“Yasa Çıkarma Adına ‘Şirketleşme’ Dayatmalarını Desteklemiyoruz”

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Kültür ve Turizm Bakanlığı, geçtiğimiz günlerde “özel tiyatrolara destek yönetmeliğinde” değişiklikler yapıldığını açıkladı. Bakanlık 2018’de yayımladığı yönetmeliğe bazı eklemeler yaptı.

2018 yönetmeliği de bizim eksik ve gereksiz bulduğumuz yönetmeliklerden biriydi… Tiyatrocunun inisiyatifini budayan ve inisiyatifi tamamen bürokratlara bırakan bir yönetmelikti.  O dönem şöyle söylemiştik: “Tiyatrocular yok gibiydiler, artık hiç yoklar!”

Hatırlayın, aynı tarihte sinemacılar için de “komisyonun uygun görmediği filmler dolaşıma giremez”le biten bir dizi yasa çıkmıştı… Yasal düzenlemeye karşı imzalar topladı yönetmenler, itirazlar yükseldi. Ama yasadan “memnun” olan sinemacılar ve onların kurumları yüzü “sansür ve baskıya” dönük yasayı imzaladı…. Henüz sinema yasasının tartışmalarının harareti sönmemişken, tiyatro da bürokratlara teslim edilmişti…

Biz; Bağımsız Tiyatro Birliği olarak, hocalarımızdan duyduğumuz gibi “sanatta vergi olmaz ya da az olmalı” diyoruz başından beri. 2019 Eylül buluşmamızda bir karar alarak, “vergileri kaldırın ya da azaltın; desteği de kaldırın” kampanyası başlattık… 2019-2020 sezonunda biz bu talebi yayarken salgın başladı…

Bakanlık’tan destek alan tiyatrolar, geçen sezon salgın patlar patlamaz “20 oyun zorunluluğu” yüzünden paniğe kapıldılar ve çare aramak için Bakanlık ile toplantılar yaptılar.  Oysa, salgının daha ilk günlerinde tiyatroları kapatan sistem 20 oyun hesabı yapamazdı, böyle bir hesap yapmaya hakkı yoktu zaten… Aslında Bakanlık yasaklar dolayısıyla tazmin etmeliydi zararı ve bizlerden talep oluşmalıydı yalnızca…

Oluştu da! Tiyatro yapıları arasında ayrımcılık yapmadan, özel-amatör-gönüllü kolektif ve şirket tiyatroları hep beraber çağrı yaptılar… Çağrılar birliktelik vurgusuyla yapıldı ve seyircilerden de destek imzaları toplandı. Ama sonra, şirket-şirket olmayan, mektepli- alaylı, amatör-profesyonel ayrımcılığı körüklendi. İş “herkes işini yapsın şımarıklığı”na kadar vardı.

Ve bu ayrışma süreci salgın döneminde giderek yaygınlaştı, hatta kemikleşti. Ülkedeki tüm tiyatrolar onaylamış gibi “temsilciler” belirlemeye, kendi çözümlerinin dışında alternatif yokmuş gibi “itiraz eden sesleri” duymazdan gelmeye ve tiyatrolara “şirketleşme” dayatmasına kadar uzandı. Nihayet, kendi içinde demokratik olduğu iddiasındaki bu “anti-demokratik” yapılaşma ve onun yarattığı “ayrıştırma ve dayatma” süreci, şirketleşmeyen tiyatroların, şirketleşse de ticareti beceremeyip borca batan tiyatroların bırakın destek almayı, Bakanlığa destek için müracaat etmesine bile izin verilmeyen sistemin önünü açtı.

İşin daha vahim tarafı, bütün bunlar sanata ve tiyatrolara devlet desteğinin bir “hak” olduğunun anımsanması ve hak temelli bir mücadelenin yükseltilmesi gereken bir salgın döneminde yaşandı. Fransa’daki gibi işgallerle taçlanan bir mücadele beklemiyorduk belki ama, tiyatrocuların tiyatroların yasaklar ve kısıtlamalar yüzünden fiilen kapalı olduğu bu süreçte, şirketleşme dayatmalarının cenderesinde sıkışmış “müflis tüccarlar” gibi, çekilen zorunlu kredilerin ödemeleri, borç yapılandırmaları, kaynak arayışları arasında tümden “yoksulluğa, açlığa ve yok olmaya” itilmelerine bu kadar “kayıtsız” kalınacağını da ummuyorduk.

Bu süreçte öne çıkan ve dayatmacı bir yaklaşımla kendi çözümlerini devlet katında – hala kim olduğunu bilmediğimiz tiyatro temsilcileri- seslendirenler “tiyatro yapımcıları”, “tiyatro sahipleri”, “şirket sahipleri”…  Acaba oyuncular, yönetmenler, yazarlar, teknik kadro, yani “tiyatro emekçileri” bu mühim toplantılarda neden yoklar?! Acaba amatör, gönüllü, çalışan ya da dernek tiyatroları kurulan masanın neresinde oturuyorlar?!

Başa dönersek, 2018 yönetmeliğine 2020’de iki ek yapıldı son düzenlemelerle değişen yönetmelikte dokuz kişilik komisyonda Bakanlığın belirleyeceği dört tiyatrocunun bulunacağı açıklandı. Bu iyi haber!..

Ama düzenlemenin geneline bakıldığında soru şu: Özgürlükle malul olan ve özünde sanat”çı’nın değil, toplumun, insanlığın “sesi” olan, yani “toplumsal” bir sanat olan tiyatro, nasıl “bireysel” çıkarlara, “ekonomizm” girdabında çıkış yolu arayan salt “ticari bir şirket”e indirgenebilir?

Oysa bugün bile bu ülkede tiyatronun “taşıyıcı kolonu” olanların kalıcılığını,  sürekliliğini sağlayan şirketleşmeleri değil, hesapsız, çıkarsız tiyatro yapmalarıdır!  Tiyatromuzu ayakta tutan bu tarihi yapılara verilen desteklerin dahi “politik tercihlerle” kesildiği bir süreçte “şirket olmayan tiyatro yapmasın” demek, ticari mantıkla yürütülen “bir başka politik tercih” değil midir? Sanatın ve tiyatronun “sesinin kısılmak istendiği” ve en basit tabiriyle “hor görüldüğü” bir sistemde tiyatro yapmanın yolu bu tercihten mi geçiyor gerçekten?

Bitirirken, bize göre “ideal” olanı söyleyelim ki derdimiz daha iyi anlaşılsın: Sanat insanlarının sosyal güvenceleri karşılanmalı, vergileri minimize edilmeli, sanatsal faaliyetlere destek olunmalı, denetime, sansüre, otosansüre kapı aralayan devlet desteği “parasal” olmaktan çıkarılmalı, ödenekli tiyatrolar “arka bahçe” yapılmamalı, sahneler çoğaltılmalı, halka ucuz ve nitelikli sanat ve tiyatro sunulmalıdır. Tabii bu idealler gerçekleştiğinde de, sanat insanları özgürce üretebilirler belki, ama yine az kazanamaya (!) devam edebilirler!..

Özcesi, sanata ve tiyatroya dair “idealler”in yok sayıldığı, “etiğin ve sanatsal eyleyişin özünün” unutulduğu çalışmaları,  “yasa” çıkarma adına“şirketleşme” dayatmalarını desteklemiyoruz!..

“Sanatçı çağının tanığıdır.” Ticari kaygılarla yürütülen ve tiyatroyu “bağımlı” hale getirmeye yönelik adımları tanımıyor, adı bizi çağrıştıran “bağımsız” sıfatı taşıyanlar da dahil, kimseye ve kuruma temsiliyet vermiyoruz.

KIMIZ ZEYNEP BOZKIR

BAĞIMSIZ TİYATRO BİRLİĞİ BAŞKANI

Tiyatro Dergisi

Paylaş.

Yanıtla