Gençlerin Söyleyeceği Var 5: Aytekin Atabey ile Söyleşi

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Söyleşi: Hazal Şahin

“Tüm yasal sorumlulukları yerine getiren tiyatromuzu kısmi desteklerle ayakta tutamayacağımızı biliyor kültür sanat yöneticileri. On dört ay boyunca kapalı olan ve tek geliri seyirci olan biz tiyatroların sorunlarına çözüm bulmamak oldukça üzücü ve kırıcı bir yaklaşım. Bu nedenle kızgınım, bir yaklaşım beklemiyorum artık. Yasal haklarımızı şekillendirip sağlıklı bir yapı kurmadıkları sürece gerisi boş laf.”

Aytekin Atabey

Kadıköy Boa Sahne Sanat Yönetmeni

 

Hazal Şahin: Size kendinize ait bir sahne açma fikrini düşündüren ilk şey neydi?

Aytekin Atabey: Bu soruya şu şekilde cevap vermeliyim sanırım. Neden sahne açmaya ihtiyaç duyuyoruz? Neden bağımsız sanat alanları az? Neden sanat insanları kendilerini ifade edebilmek için bu kadar zorlanıyor?

Arzularımızın inanışlarımız üzerindeki etkisi herkesçe bilinen bir olguysa eğer, sanat başlığının tiyatro özelinde bu arzularımı ve isteklerimi yerine getirmek için çabalamam da bu değerler üzerinden şekillenmiyor mudur? Bir genç olarak, tiyatro bölümünden mezun olmuş bir birey olarak üretmek, oyun oynamayı arzulamak en tabi duygum olmak zorunda değil mi? O zaman ben de bu duygunun gücü ile kendi üretmek istediklerim için, bir alana ya da zemine ihtiyaç duyuyorum. Çünkü bağımsız bir alan birçok fikrin şekillenebilmesi ve beyin fırtınalarının uygulamaya geçirilebilmesi adına gerekli mekânlardır. Bağımsız bir şekilde üretmek, denemek, araştırmak ve yeniye dair bir şeyler oluşturma inancı ve samimiyeti Kadıköy Boa Sahne’yi hayata geçirdi. Ve bu çalışkan ruh ile yoğurulmaya başladı, her türlü zor şartlara rağmen. Şartlar kültür sanat alanı açmak isteyenler için gerek işletme dezavantajları, altyapısı gerek de uygun ve makul bir alan bulma açısından oldukça zor. Oyun alanlarına ve üretim süreçlerini sağlıklı bir şekilde yürütebileceğimiz bir zeminin ihtiyaç ve gerekliliğinden kaynaklı, sahne açmak. Prova, okuma, araştırma, denemeler, atölyeler ve çok daha fazlası için mekanlar gereklidir. Yetersiz kültür sanat politikası, bu sahne açma durumunu zorlaştırmakta. Bu nedenle de sayısı oldukça az. Umarım bu sayılar git gide artar ve sayıları çok olur. Bireysel kahramanlıklar gibi gereksiz bir yerden sıyrılıp sistemli, üretim başarı ve becerisi ile sağlanabilecek zeminler de en büyük beklentim bu konuda.

H.Ş: Pandemi döneminde en çok üreten ve çalışmalarına devam eden tiyatrolardan birisiniz. Bu motivasyonu nasıl buluyorsunuz kendinizde? Zaman zaman ‘yapamayacağız galiba’ dediğiniz oldu mu?

A.A: Biz çalışkan bir ekibiz. Üretmeyi seviyoruz. Sahneyi açarken üst başlığımız “üretmek” bizim için en büyük motivasyon kaynağı. Bu ülkenin her bireyinin daha iyi şartlarda ve daha mutlu olması, özetle her insanın eşit ve adil şartlar da yaşaması bizim inancımızın da yolu. İletişim kurmak, duymak, görmek ve daha iyisi için eleştirmenin de olmazsa olmaz olduğunu düşünüyoruz. İşte buradan bakınca tarihin her zamanında çalışmalarına devam eden insanlar hep oldu, belki onlar çok yoruldu ama iyi ki yorulmuşlar ve inatlarını bırakmamışlar. Biz de inatçı ve savaşçı bir ekip olarak şöyle bir noktadayız. Devam edebildiğimiz her anı değerlendirmek, özellikle kültür sanat alanının zaten sıkıntılı olduğu bir sistemde çok daha mühim, çok daha önemlidir. Biz ürettikçe güçleneceğiz. Ve bu şekilde büyüyeceğiz. Her üretimde çoğalacağız. Bugün birkaç kişi ile başladığımız “ne yapabiliriz” sorusu yüze yakın sanat insanı bir araya gelmiş durumdayız. Ve ortaya çıkan eserlerle binlerce kişiye ulaşıyoruz ve her geçen gün daha fazla insana temas ediyoruz. İşte eğer buradan bakarsak bu önemli bir motivasyon kaynağı.

Bu süreçte inanın her duygu fazlasıyla mevcut. Uzun vadeli bir plan yapamıyoruz ve gündem gelişmelerinden oldukça etkileniyoruz. Kısmı destekler dışında kalıcı bir şekilde hiçbir sorun çözülmedi. Ve bu süreç daha devam edecek. Biz açıkçası ‘yapamayacağız’ demedik ama kapalıyken yasal sorumlulukların devam ettirilmesi üzerine ‘sanırım bize yaptırmayacaklar’ dedik. Her yaptırmayacaklar dediğimizde de daha çok yorulacağız ve direneceğiz dedik. Sonuç ne olursa olsun elimizden ne gelirse son ana kadar çalışmaya ve çabalamaya devam edeceğiz.

H.Ş: Özel sahnelerin en çok hangi konularda desteğe ihtiyacı var?

A.A: Açıkçası destek çok ucu açık ve herkesi ısrarla aynı tanımlara sokan ve kimsenin samimi olarak problemlerini çözen bir yerde değil. Biz diyoruz ki; sistemler kurulmalı ve tanımlar oluşturulmalı. Bu çok zor değil. Yapısına ve yapmak istediklerine göre yasal ve teşviklerle dengelenen bir sistem olmalı. Çünkü kültür sanat faaliyetleri çok kırılgan bir zemin olduğu için ticari olarak tercih edilmemektedir. Bu nedenle devletler yasa ve teşviklerle, toplumların bu kıymetli alanlarını piyasa şartlarının acımasızlığından korumayı politika eder. Ayrıca bireylere daha güvenli bir zemin oluşturmak için üretim beceri ve donanımlarına göre herkesin yararlanabileceği şekilde bunları şekillendirir. Keyfi değil, gerçekçi teşvik ve yasal başlıklar sunmalı. Ayrımsız her birey ve tiyatro oluşturulan sistemden yararlanabilmeli. Ve herkes üretimine odaklanmalıdır.

Bu nedenle destek değil, somut durumlara ihtiyacımız var. Örneğin, nerede bir kültür sanat alanı açmak istedin? Kaç kişi ile bunu yapman gerekiyor? Nasıl bir sistem oluşturdun? Kar amacı taşıyor musun, yoksa kar amacı taşımıyor musun? Mekânlı ya da mekânsız bir oluşum mu kurmak istedin? Hedeflerin ve projelerin ne? Sorularıyla başlayan bir süreç oluşturulmalı.

H.Ş: Açıldığınızdan bu yana hiç tahmin etmediğiniz ama süreçte sizi en zorlayan şey ne oldu?

A.A: Tahmin etmediğim bir şey yoktu. Ama zorlayan şeyler vardı. Mesela gerek pandemi zamanı gerek öncesi ekonominin bizim aleyhimizde çok sert bir şekilde ilerlemesi sağlıklı bir mali yapı kurmamızı çok zorlamakta. Pandemi öncesinde bile biz biletimizi aynı rakamlardan sunarken, bir ay öncesinden daha yükselen giderlerle nasıl bir mali denge kurabiliriz. Bizler şu an faaliyetlerimizi yerine getiremesek de kira, SGK, vergi, faturalar, malzeme ihtiyacı ve birçok kalemdeki giderlerimiz devam etmekte. Bu matematikte yanlış bir şey yok mu?

H.Ş: “Kısalar” projenizle birçok yazar, yönetmen ve oyuncuyu bir araya getirdiğiniz ve şu an sayıca çok fazla oyununuz var? Bu fikir nasıl ortaya çıktı? Her şey başlarken planladığınız gibi mi gidiyor?

A.A: Boa Kısalar bu fırtınanın etkisini nasıl azaltırız ve sahnemiz de neler yapabiliriz üzerine başlayan fikir süreçlerinde şekillendi. Murat Mahmutyazıcıoğlu’nun tasarladığı “Boa Kısalar” da Kayhan Berkin Danışmanlığını, Gökhan Gürün yapımcılığını, Cansu Canaslan koordinatörlüğünü ben de projenin sanat yönetmenliği görevini üstlendim. Çok değerli yazarlar, yönetmenler, oyuncular, tasarımcılar, fotoğrafçımız ve asistanlarımızla çok güzel bir hikaye oluşturduk. Aslında bu proje dijital için düşünülmedi. Sahnede kısa oyunlar şeklinde gerçekleştirilecekti. Fakat kasım ayında seyirci ile buluşturmayı düşünürken kapatma kararları üzerine tekrar ne yapabiliriz dediğimiz noktada dijitale çevirme fikrine döndük. Dijital bu çıkmaza karşı bir çözüm oluşturdu bizler için. Uygun zemin bulduğumuz zaman sahnede de oynayacak bu oyunlar.

H.Ş: Bu proje için gelen her oyun metnini nasıl değerlendirmelerden geçirip karar veriyorsunuz?

A.A: Biz bu konuda belli bir hedef doğrultusu üzerine hareket ettik, malum pandemi çok karışık bir matematik. Kimseyi mecburi bir sorumlulukta tutmak istemedik. Bu motivasyonu sağlayabilecek yazarlardan metinler istedik. Onun dışında proje ekibi olarak her oyunun hayata geçirilmesinde birlkte bir yol haritası çizdik. İlk defa oyun yazan arkadaşlarımıza da Murat Mahmutyazıcıoğlu’nun danışmanlığın da oyunlarını şekillendirip sahneledik.

H.Ş: Bu proje kapsamında ya da sonrası için yeni metinlere, dolayısıyla yeni yazarlara kapınız açık mı? Böylece aslında bir yandan daha önce hiç tanışmadığımız yazarlarla da bizi tanıştırıyorsunuz.

A.A: Açıkçası uzun vadeli planlar şu aşamada yapamıyoruz. Daha belirli bir noktadan hedefe odaklı hareket ediyoruz. Ancak bu konuda oldukça açığız. Şu an iki genç yazarın ilk oyunlarını hayata geçirmek için şartlar oluşturmaya çalışıyoruz. Kısacası şu an ki zor şartlara rağmen yeni yazarlarla tanıştırma konusunda bir çalışma yaptık. Yakın zamanda onlarla sizleri tanıştırmak istiyoruz. İlk oyununu yazan Gizem Kurtulmuş’un ‘Kapuska’ ve tiyatro oyunculuk bölümünün yeni mezunlarından Turgay Korkmaz’ın ‘Misket’ oyununu sahneleyebilmek için çalışıyoruz. Şu süreçte ne kadar çok kişiyi anlarsak o kadar kıymetli olacağı konusunda hem fikiriz; Boa ailesi olarak. Bu da demek oluyor ki elbette açığız.

H.Ş: Boa Sahne alternatif sahnelerin güzel bir örneği niteliğinde. Alternatif sahne yapısını, kültürünü, işleyişini Boa Sahne özelinde daha önce hiç alternatif mekanda oyun seyretmemiş bir seyirciye nasıl anlatırsınız?

A.A: Boa Sahne, yapısını farklı düşünce ve biçimlere alan açma üzerine şekillendiren bir sahne. Oldukça yoğun bir şekilde bu farklı çalışmaları nasıl sağlarız? sorusunu önemsiyoruz. Bu sayede farklı yazar, yönetmen, oyuncu ve tasarımcıların işlerini takip edebiliyoruz. Yeni isimlere de her zaman fırsat bulabilecekleri bir zaman ayırmaya çalışıyoruz. İlk defa adını duyduğunuz yetenekli bir ismi ya da çok iyi bir oyunu izleyebileceği yerlerdir, bu sahneler. Yerli yazarlara da oldukça önem vermekteyiz. Onun dışında bu mekânlar da sadece oyunlar oynamaz. Her zaman prova, atölye, araştırma çalışmaları yapılan alanlardır buralar. Oyunlar şekillenirken fikirler tartışılır. Tecrübe ile yeni fikirler bir araya gelir. Genç bir enerji her zaman hareket halindedir. Sonuç olarak biz özelinde sahnemiz araştırma, deneme ve yeniye dair sürekli çalışmaktadır.

H:Ş: Özel tiyatrolarda çok fazla gönüllü asistan, öğrenmeye meraklı tiyatro öğrencisi genç çalışıyor. Bu bir yandan başka tartışmalara konu açıyor. Siz de gönüllülük, asistanlık işleyişi nasıl ilerliyor? Bu konulardaki hassasiyetinizi duymuş biri olarak soruyorum bu soruyu aslında.

A.A: Mesleğin doğası gereği oyuncu olma yolundaki insanlar ile yolunuz kesişmeye başlıyor. Biz başından itibaren öğrenci olan ve yeni mezun arkadaşlarımızla doğal yollardan meslektaş ilişkisi kurduk. Sahnemizdeki asistanlara mecburi bir görev vermiyorduk onlar daha çok oyun izledikleri ve tiyatro eğitimlerine katkı sağlayacak aktiviteler dışında temel olarak görev vermiyoruz. Tabi oyun asistanlığında durum başka. O kendi standartları neyse o şekil de görev aldığı çalışmalar olmakta. Sistemimizde görev olan, sorumluluğu olan herkes bu emeğinin karşılığını alabileceği ve iyi hissedeceği şekilde hareket ediyoruz. Tabi asistanlarımızla onları nasıl sürece dahil ederiz ve gelişimlerine nasıl katkı sunarız konusun da tüm yönetmenlerimizle de ortak bir çabada hareket ediyoruz. Ve şu an yaşadığımız süreçte asistanlarımızın özverisi ve çabası doğru bir şeyler yaptığımız konusun da beni oldukça umutlandırmakta.

H.Ş: Pandemi bittikten sonra da dijitale yaptığınız işler devam edecek mi? Ve bununla bağlantılı olarak sizce tiyatroda nasıl bir döneme girdik? Nasıl değerlendiriyorsunuz içinde bulunduğumuz süreci?

 

A.A: Tiyatro Bilimi tanımını hayatımıza katan Prof. Artur Kutscher’ın dediği gibi “Tiyatro bilimi ancak tiyatro öğeleri üzerine kurulabilir.” Yöntemi de bilim olan, bilim araçlarıyla kavranabilen her şeyi içine alır. Ve Max Herrmann da bu durumu şöyle açıklar: “Geçmişte oynanmış olan bir oyun, sahnede nasıl gösterilmiştir? Bunu bütün bölümleriyle yeniden canlandırmak gerekir. Bunun için eldeki gereçlerde boşluk varsa, bunları tamamlayıcı gereçlerle doldurmalı.” Bu her ne kadar dönemin şartlarına göre dijitali düşünerek söylenmemiş olsa da; yüz yıl önce yavaş yavaş kullanılmaya başlanan ışık, dekor, aksesuar ve makineler ele alındığında o sadeliği arayanlar da muhakkak olmuştur. Şu anki çağda tiyatronun seyirci ile buluşabilmesi adına dijitali kullanmak da bunun içinde çok rahatlıkla yer bulabilir. Elbette tiyatronun içine yerleştirilen teknoloji ile onu ekran önüne taşımak aynı şey değil. Burada altını çizmek istediğim nokta; her çağın kendi içinde büyük dönüşümleri mevcut.

Çağın ne getirdiğini yok sayarak ya da daha önce tiyatro sanatının yaşamadığı bu anları görmezden gelerek alışılagelmiş kalıplarla insanlık tarihinin en ilginç ve değişik anlarından birine tanıkken, daha çok bu tartışmaları yapacağımızı düşünüyorum.

Bu bir dönüşüm süreci tabi. Fakat değişim gibi bir başlıkla hareket etmiyoruz. Değiştirmek gibi bir başlık aramıyoruz. Bu nedenle zamanın ruhuna uygun ve sanatın dönüştürücü gücünün de her zaman masada olması gerektiği düşüncesiyle hareket ediyoruz. Çünkü insan olgusu olmazsa olmaz bir yerde olan bu sanat, dijital bir ekranda yaşayamaz. Ama onu ihtiyaçları için kullanabilir. Özellikle bilimin her türlü gelişiminde, dikkat ederseniz sanat, edebiyat, tiyatro her zaman o besleyici ve iyi hissettiren o enerjiyi ve motivasyonu sağlamıştır. Bugün dijital çağın yaratıcı isimlerinin arka planı sanatla, yani tiyatro, edebiyat müzikle yoğurulmuştur. Yaratıcılık kısmı ile uygulayan kişiler arasındaki en temel fark da burasıdır. Bizler hayal dünyasından, motivasyona ve ruhu besleyen, yani “İnsan ne ile yaşar?” sorusunu merkeze alan dertlere daha çok odaklanmış durumdayız. Tabi ki insan, ruhu ile yaşar. Fakat şu an pandemi şartlarında insanın insanla buluşmasının mümkün olmadığı durumda ise; iletişim kurmak için tiyatro çalışma prensibi ile hayata geçirdiğimiz oyunları dijital yolu araç olarak kullanıp bu iletişimi sağlıyoruz. Tiyatro, kitap, müzik, resim, heykel gibi birçok sanat dalı bizim ruhumuzu yaşatır. Yoksa et yığınlarına dönüşürüz. [1]

H.Ş: Üretimi her koşulda devam ettirme isteğinizi ben dışarıdan bir seyirci olarak çok rahat gözlemleyebiliyorum. Sizin için bunun özel bir anlamı var mı? ‘Durmak bize iyi gelmiyor’ diyenlerden misiniz?

A.A: Kadıköy Boa Sahne’nin ilk açıldığı gün gibi, bugün de aynı disiplin ve ciddiyetle hareket ediyoruz. Bir yazarın, yönetmenin, oyuncunun ve tasarımcının en büyük gücü üretimdeki enerjisidir sanırım. Sahneye çıkmadan enerjisi zayıflar. Üretmek bizim en büyük enerji kaynağımız. Bu şekil de daha iyiyi, güzeli bulacağımızı düşünüyoruz. O nedenle doğru anları ve zeminleri oluşturmak için de tiyatro olarak çok hassas yaklaşıyoruz konulara. Farklı meslektaşlarımızla güzel bir enerji de bir araya gelmeyi kıymetli buluyoruz. Boa Kısalar dışında şu an iki oyunumuz prova da. ‘Ben Nereden Bileyim’ ve sesli tiyatro olacak olan ‘Kapuska’. Enerjimizi üretimle büyütmeye çalışıyoruz. Durmamak değil de, neden duralım belki de en verimli çağımızda.

H:Ş: Bu soruyu pek çok mekan sahibine yöneltiyorum ve sizin de cevabınızı merak ediyorum. Devlet tarafından nasıl bir yaklaşım olsaydı bu süreci çok daha farklı ve rahat geçirirdiniz?

 

A.A: Tüm yasal sorumlulukları yerine getiren tiyatromuzu kısmi desteklerle ayakta tutamayacağımızı biliyor kültür sanat yöneticileri. Onun dışında kültür sanat emekçisi binlerce kişinin de insan olduğunu ve temel ihtiyaçlarımız olduğunu da bildiklerini de biliyorum. On dört ay boyunca kapalı olan ve tek geliri seyirci olan biz tiyatroların sorunlarına çözüm bulmamak oldukça üzücü ve kırıcı bir yaklaşım. Bu nedenle kızgınım, bir yaklaşım beklemiyorum artık. Yasal haklarımızı şekillendirip sağlıklı bir yapı kurmadıkları sürece gerisi boş laf.

H.Ş: Yüzde olarak ülkemizde tiyatro seyircisi olan kısım çok çok düşük bir sayı. Sizce daha fazla seyirciye ulaşmak için nasıl bir kültür politikası izlenmeli?

A.A: Seyirciye ulaşmak gibi bir bakış açısı yıllardır mevcut, devlet mekanizmaları tarafından. Açıkçası bu politika merkezi bir bakış açısı ile şekillendiği için istenilen sonucu tam olarak hiçbir zaman verememiştir. Sanatsal faaliyetlerin alanını yaygınlaştırmak daha doğru geliyor. Bu konuda Prof. Sacit Hadi Akdede’nin bilimsel araştırmaları bize ışık tutabilir. Özel tiyatroların teşvik edilmesi ve güçlendirilmesi bu politikaya en doğru hareket olacaktır. Bölgelere bir tiyatro oyunu götürmeye çalışmak değil de o bölgelerde yerel bir üretim sistemi kurulmasının kolaylaştırıldığı ve cezbedici hale getirilmesi ayrıca turne sisteminin desteklenmesi bu rakamları kısa vadede yukarı çekmeye hemen başlayacaktır. Yani bu faaliyetleri yapabilecek tiyatroların, doğru teşvik ve yasalarla cesaretlendirilmesi daha sağlıklı gibi. Bizler gibi sanat alanları tam da buna hizmet etmektedir. O yüzden bu girişimlere yasal ve kalıcı teşvikler oluşturulmalı. Bence çok hızlı ve kolay yolu bu.

H.Ş: Peki, bundan sonra neler olacak? Hem Boa sahnede hem de Türkiye Tiyatrosunda?

A.A: Tiyatromuzun yaşaması adına üretmeye ve üretimlerimizle seyirciyi, heyecanlandırmaya ve yeniye dair bakış açımızla buluşturmaya devam edeceğiz. Araştırmaya, denemeye ve üretmeye devam edeceğiz. Günlük kaygıları yok edip uzun vadeli planlar yapmayı hedefleyeceğiz. Zamanı yönetmeye geçmemiz gerekiyor ayrıca. Maalesef şu an o bizi yönetiyor. Kısacası gerek Boa özelinde gerek ülkemizin özelinde değişim ve dönüşümü sanatsal olarak hissetmek ve yaşatmak için çabalamaya devam edeceğiz. Önce kendimiz sonra da insanlar için. Genele bir yorum yapamıyorum. Sanırım şu an için bilmiyorum.

H.Ş: Son olarak, sahne açmak, mekan sahibi olmak isteyenlere söylemek istediğiniz bir şey olur mu?

A.A: Şu olabilir, şu an uğraşını verdiğimiz yasal ve kalıcı kültür sanat teşvik sistemi işleri çok kolaylaştırabilir. Tüm gelişmiş ülkelerde ki gibi yasal haklarla çizgileri çizilirse, sahne açmaları çok daha kolay olacaktır. Son söz olarak; birçok sahnemiz ve kültür sanat alanlarımızın olması dileğiyle…

[1] Prof. Dr. Melahat Özgü’nün Tiyatro Bilimi hakkındaki çalışması önemli fikirler verebilir.

Paylaş.

Yanıtla