DasDas’ta Başlayan “Paralel Evren” Sergisi Seyirciyi Sanatın İçine Alıyor

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Pınar Erol

Uzun bir aradan sonra DasDas’ta yaşanan kıpırdanma, yaşam emaresi olarak bende büyük yankı uyandırdı. Mutfağın ocağı yandı, kahve makineleri çalıştı. Elektrik düğmeleri açıldı. Salonları aklandı paklandı ve yeniden düzenlendi. Ev sahibinin o tatlı telaşı bu sefer çoklu bir anlam taşıyordu. Misafirlerin ayak sesleri, ıssızlığının üstüne basa basa çoğaldı. Yaşamın kapıları ardına kadar olmasa da aralandı. Ve ben buna bile çok sevindim. Tüm bu hazırlıklar, DasDas, Ouchhh Studio ve Zenger’in bir araya gelmesiyle ve Paribu’nun ana sponsorluğuyla 11 Haziran’da başlayan “Parallel Universe” sergisi içindi. DasDas’ta tiyatro, konser izlemeye alışkın olan bizler, bu “ilk” deneyimi heyecanla karşıladık.

Mert Fırat’ı artık ne tek başına düşünebiliyorum ne de onu oyunculuğuyla sınırlandırabiliyorum. Belli oldu o çoğulluğun, kolektifliğin, dayanışmanın, yeniliğin, girişimin, projenin, yan yana durmanın insanı. O yüzden bu işbirliği beni şaşırtmadı. Birbiriyle ilgisiz duran disiplinleri ancak Mert Fırat böyle ilişkilendirebilir, birbirine bağlayabilirdi. Yoksa biz sanatseverler, yapay zekâ ve dijital etkileşimi ya fantastik dünyanın dahi beyinlerine bırakır ya da bilim insanlarının hizmetine verirdik. Dünyaca ünlü eserleriyle tanınan Ouchhh Studio’nun ödüllü yaratıcılığını uzaktan ama hayranlıkla alkışlamakla yetinirdik. Paribu’yu da en yüksek hacimli kripto para işlem platformu olarak bir kenara koymaya meylederdik. Bitcoin’in, o sanal paranın, sanal bir sergiyle örtüşen yapısallığı göz ardı ederdik.

Dijitalleşmenin bu kadar burnumuza sokulduğu bir zamanda, böyle bir sergilemeye burun kıvırmak da mümkündü. Bu toksik dijitallikten fenalık geçirebilirdik; sergi bizi böyle sarıp sarmalamasaydı eğer. Covid 19 hayatımızı gasp edince, geçmişimiz hepimizin paralel evrenine dönüşmüş ve biz fena halde insanı, fiziksel yakınlığı, dokunmayı, nefes nefese, yüz yüze olmayı özlemiştik. Zamanın ruhu, ruhsuz bir uzaklıkta uzayan gölgeler gibi dibimizden ayrılmadıkça ne ondan kurtulabiliyor ne de ayağımızla ezebiliyorduk. Zekâmızı kafatasımızda zar zor tutarken, bir dirhem akıl sağlığımızı sanatla koruyabilirken bu sefer yapay zekânın sanatına maruz kalıyoruz. Hayal gücümüz ateşleniyor. Mevcut fizik, fizik ötesiyle ve sanat anlayışımızla çarpışıyor. Bilimsel verinin-yapay zekânın ve teknolojinin estetik bir düzlemde DasDas’a özel ürettiği eserde sınırların silinişini ve geçirgen bir evrenin yaratılışını görüyoruz. Modern dünyanın öyküsü anlatılan. Sergi “Şiirsel Yapay Zekâ”, “Yapay Zekâ Van Gogh Veri Boyama Deneyimi”, “Göbeklitepe Mimari Veri” ve “Osman Hamdi Bey Eserleri”nden oluşuyor ve 35 dakika sürüyor. Ve inanın maruz kaldığımız sanat, yaşattığı görsel zenginlik sayesinde ilaç gibi geliyor.

Dört duvara eklenen zemin ile görüntüler her yanımızı sarıyor. Mekân ayağımızı yerden keserken sanatsal içeriğin ortasında kalıyoruz. Sergiyi gezmek için adım atmamıza gerek kalmıyor. İlk önce harfler düşüyor önümüze, çizgiler, şekiller peşi sıra. Bilimin damıttığı milyonlarca satır, sonsuzlukta geziniyor. Çoklu evreni dolduran parçacıklardan anonim, kozmik bir şiir yazılıyor. Algoritmalar da kafiyeye dikkat ediyor mu diye düşünüyorum. Renkler belirdikçe, sanata yaklaşıyoruz. Van Gogh bu, nerde olsa tanırım. Sanki reprodüksiyonundan oluşan dev bir yap-boz var karşımda. Aynı zamanda sağımda, solumda, arkamda ve ayağımın altında. Güç bela yapılan “puzzle” sabırsız bir çocuğun eliyle bozuluyor ve on iki milyar parçacıktan oluşan fırça darbeleri etrafa saçılıyor sanki. Fazıl Say’ın ruhu da dalgalanıyor olmalı aynı anda. Onun müziği tam bu anımıza eşlik ediyor. Şimdi kendi topraklarımızda, Göbeklitepe’deyiz. Tarihin sıfır noktasında… Medeniyetler kuruluyor, medeniyetler yıkılıyor ve biz var oluşu sorguluyoruz. Dünyanın bilinen en eski kült yapılarında dikilitaşların yıkılışına tanıklık ediyoruz. Yok oluşu görüyoruz. Ve sırada ilk arkeolog, Osmanlı’nın önemli ressamlarından ve müzeciliğin kurucularından Osman Hamdi Bey var. Eserleriyle tarih yeniden yazılıyor. Yok olması an meselesi olan.

Kapıdan çıkıyorum. Bir kahve söylüyorum. Kahve insan eliyle mi demlenmiş? Sanmam. Bir robotun, çıktısını 3D yazıcıdan aldığı fincanda siparişimi getirmesini beklerken içeriye göz atıyorum. Gezdiğim sergi karanlığa karışmış. Bir varmış, bir yokmuş… Ben başka evrene geçmişim. Kahvemden bir yudum alıyorum. Ortaya bir yere elinize sağlık diyorum.

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Pınar Erol

Yanıtla