Alican Yücesoy ile Söyleşi

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Hazal Şahin‘in Alican Yücesoy ile yaptığı ve KafkaOkur dergisinde yayınlanan söyleşiyi paylaşıyoruz.

H.Ş: Siz çok yoğun çalışan oyuncularımızdan birisiniz. Geçirdiğimiz pandemi süreci sizi nasıl etkiledi? Dinlenip gelmiş gibi misiniz yoksa o süreyi daha farklı değerlendirdiniz mi?

A.Y: Ayın 11’i ve 12’sinde oyunum vardı ve 12’sinden sonra ilk defa 15 gün bir boşluğum olacaktı. Ne tiyatro ne de set hiçbir işim yoktu. Bir şeylere çalışmak için de iyi bir vakitti. 11’indeki oyunu oynadım ve ertesi sabah bir mesajla tiyatronun kapatıldığını öğrendim. Sonraki süreç de benim için çok tuhaf geçti. Bugün daha iyi görüyorum onu. 20 yıl boyunca bir fiil tiyatro yapmış birinin bazı alışkanlıkları ve ister istemez bir disiplini oluyor. Bir sporcu gibi kondisyonun da oluyor. Bunların hepsini zamanla kaybettiğimi düşünüyorum. Bu aralar ben nasıl sahneye çıkıyordum, o nasıl bir motivasyondu diye düşünüyorum. Sonra bir iki gün kendime zar zor da olsa tahammül etmeye çalıştım ama üçüncü gün edemediğimi fark ettim. Yalnızlıkla ilgili de büyük sorunları olan biri olduğum için sanırım. Sonra sosyal medyada yayınlar açmaya başladım. Yalnız olmadığımı hissettirecek şeyler yapmaya başladım. Benim için pandemi süreci böyle başladı, normalleştiğimiz bu zamanlarda daha çok arkadaşlarımla vakit geçirip daha sosyalleşebiliyorum tabii ki ama normal denen şeyin ne olduğunu unutmuş gibi hissediyorum açıkçası kendimi.

H.Ş: Sosyal medyayı pandemiden önce bu kadar kullanmıyordunuz dimi?

A.Y: Aynen öyle. Hatta benim arkadaşlarım beni sosyal medyayı hiç kullanamadığım ya da berbat kullanmamla eleştirirlerdi. Daha çok sosyal sorumluluk meseleleriyle, benim için dert olan şeyleri insanlarla paylaşmak için kullandığımı fark ettim. Bu da benim için hala geçerli çünkü hissettiğim bir durumu ya da kendimi ifade etmekte sıkıştığım noktada insanlarla ortaklık kuruyordum. Kendimi yalnız hissediyordum hala da öyle hissediyorum. Toplumsal bir olayla ilgili yalnız hissediyorum, başkalarının yalnız hissettiğini düşünüyorum. Ama daha çok böyle kullanıyordum. Belki anarşist bir kullanım şekliydi o. Şimdi birazcık sanıyorum çağa, popülizme uygun görülebilecek şekilde kullanıyorum. Eski ben şu anki beni görse daha popülist bir şekilde kullandığımı, daha her şey yolundadır hissiyle kullandığımı düşünürdü herhalde. Bu gerçek değil tabii ki ama bazen insanın gerçek olmayan şeylere de inanmaya ihtiyacı olduğunu düşünüyorum. Bu bizim sağlıklı ya da sağlıksız hayatta kalmamızı sağlayan şeylerden biri sanırım. Özellikle böyle bir coğrafyada yaşıyorsan. Bu coğrafyanın gerçeği insanın yüzüne her vurduğunda yaşamak fikriyle ilgili sorgulamaya başlarsın ve sıkıcı bir hal almaya başlayabilir bu. Bazen insan kendini kandırmalı. Her şey yolundadır gibi hissetmeye inandırmalı. Doğruluğu yanlışlığı ile ilgili bir durum değil bu sadece günün sonunda insanız ve hayatta kalmak istiyoruz. Benim için kendimi ifade edebildiğim yer tiyatroydu ya da film çekiyor olmaktı ya da senaryo yazmaktı. Bunlardan uzak yaşadığım süreçte tam olarak aslında o yalnızlığı, öteki olma halini daha çok hissetmek bana iyi gelmedi. Sorunun cevabı olarak önceden sosyal medya ile ilişkim yok denecek kadar azdı ya da varsa da berbat kullanırdım. Şimdi benim deyimimle berbat ama insanların deyimiyle zaten böyle kullanılır dediği noktaya daha yakınım sanırım.

H.Ş: Hani hep Müşfik hocanın (Müşfik Kenter) bütün öğrencilerinin bildiği ‘iyi insan olun cümlesi’ vardır ya, sizin de eğitmenlik yaptığınız dönemde benzer cümleleriniz var mıydı?

A.Y: Çok fazla var var. Ben hocalık yaptığım süreçte ukala bir hocaydım. Hocanınkini hep söylerim öğrencilere; ‘’iyi insan olun, iyi insan olmazsanız oyuncu olamazsınız. Ama iyi insan olursanız en azından iyi bir seyirci olursunuz. İyi insan olmaktır oyunculuğun ilk formülü’’ derdi. Ben bunu hep söylerim tabii ki. Gerçekten öyledir. İnsanı sevmek, hayatı, tabiatı sevmek ile ilgili bir şart koşar bence oyunculuk. Benim önerim öğrencilerime genellikle risk almaları ve kalıplara uymamaları inatçı olmaları hırçın olmaları kimsenin doğrusunu kabul etmemeleri kimsenin hocalığını kabul etmemeleri. Adı en iyi şekilde anılan hoca bile günün sonunda anca yoldaşlık edebilir sizin sürecinize. Kendiniz olun. Diksiyonunuzu düzeltmekle uğraşmayın gibi bir şey aslında dediğim. Biricik olan şeyinizi keşfedin unutun yenisini bulun ve güvenli dallarınızı terk etme riskini alın. Hayatta da, oyunculukta da. Özetle; güvenli dallarınızı terk edin. Risk alın. Risk alırsanız adı sanı bilinen önemli ve çok iyi bir oyuncu olursunuz. Yoksa herhangi bir oyuncu olursunuz. O da kötü değildir tabii.

H.Ş: Benim çoğu konservatuar mezunu arkadaşım mezun olduktan sonra kaybettikleri özgüvenleri geri kazanabilmek adına senelerini harcıyorlar. Dediğinizin tam tersi öğretiliyor bazı okullarda. Keşke bütün konservatuarlarda benzer öğretiler işlense.

A.Y: Ben çok kısa hocalık yapabildim. Hocalığı bırakmamın en büyük sebebi diğer hocalardı. Çünkü öğrencileri bir kalıba oturtma fikri benim için kabul edilemez bir şey. Bir insanın biricikliğini fark edebilmek meselesidir yoldaş olmak ona. Ben öğrencilere ilk günden söylüyordum. Ben bir şey bilmiyorum bilmek de istemiyorum. Burada olma sebebim siz değilsiniz, sizi sömüreceğim. Çünkü siz ne yaptığınızı bilmiyorsunuz ama ben sizin ne yaptığınızı biliyorum ve çok biricik asla sahip olamayacağım şeyleriniz var. Derdim onları köreltmek değil. Umarım farkına varırsınız, siz varmasanız da ben sizi sömüreceğim. Çünkü bunu öğrendim en azından. Diyorum ya biricik olmak kendine has olmak. Uniq bir oyuncu olmanın formülü o riskleri almaktır. Bir oyunda çok iyi oynadıktan ve beğenildikten sonra onu tekrar ediyorsan güvenli dalından kurtulmamışsın demektir. Bu seni kötü oyuncu yapmaz ama uniq oyuncu da yapmaz. Genco Erkal, Ferhan Şensoy Türkiyenin en uniq oyuncularındandır bence. Ferhan Şensoy’un yaptığı şeyi yaparsan kıçıyla güler millet sana. Genco Erkal’ın yaptığının aynısını yapmaya çalışırsan da kıçıyla güler millet sana. Çünkü ona hastır, ona özeldir. O yapınca ona yakışır. Eğer Genco Erkal herhangi bir oyuncu gibi davranmaya çalışsaydı bu kadar uniq bir Genco Erkal olmazdı.

H.Ş: Size bahsettiğiniz güvenli dalları terk etme tecrübesini yaşatan bir an ya da çalışma süreci oldu mu hayatınızda?

A.Y: Sürekli. Ben güvenli alanımı hızlıca fark ederim ve ondan nefret ederim. Hızlıca nefret etmek için de elimden geleni yaparım. O benim canımı sıkar. Onun benim kara deliğim olduğunu bilirim. Çok çağırır beni. ‘Burası tuttu, burası beğenildi, o bakış, duruş tutar’ der sana o kara delik. Ona girebilirsin. Her oyuncu da girmiştir, ben de girdim hala da giriyorumdur mutlaka. Zaten bunu başarmak ile ilgilenmiyorum. Bunu başaramadığım aralıkta kalmak ve bunu başaramamak ama bunun için çabalamakla ilgileniyorum. Bunun süreci ve sonsuzluk hali ile ilgileniyorum. Bilmekle ilgilenmiyorum. Bilmeden olmasıyla, öylesine gibi olmasını fark etmek ama unutmak ile ilgileniyorum. Bilmek benim düşmanım oyunculukta. Sürprizler, bilememek, bebek gibi olaylara yaklaşmak.. Şaşırmak benim amacım.

H.Ş: Peki bu kadar iş yaptıktan ve oyunculuk adına birçok şeyi tecrübe ettikten sonra kendinizi nasıl başlangıç noktasına getirebiliyorsunuz her seferinde?

A.Y: Birazdan söyleyeceğim de öğrencilerime söylediğim bir şeydir; ben her oyuncunun kendi metodunu bulması gerektiğini düşünenlerdenim. Bahsettiğim güvenli alan aslında böyle bir şey. Bulur oyuncu kendi metodunu. Hemen değiştirmesi gerekir. Değiştirmezsen olmaz. Yepyeni bir metot, motivasyon kaynağı, yeni bir pencere, yeni bir açı bul kendine. O metodunu unut. Artık bitti o, onu kullandın ve artık çöp. O yüzden nasıl sorusunun cevabını bilmiyorum. Bugün yeni bir işe başlamadan önce ne yapacağımı bilmiyorum. Diyorum ya, onu bilirsem onu uygularım. Ben bilmediğim o arada kaldığım bazen hissettiğim bazen hissetmediğim çaresizliğin sonunda bana sezilerle yol gösteren o şeyle ilgileniyorum. Başka bir oyuncu ile karşılaştığımda aslında tamamlanacak olan ya da yönetmenle, müzikle, giydiğim ayakkabıyla tamamlanacak olan sürece inanıyorum. O da değişkenlik gösterebilecek bir şey. Mesela ezber meselesi var. Benim hayatımda oturup ezber yapmışlığım yoktur. Hiçbir zaman. Yaparsam lafların sahibi olmayacağımı düşünürüm. Ezber bir şeyler söylüyor olurum. Ben sözlerin oynadığım kişiye ait olmasını isterim. Onları düşünerek değil, zaten öyle demem gerektiği için öyle dediğimi hayal ederim. Bu ulaşmak istediğim yer ama ona nasıl ulaşacağım metodu belirsiz. Bir önceki yaptığım işte bir metot bulmuşumdur olmuştur ama yeni bir işte yine kullanırsam bu benim oyunculuk anlayışımla bütünleşmez. Bilmiyorum ama bunun motivasyonunu. Mesela bu ara hiçbir şey. Hiçbir şey beni oynamakla ilgili motive etmiyor, heyecanlandırmıyor. Oyunculuk yapmak ile ilgili sıkıldığım hatta o heyecanımı kaybettiğimi düşündüğüm bir süreçteyim. Diyorum ya nasıl motive oluyordum da tiyatroya gidiyorum, 20.30’da sahne açıyordum ya da sete gidiyordum? Bu süreci de şöyle görüyorum; zor bir süreç yaşadık hep beraber umarım atlatırız bunu. Bu süreç bittikten sonra da yeni bir şeyle karşılaşacağımı umuyorum ama onu aramakla ona ulaşmakla ya da o heyecanı tekrar bulmakla ilgili zorlayamam kendimi. O zaman benim inandığım oyunculuktaki dürüstlük, açıklık, samimiyet ölür.

H.Ş: Bu süreçten sonra tiyatro sanatının platform değiştireceğine, bu yaşananların yeni bir çağa sebebiyet vereceğine düşünüyor musunuz? Yeni online tiyatrolarla beraber yeni bir sanat anlayışı doğar mı?

A.Y: Benim için tiyatro bütün diğer sanat dallarından farklı. Kendine has oluşunun sebebi de diğer bütün sanat dallarını kullanıyor olması. Hepsini kolektif olarak ortaya koyar. Kıymetli olmasının en büyük sebebi de budur. Diğer sanat dallarından sonra gelişir bana sorarsan. Çünkü hepsini alır, o çağa ait ne varsa kullanır. Ve o yüzden benim için hepsinden büyüktür. Bu konuda. Başka bir konuda başka şeyler söyleyebiliriz tabii. Bu süreçle ilgili şöyle tartışmaları çok duyar oldum; bu tiyatrodur bu değildir. Bazı tiyatrocular da bununla ilgili ‘hayır bu tiyatro’ demek zorunda kalıyor. Bana sorarsan değildir ama bu yapılan şeyi küçültmez aksine büyültür. İlk defa bir kitle bir şeyin adının tiyatro olmasını istiyor. İlk defa bir şey çağın başka bir kolunu da kullanıyor. Yani dijitalleşmek. Ağlarla birbirimize ulaşma hali. Bunu isteyerek yapmış olması belki onu bir akıma götürecekti. Ama buna mecbur kaldığı için bir akıma gittiği gerçeğini kabullenmeliyiz belki de. Dünya sanat tarihinde hep böyledir. Her şeyin bittiği noktada sanat patlar. Zorlanırsın, kendimi ifade etmek istiyorum dersin ve bir yerden patlayarak kendini ifade edersin. Bugün ki dijital tiyatro bence tiyatrodan büyüktür ve bu bir dönemdir. Önemli bir dönemdir. Sanat tarihinde kesinlikle adı geçebilecek bir dönemdir. Çünkü insanlar her şeye rağmen kendilerini ifade etmeye ihtiyaç duyuyorlar ve buna çabalıyorlar ve ilk defa bir şekilde resim müzik heykel edebiyat.. ve bunların içine tiyatroyu da ekleyip yeni bir şey yapıyorlar. Bu bence özel bir şey. Küçümsenecek bir şey değil aksine ilgilenilmesi gereken bir şey.

Bununla ilgili ne düşünüyorumun diğer ayağı da; tiyatro aracı kabul etmeyen bir sanat. Tiyatronun en tuhaf tarafı kalıcılığı olmamasıdır. Bir oyun oynarsın ve evine gidersin. O oyun iyidir belki ama 10 sene sonra ne iyi oyun diyebileceğin bir şey yoktur artık ortada. Çünkü o gün yok olur o. Ve bunun paradoksuna rağmen bunu yapmaya devam edersin tiyatrocu olarak. Bu kabulle bugün yapılan diğer şeyler nedir bilmiyorum. Ama çok önemlidir. 20 yıl sonra açıp izlediğinde pandemi döneminde yapılmış bir iş diyor olmak bence kıymetli.

H.Ş: Ülkemizdeki sanat faaliyetlerinin akıbetiyle ilgili ne düşünüyorsunuz. Yeni açıklanan kararlardan sonra 00.00 itibari ile rahatsızlık vermemek adına müzik susturulacak dendi. Bunun sanıyoruz ki pandemi koşulları ile bir ilgisi yok.

A.Y: Ben sanatın insanın ihtiyacı olduğunu düşünüyorum. Dinlerin en örnek aldığı şeydir sanatsal faaliyetler. Çünkü sosyalleşebildiğin aynı zamanda tuhaf bir şekilde kendi duygularını özgürce hissedebildiğin ve bunu çoğunlukla senden farklı görüşteki, düşüncedeki, sosyo-ekonomik sınıftaki insanlarla beraber yapıyor olma hali bir ihtiyaçtır. Dinler bunu taklit eder. Sanatı taklit eder. Ve bu ihtiyacı yapan da alan da talep eder. Sanat; bazen yol kenarında gördüğümüz betonun arasından çıkan incir ağacına benzer. Betondan çıkmış! Duvarı delip çıkmak nedir artık dersin. Sanat kendine yol bulur. Kimimiz bu süreçte agresifleşip bağırarak rahatlayacağız, kimimiz bu ülke zaten böyle diyeceğiz, kimimiz bu bir dönem geçecek diyeceğiz. Kendimizi sağlıklı tutarak tepkiler vereceğiz ya da vermeyerek sağlıklı tutacağız. Ama bunu sanatı önemsediğimiz için yapmayacağız aslında. Çünkü sanat bizim önemsememizden çok daha büyüktür. Bunu kendimizi önemsediğimiz içi yapıyoruz ki bu da normal. Çok haklı bir gerekçe zaten. Ama sanatın önünde bugüne kadar durmuş hiçbir şey yok. Ne müziğin, ne resmin, ne tiyatronun… O yüzden sanat için küçük olaylar bunlar. Müzik için çok basit çok küçük… Müzik bir karakter olsaydı buna ‘’hadi abi… takılın birazcık tamam’’ diyor olurdu. Bizden büyüktür bunlar. Bizim onlar adına endişelenmemize gerek yok. Onlar yolunu bulur ve çıkar. Kendi adımıza ve bu işi icra eden insanlar adına endişelenmekte çok haklıyız. Ama büyük değişimler böyle olur. Biz bence büyük bir değişimin arifesinde olan bir toplumuz ve sonunda sanatsal anlamda da bilimsel anlamda da rahatlayıp bir yere ulaşmaya yakın bir toplum olduğumuzu düşünüyorum. Çünkü dibin dibini gördük artık daha dibi yok şimdi paleti yukarı vurma zamanımız geliyor. Karamsarlıkta yetti, ben kendi adıma ondan da bıktım. Ya da bu benim kendi adıma en başında da dediğim gibi buna inanıp kendimi sağlıklı tutma şeklim. Ama sanat kibirlidir ve kibrini bize gösterir. ‘Siz dert etmeyin ben hallederim’ der.

H.Ş: Bildiğiniz üzere konseptimiz arkadaşlık, dostluk. Bu konuyla bağlantılı olarak sahnede iyi ekip olmanın önemini sormak istiyorum size. Sahnedeki arkadaşlığın oyundaki yansımalarını hissediyor musunuz?

A.Y: Tabii hissediyorum. Ki benim iyi anlaştığım oyuncular aynı zamanda çok iyi oyuncular bana sorarsan bu da ekstra bir şey benim için. Bazıları ile iyi anlaşırsın ama sana bir şey katmaz. Çünkü onun serüveni sona ermiştir. Senin ile aynı merakı ve bitmeyecek o dünyayı yaşamıyordur. Benim genelde iyi bulduğum ve sahne paylaştığım arkadaşlarım meraklı, serüvenine devam eden, heyecanını kaybetmeyen ve hala çocuk gibi bakan insanlar oluyor. Ve o insanlarla oynamak her zaman seni şaşırtır, her zaman sana bir şey öğretir. Her zaman seni hayran bırakır ve hayran kaldığın şeyi çözmek ile uğraştırır. Onun bir şeyi nasıl yaptığını anlamak ile geçer bazen zamanın. Anladığın zaman çözersin arkadaşını ve çözüldüğü zaman aynı az önce söylediğim gibi güvenli dalını terk eder ve sana yepyeni bir dünya sunar. Benim arkadaşlarım öyledir. Ve sen de ona bunu yaparsın. Bu benim sevdiğim bir oyunculuk paylaşımı şekli. Sahnede bir şeyi oynarken bir yandan mesleğimiz ile ilgili bizi heyecanlandıran ve girmeye korkacağımız yerlere böyle arkadaşlarımız ile gireriz. O riski böyle arkadaşların ile alabilirsin zaten. O senin elinden tutar. Önceden gezmiştir orayı belki. Ya da sen gezmişsindir ‘gel korkma’ dersin… Çünkü sahne çok çıplak bir yer. Her an rezil olabileceğini düşünürsün, risk almak istemezsin gibi gibi… Ama arkadaşlar iyidir bu noktada.

H.Ş: Geriye ‘’arkadaşlar iyidir’’ hissinin kaldığı özel işleriniz var mı?

A.Y: Gülünç Karanlık, Seni seviyorum Türkiye, Hayvan Çiftliği oyunları… Benim için çok özel oyunlar. Hayatımda da, oyunculuk kariyerimde de çok önemli üç oyun. Benim için milat oyunlar bunlar.

H.Ş: Bugünden, ilk işini yapmaya hazırlanan Alican’a ve bugünden, oyunculuktan emekli olmaya karar vermiş Alican’a neler söylerdiniz?

A.Y: Bugün, ilk günkü beni görsem; onun heyecanından, saflığından ve meraklı bakışlarından çok etkilenirdim. Ne kadar genç ve heyecanlı olduğunu görmek mutlu ederdi beni. Ve O’nun o halini görüyor olmak beni motive ederdi. Genelde yeni başlayan oyuncularda hissettiğim şey de bu olur. O meraklı halleri. Sanki ona her sabah iki tane çileği kulağına sok o zaman çok iyi olacak desen onu yapacak olma hali yani… O kadar saf o kadar bu işin bir formülü olduğunu düşünen ve yaşayacağı daha ne kadar çok şey olduğu ve yıllar içinde farkında olursa hiçbir öğretmene, yol göstericiye ihtiyacı olmadığı kendi ışığını kendi yakabilecek olma hali… Bunlar beni heyecanlandırırdı. Bugün gelecekteki beni görürsem şöyle düşünürüm; yıllarını bu işe vermiş ama demode, eski. Bir de yıllar sonraki ben muhtemelen çok konuşurum. Boş konuşurum, bilmiş laflar ederim. O yüzden derim ki; iyi adam evet bir şeyler yapmış amenna kıymetli de bir adam ama eski, çok eski.. Tabi umarım dediğim gibi olmam. Hala heyecanını koruyan, yeniyi arayan, hala güvenli dalını terk etme enerjisi isteği olan yaşlı bir adam olurum ve kendimi utandırırım.

H.Ş: Böyle söylüyorken olmazsınız diye düşünüyorum.

A.Y: Aksine, tam da böyle söylüyorken olabilirim. Çünkü böyle şeyleri dert ederken gerçekliğini kaçırır insan.

H.Ş: Etrafınızda böyle olursanız sizi uyarabilecek arkadaşlarınız var mı?

A.Y: Sanmıyorum. Ben çok kibirli biriyimdir. Söyleseler de ciddiye almam. Benim formülüm kendimde. Çok da umursamam. Ne onların takdiri beni kıymetli hissettirir günün sonunda ne de onların yergisi beni yataklara düşürüp hüzünlendirir ve bir şeyleri değiştirmeye iter. Kendi inançlarıma kendi farkındalığıma inanırım ben. İyi bir gözlemci olduğumu düşünürüm. Çok sık olmasa da vakit buldukça çıkıp kendimi gözlemlemeye çalışırım. O riski almaya, o utancı da yaşamaya çalışırım. Herhangi birinin söylediği bir şey beni ikna etmez. Çünkü kibirli biriyimdir.

H.Ş: Ama bu kötü duyulan bir kibir değil sanki?

A.Y: Tebessüm ederek söylediğim için ve bununla barıştığım için öyle duruyor. Ne kadar hayatımı etkilediği onu iyi ya da kötü yapıyor.

Paylaş.

Yanıtla