeni dijital yapımlar üretebilirim ve sonra onları fiziksel bir mekâna ve sahneye uyarlayabilirim. Ya da fiziksel bir mekân için tasarladığım bir gösterinin, dijital uyarlamasını yapabilirim. Öyle Şeyler Yalnızca Filmlerde Olur için yaptığım gibi… Fakat tabii ki, hakkıyla dijital bir performans tasarlayabilmeniz için, yine ciddi bir teknolojik alt yapı gerekiyor ve dijital teknoloji hiç ucuz değil şu anda. Günlük hayatımıza giren çeşitli uygulamaları kullanmak mümkün tabii… Sosyal medyanın sağladığı, kolaylaştırdığı birçok uygulama var ama ben de, Avrupadaki meslektaşlarım gibi, mesela hareket yakalama sensörü” olan giysiler kullanarak, gerçek oyuncuları sanal ortamda oynatmak istiyorum. Bu da epey pahalı bir teknoloji… Bu teknik alt yapı için yeni bir fon başvurusu yaptım. Eğer destek alabilirsek, Dijitallab: Performans, birçok yeni dijital ve hibrit üretim için kolektif dijital bir alan olacak. 

Çok keyifli bir sohbet oldu. Bu söyleşiyi kabul ettiğiniz için çok teşekkür ederiz.

Ben teşekkür ederim.

Paylaş.

Yanıtla