Tuğçe Ulugün Tuna ile Söyleşi

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Banu Açıkdeniz ve Melek Yılmaz’ın söyleşisi

Banu Açıkdeniz – Merhaba, sizinle bu söyleşi vesilesiyle buluşmaktan çok mutluyuz, konuşacağımız çok konu var. Öncelikle son bir yılımıza damgasını vuran gündemle Covid-19 pandemisi ile başlayalım. Çünkü bu süreç hem dansçıları bireysel olarak hem de dansçı yetiştiren konservatuvarları, okulları ve dans topluluklarını derinden etkiledi. Ve dansın farklı alanları ile uzmanlaşma ilişkisi kuran herkes yeni yolların arayışına girdi. Kurumlar da benzer şekilde yeni formüller üretmeye çalıştılar. 2015 yılından bu yana MSGSÜ Çağdaş Dans Anasanat Dalı başkanısınız. Ve uzun yıllardır dans ve performans alanında hem eğitmen, hem koreograf hem de icracı olarak yer alıyorsunuz. Öncelikle bu önemli kurumun yöneticiliğini üstlenen kişi olarak pandemi süreciyle nasıl bir karşılaşma yaşadınız? Hem siz, hem kurum nasıl bir arayışa girdi bu süreçte?

Tuğçe Tuna– Merhaba, değerli zamanınız için ben teşekkür ederim.
Sorunuza daha sağlıklı cevap verebilmem adına, kurumumla ilişkimden biraz bahsetmem iyi olur diye düşündüm.
MSGSÜ İstanbul Devlet Konservatuvarı, Çağdaş Dans (Modern Dans) Anasanat Dalı’nın ilk üç öğrencisinden biriyim. (Ebru Çöloğlu, Begüm Tüzün, Tuğçe Ulugün Tuna) İlk mezunuyum, Türkiye’deki akademik kariyerim bir sonuç olarak bu kurumda büyüdü. 1996’dan bu yana kurumda ders veriyor, repertuvar eserleri oluşturuyor, kurum adına projelerde de yer alıyorum.
Her dönemimde neyi nasıl yaptığımı, nasıl zenginleştirebileceğimi, neleri dönüştürmem, sonlandırmam gerektiğini dans sanatçısı- eğitmen olarak hep sorguladım, sorgularım. Kurum benim için mesai saatlerinde çalıştığım bir iş yerini değil, geleceğimi inşa edebileceğim, kendimi dönüştürebileceğim, global kültür ve ulus ötesi alanlarda bedenle ilişkilenebileceğim bir ‘alan’ı temsil ediyor.
Pandemi döneminde ise içinde genç kuşakların-miras taşıyıcıların olduğu bir ‘gemi’ ye dönüştü bu alan benim için.
Bilmediğim, tanımlayamadığım, hayatımı tehdit eden salgınla karşı karşıya olduğumu anladığımda ‘donma halinden’ silkelenerek, hareketle çıktım.
Aniden istem dışı, zorunlulukla ‘durmak-durdurulmak’ dansçı ruhlar için geminin kayaya çarpması gibidir. Başlayan fırtınada, kendimin, ailemin güvenliğinden emin olduktan sonra hemen sorumlu olduğum miras yolcularına odaklandım.
Bu sürecin ne zaman sonlanacağını bilmiyordum, hala bilmiyorum. Her gün deneyimle, öğretiyle, birikimi aktarmayı seçerek, yaşamda kalabilmeyi diliyorum.

9 Mart 2020’de konseptini oluşturduğum ve yürütücülüğünü yaptığım “Kadın Hareketi IV” bünyesine, profesyonel-genç, kurum içinden veya dışından birçok koreografı programa davet etmiştim, atölyelerin yanı sıra bu tarih son gösteri yaptığımız gün oldu. O dönemde hem yurtdışında öğrencilerimiz, hem de anasanat dalında Viyana konservatuvarı dans bölümünden misafir öğrenciler vardı. Dolaysıyla sürekli yurtdışıyla irtibat halindeydim. Öğrencilerimizi ülkeye geri getirebilmenin yollarını araştırırken, bir iki gün içerisinde Viyana konservatuvarının salgın nedeniyle kapanmaya gireceğini öğrendim. Çoğu öğrencimiz İstanbul dışından eğitim programımıza geliyor. Bu kapsamlı gösteri sonrası, kademeli olarak öğrencilerin, güvenli alanlara, ailelerinin yanlarına gidebilmesi için gerekli düzenlemeleri oluşturdum. Anasanat dalı stüdyolarını ilaçlattım, dezenfekte ettik ve 13 Mart 2020’de o hafta sonunu karşılamak üzere kapıları kapattık ve halen girebilmiş değiliz.
Şoku, korkuyu, endişeyi, bilinmeyenle başa çıkabilmek için nefese-bedene güvenmek, hareketle duruma alternatif bakış açıları sağlamak, bu durumda dahi özünde bildiğinden vazgeçmeme çabası çok sınayıcı ve öğreticiydi benim için. Pandeminin ne kadar süreceği belli değildi, ne olduğu da… O yüzden kurumun bağlı olduğu sistemleri beklemek yerine, yeniden organize oldum. İki ana konu üzerinde çalıştım: teknik olarak dijital ortamda nasıl ders yapılır, neye ihtiyaç var;
ve merkezde, eğitim bütünlüğünün hedefi, ders içerikleri nasıl olmalı. Fiziksel, kinestetik olarak, deneyerek-çabalayarak öğrenmeye, gelişmeye alışık kişilikleri özellikle meslek eğitimlerinde, bu koşullarda nasıl işlevsel olarak yönlendirebilirim? 14 Mart’ta zoom cloud ile tanıştım. Takip eden hafta adaptasyon döneminde, bir yandan da çevirim içi grup derslerini, günlük rutinlerimizi başlattık, bir yandan da ders saatleri, derslerin işleniş biçimlerini analiz etmeye başladım. Öğrenciler fiziksel, zihinsel ve psikolojik koşullarını oluşturdukça, derslere katılmaya başladılar. Minimum alanda, zemini, birlikte yaşanılan kişileri, dersleri nasıl güncellememiz gerektiğini belirleyip her hafta toplantılarla, görüşmelerle daha iyi çözümler bularak adım adım ilerledik. Öğrenciler, aileleri veya birlikte yaşadıkları kişiler de zamanla uyumlandı. Halen tüm süreci 7/24 irtibat halinde kalarak geçiyoruz. Nisan 2020’de Çağdaş Dans Yarı Zamanlı eğitim programının derslerini de zoom cloud üzerinden yapmaya başladık. Bu çok önemsediğim programı 2015’de kurumun desteği ile açtım. Halen 12-18 yaş arası 131 öğrenci eğitim alıyor. Hilal Sibel Pekel, Pınar Akyüz, İlkem Ulugün ve ben ders veriyoruz. Gençler resmen yapıştı derslerine, sınırlı alanda da olsa harekete geçmek iyi geldi. Velilerimizden de çok destek aldık.

Çalışma çabası hem öğrencilerimizi hem eğitmenleri farklı bir merkezde tutuyor bence. Beden-zihin uyumumuzu dengeliyor. Fiziksel esneklikten, zihinsel esnekliğe doğru derin bir geçiş oldu diyebilirim. Birinci sınıflar özellikle hareketin analizi, hayal gücü, esneklik-direnç-basınç kavramları arasında bir dönem geçirdi. Bu dönemde birlikte çalıştığım, Pınar Akyüz, Hilal Sibel Pekel, Aslı Öztürk, Aslı Bostancı, Melih Kıraç, Umut Özdaloğlu, Ebru Cansız, Bahar Vidinlioğlu, Ahu Kınoğlu, Leyla Postalcıoğlu olmasa bu süreç bu kadar işlevsel geçmezdi, geçmez…
Herhalde hareketle adaptasyonla, beden- zaman ve mekân ilişkilenmesi ve kullanımıyla o kadar iç içeyiz ki, bu alışkanlıklarımızın büyük desteğini gördük.
Üniversitemizde eğitime ilk başlayan ve halen kesintisiz eğitime devam eden anasanat dalıyız. Hatta görüşmelerimde, Avrupa dans programları içinde de eğitimi ilk başlatan ve devam ettiren bölümlerden biri olduğumuzu anladım. ‘Nasıl olacak’ tartışmalarının içinden, bedeni duyumsayarak, deneyimleyerek ve duruma adapte olarak geçtik, geçmekteyiz. Bir süre sonra öğrencilerim derslerde, anne babaları, akrabaları, hiç tanımadığım, seçmediğim, kendi iradesiyle gelen kişilerle evlerde-odalarda, atölyelerde buluşmaya başladık. Şimdi geri dönüp baktığımda muazzam bir özveri, emek ve öğreti görüyorum. MSGSÜ de bu süreçte, gayet iyi entegre oldu aslında.

‘İçinde Yaşadığım Mekân: Beden’…
Ben bedeni içinde yaşadığım alan olarak ele alıyorum. İnsanlık hayatta kalma mücadelesi verirken, bireylerin bedenleriyle ilişkilenmeleri veya yeniden bağlantı kurabilmeleri ve genel anlamda fayda sağlayabilmek benim için çok değerliydi. Dersler sisteme oturur oturmaz “Açık Buluşmalar”ı başlattım. Ücretsiz-herkese açık… Tamamen gönüllülük ilkesiyle yürütülen bu buluşmaların tek koşulu ‘ekranın açık olması’ ve ‘katılımcıların kendi fiziksel sorumluluklarını alması’. Bu kapsayıcılık politikası çok etkili oldu. Herkese açık olduğundan, çalışmalarda kullanılan terminoloji, uygulanan hareket yönlendirme sistemleri buna göre tasarlandı. Bir süre sonra haftada bir atölyeden haftada 3 buluşmaya çıktık.

Bedene odaklanmamız, bedeni yeniden görünür, duyulur hale getirmemiz gerektiğini ve hareket etmenin, insanın birincil hakkı olduğunu, savunurum.
Bedenimizin ihtiyaçlarını duyumsamamız gerek. Kinestetik zeka ve farkındalığımızı güncellememiz şart. Akademi ve sanatsal çalışmalarımın dışında, içsel motivasyonum, ulaşabildiğim her bir bireyin kendi bedeniyle ilişkilenmesini sağlamak. Kişinin kendi dansını keşfetmesine rehber, yardımcı olmak beni çok huzurlandırıyor.
Evde kapalıyken, kendimizle sınırlıyken ve belki yalnızken, dokunup-sarılamazken bedende neler birikiyor? Sıkışan, iletilemeyen, tanımlanamayan duyumların bedende ve zihinde nasıl etkileri olabilir? Tüm bu durumlar için, nasıl bir faydam dokunabilir, bu koşullarda ne yapabilirim gibi sorgulamalarla yola çıkmıştım.
Görünmeyen bir tehlikeyle, salgınla ‘eve/içine kapanan’ bireyleri kendi ‘evleriyle’ yeniden ilişkilendirme, bütünleştirme, enerjileri -zihinleri yumuşatma çabası benimkisi.
İnternet aracılığıyla ‘mesafe’ ortadan kalkacaktı, kendi güvenli alanından, istediği kadar katılacaktı. Ekonomik bir sınır da söz konusu değildi… Belki yıllardır ertelediği bir durum ile tanışacaktı. Belki utancından katılamıyordu bedensel çalışmalara… O perde aralanabilir miydi?
Bu çalışmaların normalleşmesi, hayatlarımızda sıradan olması gerekiyor.
Bu çalışmaları yapabilmek, deneyimleyebilmek bir ayrıcalık olmamalı. Dijital ortam bunu biraz sağladı diye düşünüyorum. Dijital platformda beden odaklı çalışmaların işlevselliğinin farklı olduğunu da biliyorum. 1993’den bu yana Türkiye genelinde veya dışında sürekli olarak, profesyonel dans sanatı eğitimi haricinde, farklı yaş gruplarına, farklı organizasyonlarda beden odaklı eğitimler veriyorum. Bu deneyimlerin hafızasına güvendim biraz da, bu deneyimler olmasa belki dijital ortamda ders vermeyle başa çıkamayabilirdim.
Pandemi öncesi ile bir kıyaslama yaparsam, dijital çalışmalarda mesafe ortadan kalkıyor. Tüm dünyadan kişiler çalışmalara katılabiliyor. Sosyal medya kullanımından dolayı kişiler katılamasa da atölyelerden, buluşmalardan haberdar oluyor. Hatta anında iletiyorlar birbirlerine. Bu bir söylem ve düşünce şekli yaratıyor. Katılımcılardan ilk defa bedensel çalışmaları deneyenler oldu, düzenli takipçilerimiz oldu. Pandemi öncesi dijital ortamda beden odaklı atölye/ders vermiyordum. Umarım salgın sonrasında da mümkün olduğunca az bedensel uygulamalı dijital çalışma yaparım.
Bedeni duyumsamak, titreşim, anında yönlendirme, kinestetik etkileşim, iletişim olmadan bu çalışmalar iki boyutta kalıyor. Ekran aracılığıyla bedeni görmek, yönlendirmek araştırmaları, süreci daha farklı yönlendiriyor. Sözel iletişimin özenli ve gerektiği kadar olduğu ortamlar bedenin gelişimi için daha işlevsel. Ayrıca alanın / zeminin, kişinin ‘güvenli alanından’ çıkabilmesine, risk alabilmesine de hizmet etmesi gerekir. Bence bu tarz çalışma süreçleri yeniden yapılanma veya gelişimi sağlıyor.

Atölyelerin ‘dijital’ olması, beden odaklı çalışırken, mesafenin bir tehdit olarak ortadan kalkması demekti. Olduğun güvenli alandan erişebilir olabilmesi büyük bir etken oldu. Diğer en önemli etken ise, atölyelere davet ettiğim meslektaşlarımın alanlarında gerçekten uzman olması, süreç ve deneyim sahibi olmalarıdır. Bu önemli bir konu, beden odaklı eğitimlerde, alan ne olursa olsun, eğitmenin /rehberin bilgi, süreç ve deneyim birikimi sahibi olması şarttır. Son dönemde bunun da biraz sömürüldüğünü görüyorum. Katılımcıların dikkat etmesi gereken konulardan biri de bu bence.
Atölyelerimde ‘denemeye, bedeni yargılamadan harekete, aksiyona, devinime davet’ yaklaşımıyla, ekranın öteki tarafından müdahale edebileceğim bir içerikle ilerledim. Zemini, alanı ve fiziksel koşulları hep göz önünde tuttum. Her atölyeden mevcut koşullara göre çalışmaları tasarladım. Derin farkındalık veya doğaçlama çalışmalarını, eklemler için risk oluşturabilecek, gözü kapalı, denge dışı, kardiyo gerektiren veya psikosomatik çalışmaları bu gruplarla yapmadım. Net bir şekilde somatik çalışmalar ve beden farkındalığı prensiplerinin, metodlarının dışına çıkmamaya çalıştım.
Suya yazı yazmanın ne değerli olduğunu hatırlatan geri bildirimler, mektuplar, şiirler, şarkılar aldım. Başka bir beden algısı, dans anlayışı mümkün ve artık yeni yüzyılda buna ihtiyacımız var. Daha bütünsel, ekolojik bir beden ve demokratik beden odaklı üretim anlayışına…

B.A.- Pandemi başlar başlamaz, dünyadaki önemli gösteri sanatları kurumlarının, dans topluluklarının arşivlerini açması ve ücretsiz gösterimler yapması elbette hem dansçılar hem de dans izleyicileri için çok kıymetliydi.
Bunun yanı sıra tam bu dönemlerde düzenli olarak online dersler veren ve bunları ücretsiz bir şekilde dünyanın farklı yerlerindeki katılımcılarla çevrimiçi olarak paylaşan dans kumpanyaları oldu (Batshava Dans Topluluğu’ndan dansçıların verdiği Gaga dersleri, Hofesch Schecter Company’nin, Akhram Khan Company’den çeşitli eğitmenlerin verdiği dersler, NDT’nin paylaştığı provalar vb.) Bu dönem dans festivalleri de yine online olarak yürütüldü. Pandemi döneminde belki de en fazla “enternasyonel” hale gelen sanat alanı dans oldu diyebilir miyiz?

T.T.- Evet, dünyada da zamanla dans toplulukları gerek çalışmalarla gerekse eser-prova paylaşımlarıyla pencerelerini açtı. Arşivlerini yayınladı. Dijital ‘alanını’, yaklaşımlarını yaratmaya çalışıyor dans dünyası. Kinestetik empati ve iletişim, ‘her bir insan’a, her birimize aittir. Sınır ötesi olan dans ‘nefes’i hatırlatmış oldu diye düşünüyorum. Türkiye’deki büyük festivallerin arşivlerini açmasını beklemiştim ben de ama bir iki gösterimle sınırlı kaldı…

B.A.- MSGSÜ kapsamında sizin organize ettiğiniz dans buluşmaları da – “Açık Buluşmalar” ve “Harekete Geç” – farklı yaş grupları ve deneyimlerden hareket etmek isteyen kişileri buluşturdu ve pandemi döneminde önemli ihtiyaçlarımızdan biri olan hareket etme ve kendini -dansla- ifade etme ihtiyacını karşılamak için güzel bir seçenek sundu. Daha evvel de “halka” yani kurum dışından kişilerin katılımına açık dans dersleri organize ediyor muydunuz?

T.T.- Evet, tabii ki. MSGSÜ bünyesinde “Gençlerle Dans”, “İşten Çık, Kendine Gel!”, “+45” gibi halka açık, somatik farkındalık ve hareket odaklı ücretsiz çalışmaları uzun süredir devam ettiriyorum. Çağdaş Dans Anasanat Dalı organizasyonuyla birçok festivale de ev sahipliği yapıyoruz. MSGSÜ bünyesinde ilk Pantomim Kulübü olan, ilk Çağdaş Dans Programı olan, dans sanatı üzerine, yarı zamanlı, lisans ve lisansüstü programları olan tek üniversite. Performans sanatları alanında ilk örnekler Resim Bölümü’nde görünüyor. Üniversitemiz bünyesinde her alanla bedeni ilişkilendirebilmek için çalışıyorum. Çeşitli bölümlere özel çalışmalar, akademisyenlere yönelik beden farkındalığı çalışmaları da yapıyorum.
Yürüttüğüm “İstanbul Dans Günleri” kapsamında da halka açık dans dersleri oluyor. Sadece pandemi döneminde değil yaşantımızda sağlıklı, beden-zihin-enerji uyumunu sağlayabilmek için bütüncül ve barışcıl bir şekilde hareket etmeliyiz. Beden hareket etmek için var olan bir yapı. Onu durdurmamak, yer çekimiyle uyumlamak yaşam kalitemize yansır. Bu sene içerisinde dans bir araç oldu evet ama asıl önemli olan kişilerin, bedenlerine karşı ilişkilenmelerini, söylemlerini değiştirebilmek, dans sanatına karşı ön yargılarını kırabilmekti.
Biliş hareketi etkiler, hareket biliş geliştirip, zenginleştirir. Hareket dağarcığı ise davranışların bir nevi haritasını oluşturur diye düşünüyorum.

Melek Yılmaz- Ben de pandeminin hemen ardından organize edilen “Açık Buluşmalar”a uzun bir süre devam etim. Bu dönemde zaman zaman 100 kişiye varan dersler yapılıyordu, bu çok yüksek bir katılım. Hatta bilgilendirme notunda bu çalışmaların Türkiye, Almanya, Hollanda, Fransa, Polonya, Amerika, Endonezya’dan yaklaşık 3500 kişiyle buluşulduğu belirtiliyor. Çalışmaların bu şekilde yaygınlaşabilmesini neye bağlıyorsunuz? Pandemi öncesi ile bir kıyaslama yaparsak arada katılım açısından bir fark görüyor musunuz? Yaklaşık kaç kişiye ulaştınız bu etkinliklerle?

T.T.- “Mart – Haziran 2020” döneminde; Türkiye, Almanya, Hollanda, Fransa, Polonya, Amerika, Endonezya’dan yaklaşık 3500 kişiyle buluşmuştuk. “Açık Buluşmalar” kapsamında Hilal Pekel ve Bahar Vidinlioğlu’yla yol aldım. Kısa bir aradan sonra yeniden başladık, üzerine 2020 sonbahar ve 2021 ilkbaharda “Harekete Geç!” eklemlendi. Bu iki atölye Mayıs 2021’e kadar düzenli yapıldı. J Bazen 100 kişi bazen 260, bazen 300 kişi olduk. 14 ay içerisinde yaklaşık 8.000 kişiyle, beden aracılığıyla iletişime geçtik, bireyleri harekete soktuk. Atölye yürütücülüğü yapan arkadaşlarıma davetimi kabul ettikleri ve paylaşımları için gönülden teşekkür ederim. Bağımsız bir şekilde karar verip, kavramsal çerçeveyi oluşturup organize oldum. Üniversite yönetimi de bu atölyeleri sahiplendi. Tanıtımlara, duyurulara destek verdi. Bu bir vizyon meselesidir. Çok değerliydi bu paylaşımlar bizim için. Şimdi tekrar ufak bir nadastayım.

B.A- Bunun dışında yine yıl boyunca organize edilen özel etkinlikleri de online mecraya taşıdınız. Örneğin 2020 yılında Dünya Dans Günü vesilesiyle 28-29 Nisan tarihlerinde düzenlenen “İstanbul Dans Günleri”, 8 Mart haftasında organize edilen “Kadın Hareketi” gibi etkinlikler sürdürüldü. Hatta lise ve orta okul yıllarımızda yorucu ve basmakalıp bulduğumuzdan çoğunlukla firar etmeye çalıştığımız 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı’nda sanırım buraya alternatif bir yaklaşım geliştirerek dans çalışmaları da düzenlediniz. Nasıl bir çerçeve edindi bu etkinlikler ve yüz yüze olan şenlik ya da etkinlik günlerinden ne açılardan farklılaştı? Kamuya açık başka hangi özel etkinlikler vardı?

T.T.- Salgın başlamadan önce “İstanbul Dans Günleri II”nin çalışmaları bitmişti. Davet ettiğim eğitmenler, panel ve gösterim içerikleri tamamlanmıştı. İstanbul Dans Günleri’ni bir yandan zaten üniversitenin işbirliğiyle sürdürüyordum. Dünya Dans Günü etkinliklerini de Çağdaş Dans Anasanat Dalı’nın stüdyolarında, genelde bağımsız eser ve repertuvar dersleri sunumları, hakla açık atölyelerle yapıyorduk. Atölyeler o kadar motive etti ki, salgında durmamayı, iptal etmemeyi seçtim. O dönemde rektörümüz Prof. Dr. Handan İnci Elçi’nin yönlendirmesiyle üniversite tanıtımlara yine büyük destek verdi. Daha da geniş kitlelere ulaştık. Avrupa’da pandemi sürecinde yapılan ilk çevirim içi etkinliklerden biri oldu “İstanbul Dans Günleri II” ve Dünya Dans Günü etkinlikleri 2020’de.
Hem hüzün, hem umutsuzluğa kapılmamak için hareket ve dans bir direniş yolu oldu benim için. Bunu elimden geldiğince bedenlere, bireylere bulaştırmak istedim. Böyle olunca da önceden planladıklarımı adapte etmeye ve hayata geçirmeye odaklandım. 9 Yaşımdan beri dans ediyorum, okul gösterilerini saymazsam profesyonel dans sanatçısı olarak 1993 yılından beri ilk defa bu sene bir performans yapamadım, gösteriye çıkamadım. Yurtdışında erteleme ve iptaller nedeniyle proje veya eğitmenliğe de dahil olamadım. Bu birikimin enerjisini başka türlü yansıtmaya çalışıyorum, durumla başa çıkabilmeye çabalıyorum. Her gün hareket edebildiğim için şükran doldum, başkasına dua olsun diye hareket ettim, yasım oldu dans ettim, başkalarını hareket ettirdim kapalı alanlarda, ağlamalarına-çözülmelerine-keşifleri(ne)/(me) tanık oldum. Ciddi bir hareket etme sınırı, kısıtlamalar varken, bedende hareket özgürlüğüne ulaşabilmenin gücünü gördüm…

M.Y.- Bu etkinliklerde MSGSÜ ekibi olarak nasıl bir iş bölümünüz vardı ve nasıl bir eğitmen kadro ile bu çalışmaları organize ettiniz? MSGSÜ Dans bölümünde öğretim görevlisi olan isimler mi yer aldılar bu çalışmalarda sadece, yoksa başka katılımlar da oluyor muydu?

T.T.- Burada saydığım etkinliklerin, atölyelerin konseptlerini oluşturdum, yönetim aşamalarını sürdürdüm, bu oluşumlara davet ettiğim arkadaşlarım, meslektaşlarım, sadece atölye veya koreografi sunumları ile değil, organizasyon desteğini de verdiler. Bu kişilerin çoğuyla hali hazırda MSGSÜ bünyesinde de çalışıyorum. Doğal ve sarmal bir ilişkilenme oldu bizim için. Böyle özel bir ‘grubun’ örneği pek yoktur. Duyuru ve tanıtımlarımızda, yoğunluklarına rağmen MSGSÜ ve “360 birimi” de çok destek verdi. Atölye içeriklerine göre mezunlarımız veya halen okumakta olan öğrencilerimiz, uluslararası eğitmenler, dans sanatçıları veya kurumla ilişkisi olmayan eğitmenler ve dans sanatçıları da atölyelerde, gösterimlerde, panellerde yer aldılar.

M.Y.- Pandemi sürecinde organize edilen atölyeler hareket etmeye istekli farklı deneyimlerden herkese açık olarak organize ediliyordu. Haftada üç günlük bir program vardı ve her bir çalışma yaklaşık 75’ dk sürüyordu. Sizin verdiğiniz “Somatik Farkındalık ve Hareket” dersleri hem teorik hem de pratik bir içeriğe sahipti; Hilal Sibel Pekel “Esneme, Kuvvetlendirme ve Hareket” başlıklı bir çalışma yürütüyordu; Bahar Vidinlioğlu ise Skinner Releasing Tekniği üzerine çalışıyordu. Çalışmalar eğitmenler tarafından, bir çevrimiçi platform üzerinden ve çoğunlukla evlerden katılımla gerçekleştirildiği düşünülerek küçük bir öğrenci odasına sığabilecek şekilde tasarlanmıştı. Bu da çalışmanın ilerleyişini rahatlatan bir durumdu. Bu çalışmalara katılmamış olanlar için çalışmaların sürecinden, içeriğinden ve metodolojisinden biraz bahsetmek ister misiniz?

T.T.- Bu çalışmalar “Açık Buluşmalar”ın omurgası. Ben önce atölyeleri “Çizgi Üstü” diye adlandırdım. Tüm sınıfların ve öğrencilerin takibi, derslerim, mevcut bürokratik yapılması gerekenler ve atölyeler birleştiğinde günlük 10-12 saatlik bir çalışma programım vardı. Sevgili Hilal, Bahar, Pınar, Melih… meslek yaşantımda ve hayatımda çok uzun süredir yer alıyorlar. İyi ki… Hilal esnetme-kuvvetlendirme ve uygulamalı fonksiyonel anatomi alanında çok yetkin, Bahar ise Skinner Rahat Bırakma (SRT) metodu eğitmeni ve doğaçlama yönetimi üzerine ciddi bir birikimi var.
Her ikisiyle “Açık Buluşmalar” adı altında paylaşıma davet ettiğimde, taşlar yerine oturdu diyebilirim. Pınar tüm atölyeler için teknik organizasyon desteği verdi. Her bir linkin yapılması, ilan takibi gibi. Melih de sağolsun, duyuru tasarımları bile yaptı. Çok yardım ettiler, her bir arkadaşım atölye vermek dışında, elinden gelen yardımı yaptı gerçekten.
Kuvvetli beden esneyebilen bedendir benim için… ‘Herkese açık’ olması çalışmanın sınırlarının çok iyi saptanması ve anda müdahalenin çok yerinde yapılmasını gerektiriyor. Çalışmaları tamamen karşında yer alan, hiçbir somatik bilgi bilmediğini ve hatta hareket yaklaşımında hiçbir deneyimi olmadığını varsaydığım kişilere göre uyarladım. Ekrandan gördüğüm, tanımadığım bedene kinestetik fayda sağlamayı hedefledim ve dolayısıyla çalışmaların hiçbir aşamasının fiziksel-psikolojik risk içermemesi gerekiyordu. Eğitmen/rehber seçimi çok önemliydi bu nedenle… Zemin dahil, bedeni kontrol dışı bir yıpranmaya maruz bırakmayacak metodlarla ilerledik.

B.A.- Çalışmalarda sanırım ekranın açık olması eğitmenler tarafından özellikle talep ediliyordu. Bu çoğu online çalışmada/buluşmada es geçilen bir konu.

T.T.- Ben bunu çok önemsedim. Bedenimi-evimi- bilgi birikimimi paylaşmak üzere açıyorum, mahremiyet alanıma giriyor karşımdaki kişi. O da açsın kendini… Şeffaf bir paylaşım alanı olmasını önemsedim. Öte yandan, anda olmaya bir davetti bu yaklaşım. ‘Gözetleyen’ veya ‘biriktiren’ – hatta sadece almaya odaklı pasif bir yapıdan, deneyimleyerek, kendini açarak, sürecin içinden geçilmesi gereken bir birliktelik anlayışının oluşmasını önemsedim.
Çalışmaları telefonla izinsiz kayıt eden, hatta içeriğini eğitmenden izinsiz, ücretli, çeşitli platformlarda uygulayan kişiler de oldu. Özelden mesaj atıp ekran açamama sebeplerini belirten kişiler dışında, ekran açıklığı, ‘açık gönüllüğü’ temsil ediyordu ve bu noktada taviz vermemeye çalıştık. Aynı zamanda çalışmalar, katılımcılara her defasında iletilerek, yazılarak bizim için kayıt altına alındı, üçüncü kişilerle paylaşılmadı. Zaman buldukça seyrettim ve çalışmaları analiz ettim.

B.A.- Evet bir yandan mesele dans eğitimi olduğunda eğitmen için katılımcıları düzeltme ve görsel iletişim kurma imkanını sağlayan en önemli belirleyenlerden biri bu. Bu süreçte oldukça heterojen bir katılımcı grupla çalıştınız. Dansla ilişki seviyesi birbirinden farklı olan kurum dışından kişiler de katılıyor, dans bölümünün farklı sınıflarından öğrenciler de… Bu durum sizin için bir zorluk yarattı mı, nasıl çözümlerle dengeyi sağladınız?

T.T.- Buradaki dans eğitimi, dans anlayışı ve birikimi aracılığıyla ‘beden eğitimi’.
Dans eğitimini sadece profesyonellerle yaptım bu dönemde. Üniversite programlarının yoğunluğuna rağmen, kendi öğrencilerimiz de bu atölyelere katıldılar. Büyük ihtimalle eğitmenlik eğitimi de yapmış oldular bu sayede. Ben de fırsat buldukça öğrencilerin de öğretilerini paylaştıkları uygulamalar yapmalarına imkân sağlamak, destek vermek istedim. Konsept ve danışmanlığını yaptığım “İki Aralıkta Dans” buna bir örnek. Son sınıf öğrencilerimizden Lale Madenoğlu ve Ekin Önce, tüm etkinliği çok iyi bir şekilde koordine ve organize ettiler, atölye de verdiler.

B.A.- Bu ilk çalışma dönemi bir yandan da online ortamın bir eğitim platformu olarak sınandığı, eğitmenler için de “yapılacaklar” ve “asla yapılmayacaklar” listelerinin oluştuğu bir dönem oldu.

T.T.- İlk başlarda atölyelere çok sayıda eğitmen de katılıyordu. Sonrasında ne nasıl işlenmeli, uzun uzun konuşuyorduk. Neyi yapmayacağınızı belirleyebilmeniz için neyi bildiğinizi ve nasıl işlediğinizi net olarak tespit edebilmeniz gerekir. Eğitim niteliğinin yanı sıra, eğitme katılan kişinin ‘ortamı’ da çok önemli bir etkendir.

B.A.- Siz nasıl sonuçlar çıkardınız bu ilk çalışma sürecinden, devamında çeşitli değişikliklere gittiniz mi?

T.T.- Dediğim gibi benim için aslında çok netti. En azından somatik bilgi ve çalışma deneyimi olmayan kişilerle eğitmen olarak hiçbir alanda çalışmadım. Üniversite programında da uygulamalı, teorinin bedenleştiği dersler için ciddi sınırlamalar getirdik ama kendi içinde hala hareketi algılama, icra etme, analiz etme açısından sınamaları elimizden geldikçe uyguladık. Ders sürelerini kısalttık. 2. Dönem başladığında öğrencilerimizden de daha fazla talepte bulunduk. Sadece kinesfer içerisinde hareket etmelerini değil, 3m X 3m’lik bir alan oluşturmalarını istedik. Sağlık sorunları dışında derslere devam etmekle sorumlular. Her gün bar tekniği ve çağdaş dans tekniği yapıyor tüm sınıflar. Üstüne doğaçlama- kompozisyon-repertuvar (yine dijital platformdan sunulmak üzere) ile devam ediliyor.
Çoğu, evinin – alanının bir köşesine dans muşambası koydu. Ben de eski bir depoyu kişisel stüdyoya çevirdim. Öteki türlü evin salonunu ele geçirmiştim, masayı çekip koltuğu itip ders verip duruyordum. Komşularım müzik listemi seviyor. Hatta biri atölyelere giriyordu, oradan şikayetle karşılaşmadım ama, zorlayıcı tabi.
Üniversite eğitim programı hafta içi, her gün saat 10.00’da başlıyor ve bazı günler kuramsal dersler ile 18.00’e kadar devam ediyor. Şimdi elimde 4 yıllık dijital ortamda uygulanabilecek bir dans programı müfredatı var.
Dönemsel olarak, sürekli değiştik, geliştik. Ara sıra kendi dersimin dışındaki dersleri izliyorum, her ay düzenli öğrencilerle görüşüyorum. Bir yandan psikolojik iniş çıkışlar gündemimizde. Gelecek kaygısı, endişe… kayıplarımız oldu… Geçen bahar döneminin son 6 haftasında salgın başlamıştı. Fiziksel ve zihinsel olarak en üst seviyedeyken, tam da gösteri ertesi bir şekilde dijital eğitime geçtik, dönemi kapattık. Dönem mezunları çok kayıp yaşamadı açıkçası.
Tüm yaz, güz dönemi içeriğiyle ilgili çalıştım. Özellikle direkt olarak başlayacak olan birinci sınıfların eğitim programıyla. Bence ilk iki sene çok değerlidir, bir nevi ‘kırılma’ ‘dönüşüm’ yıllarıdır. Öğrenci kendisiyle, yeteneğiyle yüzleşir.
Giriş sınavlarının ikinci ve üçüncü elemesini yüz yüze/stüdyoda yaptık. Böylece dansçılık itkisini, bedenin hareket yaklaşımlarını görme, duyumsama şansımız oldu. Program ve ders içeriklerini oluştururken uluslararası toplantılara da katılıyordum, hala da katılıyorum.
Şimdi 3. dönemdeyiz, işin rengi değişti profesyonel eğitimde. Başka türlü sınamak gerekiyor öğrencilerimizi. Kendi eğitimleriyle ilgili büyük bir sorumluluk düşüyor onlara. Önümüzdeki güz döneminde eğer aşılanma tamamlanırsa karma (hibrit) eğitime geçebiliriz. Halen derslerde kardiyo veya yüksek kondisyon gerektiren hareket dizimlerine çok dikkat ediyoruz. Zaten zıplamalar, seviyeler arası hızlı geçiş, seviyeler arası dönüşler pek yapmıyoruz. Uzamda ilerleyemiyoruz, alan sınırlı. Bir de üstüne dolap masa yatak hatta evi paylaştığımız kedi köpeklerimiz ekleniyor. Bazen çok ciddi bir çalışma esnasında kedimiz geçerken kuyruğunu öyle bir sallıyor ve harekete öyle tepkiler veriyor ki müthiş oluyor. Veya köpeğimiz öyle bir bakıyor ki… J Fiziksel sınamayı evin içine-odalara taşıdık. Adapte olabilenler kendini biraz daha işlevsel sınayabiliyor. Derslere bir başka örneğim; Koreografi dersi olabilir; Videografi’ye çevirdim. Hareketin yönü, mekanla /kamera açısıyla olan ilişkisi, fiziksel virtüözitesi, kavramsal veya dürtüsel katmanları, video tasarım programını kullanmak, görüntü yönetmenliği yapmak, her bir üretim bileşenini yönetmeyi öğrendiler, sorumlu oldular. Sadece dijital ortamda sunmak amacıyla tasarladıkları koreografilerini çalıştılar. 19 Mayıs’ta saat 19.30’da msgsucagdasdans YouTube hesabından yayınlanacak.

M.Y- Derslerde vurguladığınız çarpıcı bulduğum bir nokta vardı. Bizden derse başlarken kollarımızı iki yana doğru açmamızı ve hareketlerimizi bu oluşan mekân içinde gerçekleştirmemizi istiyordunuz. Bunun her birimizin kişisel alanı olduğunu vurguluyordunuz. Bu farkındalık aslında pandemi öncesi gündelik hayatımızı kişisel alanları nasıl ihlal ederek sürdürdüğümüzü de fark ettiren bir egzersiz olmuştu benim için, örneğin sokakta, ya da toplu taşıma araçlarında…

T.T.- Evet Melek… Özellikle yapıyorum bunu… Bedenlerimizin, uzuvlarımızın, uzamda nerede olduğunu pek duyumsamıyoruz. Yolda yürürken çarpmak çok doğal bir fiziksel durum, ne ilginç değil mi? Sosyal mesafenin, aslında olması gereken bireysel- fiziksel bir algı olduğunu henüz öğrenemedik. 15. aydayız… ‘Salgın öncesi biraz uzak durur musunuz?’ diyordum ben sırada beklerken örneğin. Umarım ilk ve orta derecelerdeki beden eğitimi dersi yeniden müfredata alınır da, beden algısı, koordinasyon, duruş, esnetme üzerine çalışılabilir…

B.A.- Bu bana pandeminin başında New York Times’da çıkan şu makaleyi hatırlattı. Makalenin başlığı şuydu “Pandemide yolumuzu tayin etmek (navigate) için bedenlerimizi nasıl kullanıyoruz?”. Pandemi öncesi insanların yolda yürüyüşlerine, diğer insanlarla karşılaşmalarına hiç dikkat etmediği bir düzenden her bir adımın hesaplandığı yeni bir düzene geçildiğini söylüyordu yazı. Pandeminin koreografisi konusunda ne düşünüyorsunuz?

T.T.- Pandeminin bedeni… Pandemi korku, içe dönme, panik ve endişe halinde kendini bize öğretmiş olsa da, biraz bedene karşı duyarlılığı da arttırdı bence. Ama nüfusun belli illerdeki yoğunluğu, maalesef her türlü mesafe kavramını negatif anlamda yok ediyor, 3500 kişilik ev yerleşkeleri de… Sokaklar boşken yürümeyi çok seviyorum. Yürürken nefesimin sesini, kuş seslerini duymayı… Gökyüzünü görebilmeyi… Yığıntı şehirlerde bunu gerçekleştirmek mümkün değil.
Pandeminin koreografisi, korkuyla yaratılmış bir kontrol/bloklama mekanizmasının ötesine geçemeyecek gibi. Sarılamayan, dokunamayan, elini uzatacakken kendini tutan, itkisel olarak geri duran ve tüm bu dinamiklere alışan bireyler olarak, pandeminin etkisini pandemi bittikten sonra daha iyi analiz edebileceğimize inanıyorum. Enerjimizi aktaramamanın, davranış isteklerimizi tamamlayamamanın etkisi ve biriktirdikleri de bizi sınayacak gibi. Tanıdığımız, tanımadığımız bedenlerin sağlığımız için tehdit olabileceği bir dönemden geçiyoruz. Çok sevdiğimiz için görüşemiyoruz. Görünmeyen bu salgında öteki beden bir potansiyel, bir aracı olabiliyor. Yürürken, yan yana geçerken, birine yaklaşırken çekiniyoruz, içsel hesaplar yapıyoruz.
Pandemi, korumakta olduğumuz bedenlerimizi – mesafe kısaldığında- öteki beden için birer sağlık tehdidi haline getirdi.

B.A.- Bir de çalışmalarda mekân kullanımının değişiminden bahsetmiş olduk, buna dair söylemek istedikleriniz var mı? Örneğin iki boyutlu ekran üzerinden çalışmayı ve sonuçlarını nasıl değerlendiriyorsunuz. Ekrandan gerçekleşen çalışmalarda neler daha imkan dâhilinde, neler daha zorlayıcı oluyor? Ya da öğrencileri site specific çalışmaya yönlendirme gibi avantajları da var diyebilir miyiz bu yeni biçimin?

T.T.- Bizim işimiz üç boyutlu, en az. Dış mekânda çalışmak, öğrencinin kişisel avantajlarıyla bir işlev kazanabiliyor. Özgür olabileceği, zaman sıkıntısı olmadan fiziksel deneyime açılabileceği bir mekandaysa çok iyi sonuçlar, deneyimler açığa çıkabilir tabii. Ancak profesyonel dans eğitiminde bu durum ancak belirli çalışma alanları için bir öneri olabilir. Koreografi dersi kapsamında videografi çalışması için seçtikleri mekanlarda bu süreçleri geçirdiler. Kompozsiyon ve repertuvar derslerinde de mekanlara açılmayı önerdik ve uyguladık. Çalışmanın hakkını verebileceklerse yoga- tai chi vb. yapılacaksa örneğin veya esnetmeyi açık havada yapabilirse ne güzel. Eser anlamında mekâna özel eser üretmek, çalışmak farklı boyutta bir yoğunluk ister. Mekân zaman ister, süreçten beslenir. Parkta bahçede çeşitli egzersizleri yapmak veya belli deneyimleri edinmek, etrafın bakışları altında, sokağa çıkma yasakları arasında, ulaşım sıkıntısı ve internet erişimi problemi varken benim için büyük bir odak noktası değil, profesyonel dans eğitim programında. Pandemi öncesinde ara sıra parklara giderdik esnetme yapmaya yoga yapmaya veya dönem toplantısını yapmaya. Ancak günlük çalışmalar için, 1 aylık stüdyo deneyiminin yerini 14 aylık park- bahçe çalışmaları karşılayamaz.

M.Y.- Kamusal alanla yapılan paylaşımların dışında bir yandan da okuldaki dersler de devam etti. Geçen yılı biraz konuştuk peki bu yılın eğitim-öğretim düzeneğinde ne tür değişikliklere gidildi? Ne gibi sorunlarla karşılaştınız, nasıl çözümlere ulaştınız?

T.T.- Bahsettiğim gibi, derslerin sürelerini, içeriklerini uygulama metodlarını biraz sınırladık ve değiştirdik. Özellikle bahar döneminden iyi bir deneyimle ayrılmıştık, 14 haftayı tüm bunları göz önünde tutarak ele aldık. Hem öğrenciyi hem de eğitmenleri korumak gerekiyor.
Her bir öğrencimiz için acil durumda aranacak listesi de oluşturdum, evde yalnız mı değil mi genel olarak soruyoruz. Kayıp düşse kim yardım edecek? Harekete uygun olmayan zeminlerde, haftada 20 saatten fazla fiziksel olarak çalışmak beden için çok riskli. Psikolojiyi siz düşünün. Öte yandan ekrana hareket halindeyken bakmak da, uzun süre oturmak da -bildiğiniz gibi- omurgayı çok yıpratıyor. Bu durumu da mümkün olduğunca azaltmaya çalıştık.
Tüm gün sınırlı bir alanda, bir odada uygulamalı, yaratıcı, kuramsal dersler ile minimum 5 saat geçiriyor öğrencimiz. Bu çok yüklü bir durum her açıdan. Dansı duyumsayacakken, olanı her açıdan aynı ve iki boyutlu görüyoruz. Sokağa çıkma saatlerine göre ders saatlerini değiştirdiğim de oldu. Bunun dengesini oluşturmaya çalıştım.
Bazı seçmeli dersleri bu dönem açmadım. Bazı derslerin süresini yarı yarıya kısaltmak yoluna gittim, ancak tüm derslerde bunu yapamadım, kadrolu eğitmenin “vermesi gereken asgari ders saati” problemiyle karşılaştım. Dengelemek zor oldu gerçekten.

B.A.- Bir yandan başta da konuştuğumuz gibi bu dönemin bir avantajı da uluslararası kontakların ve misafir hocalık gibi uygulamaların daha kolayca gerçekleşmesiydi. Belki daha önce de mümkün olan bu buluşmalar en azından daha ekolojik ve daha ekonomik bir şekilde kotarılabir hale geldi. Bu durum okulda yurtdışından gelen eğitimler ve eğitmenlerle kurulan kontağı nasıl etkiledi? Bu süreçte pandemide dans eğitimi üzerine karşılaştığım bir makalede dünyanın farklı yerlerindeki dans okulları arasında ciddi bir repertuvar kopukluğu olduğundan bahsediyor ve pandeminin bunu kırmak için önemli bir fırsat sunduğunu vurguluyordu. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizce böyle bir etkisi oldu mu pandeminin ve eğer olduysa bu kalıcı hale gelecek mi?

T.T.- Her dönem için ulusötesi koreograf ve eğitmenleri öğrencilerle buluşturma çabasındayım. Kendim de öyle çalışıyorum. Mesleğin, icranın, eğitim programının global seviyesini anlamak ancak bu şekilde mümkün. Üniversite programına davet ettiğimiz misafir eğitmen veya koreograf için genelde konsolosluklardan destek alıyoruz. Pandemiyle birlikte iletişimimi arttırdım. Repertuvar eserlerinde bildiğiniz gibi ciddi telif hakları söz konusu. Ancak izinlerle maddi olarak telif hakkı koşulunu sağlıyoruz. Bir iki güzel gelişme var bu konuyla ilgili, zamanı gelince yazıya dökelim…

Fotoğraf: Murat Dürim

B.A.- Bu sene “İstanbul Dans Günleri” 29 Nisan-1 Mayıs tarihleri arasında yoğun bir programla gerçekleşti. Ayrıca geçtiğimiz seneye kıyasla yurtdışından örneğin Pina Bausch Company eski dansçılarından, koreograf Daphnis Kokkinos gibi önemli isimler de konuk olarak programda yer aldılar. Ve yine önceki senelerde olduğu gibi dans ve toplumsal gündeme dair tartışmalar, panel ve söyleşiler de gerçekleşti. Bu seneki deneyimden biraz bahsetmek ister misiniz?

T.T.- “İstanbul Dans Günleri”nin üçüncüsü de MSGSÜ’nün işbirliğiyle gerçekleşti. Aslında salgın kontrol altına alınabilseydi etkinlikleri başka mekanlarda yapmayı planlamıştım.
Daphnis Kokkinos ile Almanya’da bir uluslararası toplantıya davet edildiğimde tanışmıştım. O zaman Pina Baush dansçılığı devam ediyordu. Şimdi Atina’da. Elena Luptak ile Viyana’da konservatuvarda ders veriyorum zaman zaman, onunla da 2014’de tanıştım. Arkadaşlığımız her ikisiyle de yakından devam ediyor. Salgın sürecinde dans eğitiminde ne yapılıyor, nasıl yapılıyor sorularını birlikte de konuşuyoruz. Haberdarız birbirimizden. Uluslararası atölyelerde amacım bu üniversite programlarından dansçıların / dans öğrencilerinin yan yana gelmesini sağlamaktı. Çok verimli geçti. Rita Gobi, Canan Yücel Pekiçten ve yanı sıra Melih Kıraç ile Kamola Rashidova atölyeleriyle dans günlerine değer ve renk kattı. Ben de bir atölye ile festivalde eğitmen olarak da yer aldım.

M.Y.- MSGSÜ’nün dışında da çeşitli kişisel projeler yürütüyorsunuz, örneğin sanırım Beykoz Kundura’da gerçekleşen “İçinde yaşadığım mekân: Beden” böyle bir çalışma.

T.T.- Sanırım bu dönem MSGSÜ ile ilişkilenmeyen projelerimden biriydi “İçinde Yaşadığım Mekân: Beden”. Bu atölye başlığı aynı zamanda üzerine seminer/webinar verdiğim bir alan benim için. Beykoz Kundura Sahne organizasyonuyla sağlık çalışanları ve tıp alanı öğrencilerine özel olarak tasarladığım, bir somatik farkındalık ve dans atölyesiydi bu. Kasım ayından itibaren, Tıp bayramı dâhil her ayın son Pazar günü gerçekleşti. Bu ay dönemi bitirdim ama önümüzdeki ay yeniden başlayacağım sanırım. Bir doktorun, hemşirenin bedenine odaklanmak, fiziksel olarak esnetmek, farkındalık yaratmak, onları gülümsetebilmek, bir tıp öğrencisini bedeniyle ilişkilendirebilmek bana iyi geliyor. Sağlık çalışanlarının, ‘performanslarına’ önem verdiğimiz gibi, bedensel iyilikleri için de çaba sarf etmemiz gerektiğine inanıyorum.
2018’den bu yana SU Gender’da eğitmen/rehber olarak çalışmalarıma devam ediyorum. Somatik farkındalık ve dans çalışmalarını halen dijital ortamdan düzenli olarak devam ettiriyoruz. Bir videografi çalışması içerisindeyiz.
İKSV ALTKat ile çocuklar için “Beden Kültürü ve Dans” kapsamında da atölyelerim oldu. Çeşitli üniversitelerin özellikle Tiyatro ve Mimarlık bölümlerinde atölyeler, seminerler verdim. Çeşitli yerli ve yabancı çalıştaylara katıldım. MEB Diyarbakır İl Müdürlüğü tarafından organize edilen, “Dans ve Hareket Terapisi II. Modül”ü özel eğitim eğitmenleriyle tamamladım. Çok önemsediğim, ilham aldığım yoğun bir çalışma oldu bu da. Elimden ne gelirse, hayata geçirebilmeye niyetliyim.

EKO’nu YARAT!

M.Y.- Ve bir de pandemi döneminde katılıma açık bir kolektif üretim çalışması tasarladınız: “EKO”. Bu çalışmalardan da kısaca bahsetmek ister misiniz? Ve önümüzdeki süreçte gündeme gelecek yeni projeler var mı?

T.T.- EKO dansçılarla çalıştığım ve 9 Mart 2020’de sunduğum pandemi öncesi son eser oldu. Pandemi sürecinde, hem dönemin hem de durumun arşivlemesini sağlayarak, kendi fiziksel ekonu yaratma ve paylaşma fikriyle EKO’nu YARAT! projesi doğdu.
Aslında yaklaşık 1,5 yıldır yeni bir esere başlamak için bekliyorum. Dijital ortamda provalara bile başladım, ancak mevcut koşullar ve son kapanmayla birlikte prova sürecini yaz sonuna erteledik. Beden ve zaman ilişkilenmesinde, mekâna özel bir çalışma olacak…

M.Y.- & B.A.- : Söyleşi için çok teşekkür ederiz…

T.T.- Ben çok teşekkür ederim, yılın özeti gibi oldu benim içinde…

___________________________________

  1. Kinesfer (kinesphere): Laban “Space Harmony” (Uzamın Armonisi) adını verdiği prensipler içinde “kinesfer” ya da “kişisel alan” terimini şöyle tarif eder: Tek ayak üzerinde dururken destek noktası olan yerden uzaklaşmadan kol ve bacaklarla kolaylıkla çeperine erişilebilen bedenin etrafındaki küre/alan.
    ( Rudolf Laban, Choreutics. London: MacDonald and Evans. 1966, p.10 – açıklamalar ve edisyon Lisa Ullmann tarafından yapılmıştır.)
  2. Tuomeiciren Heyang & Rose Martin, “A reimagined world: international tertiary dance education in light of COVID-19”, Research in Dance Education. https://doi.org/10.1080/14647893.2020.178020
  3. Konsept, koreografi: Tuğçe Ulugün Tuna
    Müzik: Vahit Tuna_2008 İstanbul
    Işık Tasarımı: Tuğçe Tuna, Ayşe Ayter (2008)

‘EKO’ hakkında:
Koreograf Tuğçe Ulugün Tuna’nın 2008 de Garajistanbul’da sahnelediği EKO beden-hafıza ilişkisi üzerinde dururken, bedeni kendi hafızası ile sınar. Yoğun bir arama-arınma dönemi geçirdikten sonra sanatçı paranoya, bırakma, kandırma, sezgi, biriktirme, izleme, önleme, an’lık hatırlama gibi itkilerin vasıtasıyla çalışmalarını sürdürdü.
‘Ağaç – Duvar – Rüzgar – Kabuk – Kuyu’ kelimelerinden yola çıkarak, dürtülerin ve reflekslerin fiziksel ekoları ile koreografik kodlamalar geliştirdi. Üretilen problemlerle belleği şaşırtma yoluna giderek, cevaplar aramaya başladı. Seyircinin karşılıklı yerleştirildiği EKO, ön-arka ve geçmiş-gelecek ilişkisine odaklanır. (3 Mart 2008 tarihinde, RemDans ve Kosmopolis Rotterdam’ın ortak yapımcı olduğu eser Garajistanbulpro olarak prömiyerini gerçekleştirmiştir.)

EKO’nu Yarat!: Orijinal versiyondaki 5 farklı setin videolarını, detaylı anlatımlarını ECHO/EKO YouTube ve echo__eko instagram hesaplarından aktarıyoruz. EKO’nu Yarat! projesi isteyen, ilgi duyan herkese açıktır. İKİ şekilde video üreterek projeye katılabilirsiniz.
a) Eserde seçtiğiniz dansçının, orijinal EKO koreografi setini, aynı sıralamayla, farklı mekânlarda yaparak.
b) ‘Ağaç – Duvar – Rüzgâr – Kabuk – Kuyu’ kelimelerinden ilhamla kendi koreografinizi üreterek. Her iki tercihinizde farklı mekanları kullanabilirsiniz.
Her iki şekilde de projeye katılım sağlayabilirsiniz. Ancak kompozisyon da, sıralama nasıl olursa olsun, koreografi zamanlamasını şu şekilde tutmalısınız: Ağaç: 20 / Duvar: 12 / Rüzgâr: 9 / Kabuk: 10 / Kuyu: 7 saniye olmalı. Toplam 58 saniye…
Eğer koreografinizde sıralamayı değiştirirseniz Ağaç setiniz başladığında, ses başlamalı. (Eser hakkında bu bölümlerin yer aldığı kısımları, detaylı hareket videolarını, müziği, koreografik açılımları ve sunum bilgileri Echo/eko youtube adresinde bulabilirsiniz. )
*Sorularınızı echo__eko instagram veya Echo2008eko@gmail.com ‘dan sorabilirsiniz.
Paylaşım: Videolarınızı gönderdiğinizde, EKO’nu Yarat. projesi kapsamında dijital ortamlardan paylaşacağımızı onaylamış oluyorsunuz. Echo2008eko@gmail.com adresine videolarınızı. Echo__eko instagram ve Echo__eko YouTube hesaplarında paylaşmak üzere koreografi videolarınızı bekliyoruz .

Paylaş.

Yanıtla