Hasip Akgül
Kırmızı Kedi Yayınevi, Kemal Gözler’in “sunuşu ve çevirisiyle” Perfectus Belaslatinas adlı ortaçağda yaşamış bir rahibe ait olduğu söylenen Kurbağa Manastırı (Abbatia Ranae) adlı kitabı yayınladı.
Kitap cep boy formatında ve 123 sayfadan oluşuyor. Kurbağa Manastırı birçok açıdan ilginç ve önemli bir kitap.
Profesör Kemal Gözler bir elyazmaları dijital kütüphanesinde Thomas Aquinas’ın (Summa Theologica) Latince metnini ararken 1300’lerin ilk yarısında, muhtemelen Kuzey İtalya, İsviçre ya da Fransa’da bir yerlerde olduğunu düşünebileceğimiz bir manastırda rahiplik yapan Belaslatinas’a ait Abbatia Ranae isimli el yazma metni ile karşılaşıyor. Etkileniyor ve bunu çevirmeye karar veriyor. Sunuş kısmında bu metin üzerine ayrıntılı bilgiler veriyor. Ancak metin üzerine söylediklerinde okurun hayal dünyasını harekete geçiren ifadeler de yer alıyor: Kitabın birçok sayfası kopuktur. Ön sayfası varsa da arka sayfası yoktur. Birçok sayfanın son kelimeleri ile izleyen sayfanın ilk kelimeleri arasında anlam bağlantısı olmadığından sayfalar arasında kayıplar olduğu anlaşılmaktadır. Bu nedenle Kemal Gözler özenli sunuşunda, bu tür boşlukları kendi hayal gücüyle doldurmaya çalıştığının altını çizmektedir. Ayrıca kitabın mevcut sayfalarının da bütününü çevirmediği sadece ilginç ve önemli bulduğu sayfaları ve paragrafları seçip çevirdiğini söylüyor. Tüm bunlar bizi –ki sunuşun kendisi de aslında kitabın bütünü içinde önemli bir yer tutan açıklamalar olarak- gerçek Latince bir metin ile çevirmenin hayalleri arasında götüreceği bir yere hazırlıyor.
Kitapta, Belaslatinas’a ait çeviri metnin bölüm başlıklarının hatta vurguları oluşturmak amacıyla bazı sözcük, cümle ve özdeyişlerin Latince olarak Türkçeye çevrilmeden bırakılmış olması “çevirmen”in özgün bir buluşu. Çünkü tüm bunlar okurun bir Ortaçağ kitabını hissetmesini sağlıyor. Nitekim “çevirmen”in bu tutumu sunuşta Ortaçağ Avrupa’sında manastırlar ve bunların içinde yer aldığı “ordo” (düzen) üzerine verdiği bilgilerle birleşince okur olarak bu havayı solumaya başlıyoruz. Manastırların sadece ibadetin değil, eğitimin, bilimin ve sanatın yapıldığı yerler olduğunu, Canterbury’li Anselmus, Aquina’lı Thomas, Rotterdamlı Erasmus gibi büyük düşünürlerin kendi zamanlarında buralarda öğrencilik ve hocalık yaptığını, bunların herhangi rahipler dışında manastırda yaşayan görevliler olduğunu öğreniyoruz. Ve ortaçağda kurulmuş potestas abbatiae (manastırın iktidarı) ile potestas ordinis (düzenin iktidarı) farklı şeyler olduğunu anlarken de bu dünyayı artık görmeye başlıyoruz. Bu manastırlar ortaçağda düzeninde, autonomos yani özerktirler. Üretimleri kralın hükümleri ve doğrudan çıkarlarından bağımsızdır. Ve manastırlar “Abbas” denilen bir başrahibin yönetimindedirler.
Kemal Gözler sunuşunda bize Ortaçağda ibadetin yanı sıra bilim, sanat ve eğitimin nasıl yapıldığı, nasıl bir düzenin hâkim olduğunu net bir şekilde gösteriyor. Ancak son olarak 1334-1357 yıları arasında Kurbağa Manastırı’nda geçen anlatı için bir bilgilendirme daha ekliyor ki okur olarak aklımızın bir yanında bir başka görüntünün daha oluşmasını sağlıyor. Tarihte “Avignon Papalığı Dönemi”, Papa XII. Benedictus’tan Papa VI. İnnocent’e değin geçen bir dönemdir. Ve Papalığın Roma- Vatikan’dan Güney Fransa’da bulunan Avignon şehrine taşınmış bir dönemine işaret etmektedir. Bu dönemde Papalık, Fransa Krallarının doğrudan etkisi altına girdiğinden Katolik Kilisesi tarihinde bu dönem “Captivitas (tutsaklık) dönemi) olarak isimlendiriliyor. Bu dönemde kilise, krallığın dünyevi ve siyasi işlerinde doğrudan ve açıkça araçsallaştırılmak isteniyor. Buna karşı çıkan rahipler kafirlik ve heretiklik ile suçlanıp engizisyondan geçiriliyor. Bu yıllar entrika, perseküsyon korku ve bir de “kara veba” salgınıyla dolu yıllardır.
Kemal Gözler’in “Geç Ortaçağ” için kurduğu bu sahne artık bizim için yeterince tanıdık bir hale geliyor. Covid pandemisi de adeta metni tamamlayan enteresan bir rastlantı.
Ancak 1300’lü bu yıllar Cesena’lı Michele, Ockham’lı William gibi “Avignon Papalığı” ile mücadele etme cesareti gösteren önemli düşünürlerin çıktığı yıllardır. Ve Kemal Gözler’in sunuşunun sonunda belirttiği gibi “korkudan kurtuluşun mayasının atıldığı, Eski Yunan ve Roma felsefesi ve biliminin yeniden doğmaya başladığı yıllardır.”
Kemal Gözler sunuşunun ardından dönemin üniversiteleri sayılan bu yerlerde dönemin iktidarının operasyonlarının anlatıldığı, Perfectus Belaslatinas’ın Kurbağa Manastırı (Abbatia Ranae) adlı metnine geçiyor.
Çok uzun olmayan ve soluk soluğa okunan bu metin için bu tanıtım yerinde hiçbir açıklama yapmamayı tercih ederim. Kurbağa Manastırı’nın okurla metin arasında hiç kimseye ihtiyaç duymayan son derece yaratıcı bir bölüm olduğunu söylemeliyim.
Gerek yeni baskıları sürekli yapılan yayınları gerekse öğrenci ve arkadaşlarının tanıklıkları Profesör Kemal Gözler’in başarılı bir akademisyen olduğunu ve üniversitelerin çökertilmesine karşı koymak için elinden gelen çabayı ortaya koyduğunu gösteriyor. Kitabın 97. Sayfasından aktarılmış aşağıdaki alıntı, onun da Perfectus Belaslatinas gibi içinin nasıl yandığını gösteriyor:
“Bu karanlık dönemden önce, pek çok rahip kardeşimizin cesur insanlar olduğunu sanıyorduk. Pek çoğu güzel günlerde cesurca ve yüksek sesle her şeye karşı çıkıyorlar; güzel oratio’lar (nutuk) atıyorlardı. Korku geldiğinde ise hepsi kürsülerinin altına saklandılar. Potestas ordinis’in adamları geldiğinde ise secta değiştirme declaratio’larını gözü kapalı imzaladılar.
Bu karanlık yıllarda, natura humana’nın da ne menem bir şey olduğunu öğrendik. Cesaretin ve korkunun ikiz kardeş gibi birbirine yakın olduklarını ve aralarındaki sınırın ne kadar ince ama keskin olduğunu gördük. Sıradan insanlardan kahramanların çıktığına, cesur sandığımız insanların ise ne kadar korkak olduklarına şahit olduk. Dışarıdan bakıldığında kahramanlık ve korkaklık sanki bir rastlantıdan ibaretti.”
Bilindiği gibi alegori ve metafor farklı anlamlar içeriyor. Böyle olsa da iki şey arasında, hatta ilgisiz iki şey arasında bağlantılar kuran ve edebi bir araç olarak bilinen metafor genişletildiğinde bir alegori durumuna gelebiliyor. Alegori, karakterleri bilinen görüntülerin, olay ve kavramların sembol olarak başka şeyleri de gösterdiği bir edebiyat aracıdır. Kurbağa Manastırı metninde ahlak ve politika ile ilgili son derece güncel ve yakıcı bir anlam, yaratıcı bir biçim içinde okurunu bekliyor.
Dokunaklı bir özeleştiriyi de barındırdığı için kitaptan son bir alıntı:
“Neticede manastırlarımız çökerken biz çaresiz bir biçimde izledik. Manastırlarımız bizim üstümüze çöktü. Abbatia considit in nose. Oysa bizler bütün ömrümüzü manastırlarda geçirmiş insanlarız. Manastırlar bize sığınak olmuştu. Biz hep manastırlarımızın kalın duvarlarının bizi koruyacağını sanmıştık. Manastırların da korunmaya ihtiyaç duyabileceği hiç aklımıza gelmemişti. Meğerse yanılmışız. Manastırların da korunmaya ihtiyacı varmış. Çok geç fark ettik. Affet bizi sevgili manastırlarımız!”