Seyircinin Gönlünü Hoş Eden Tiyatrocu: Toron Karacaoğlu

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Pınar Erol

20 Ağustos 1931’da Mudanya’da dünyaya gelen oyuncunun, gümüş muhafaza içinde saklanan üç buçuk metrelik aile şeceresi ne yazık ki babasının görev yeri Kıbrıs’ta kaybolur. İsmini, Mehmet Akif Ersoy’un yakın arkadaşı olan dedesi Ali Osman Bey koyar. Adlı adınca Toron Yahya Cemil Karacaoğlu. Akabe geçit kumandanı demektir Toron. O doğduğunda babası on dokuz, annesi on yedi yaşındadır. İki koldan gelip Bursa’da buluşan aileler, çocuklarını birbiri ile evlendirir. Bu iki taraflı akraba genlerinden olsa gerek, her doğan oğul, babasına benzer. Anne-babası, evliliği yürütemez, ayrılırlar. Ancak babası bu durumu saklar. Toron Karacaoğlu, babasını ağabeyi bilir. Dedesine baba, halasına abla, büyükannesine anne der. Biyolojik babasına ilk kez baba dediğinde 27-28 yaşlarındadır. Dayısının kızları, kulağına “senin annen var” diye fısıldadıklarında şaşırır. Bir gün pazarda babasının yokluğunda vekilharçlık yaparken, şık giyimli birisi ona “Cemil” diye seslenir, “beni tanıdın mı oğlum” diye sorar. “Hayır, tanımadım teyze” cevabı üzerine Kozahan’ın kapısında gözyaşlarına boğulan o kadın annesidir. Sonradan öğrenir. Baba evi edebiyat, sanat, ilim adamlarının toplandığı bir ‘Kültür Ocağı’dır. Babası Mehmet Metin Bey’in ve yakın çevresinin kültür zenginliği ile beslenir usta oyuncu. Edebiyat öğretmenlerinin, özellikle Ahmet Hamdi Tanpınar’ın sanatçı üzerinde olumlu etkileri olur. Onun tiyatro sevgisini açığa çıkaracak şey ise ilkokulda boş kalan kumbaradır. Buna çok üzülen Karacaoğlu ile birkaç duyarlı arkadaşı, bir tiyatro grubu kurarak evlerinin bahçesinde komedi oyunları oynayarak para biriktirirler. Kumbaranın kısa sürede dolduğunu fark eden öğretmeni, babasını okula çağırır, çocuğunun bu paraları nereden bulduğunu sorar. Babası oğlunun tiyatro macerasını bu sayede öğrenir.

Lisede duvar gazetesi çıkarır. “Mehmet Akif”in “Hasta Çocuk” ve Mehmet Emin Yurdakul’un “Kesildim Anne” oyunlarını oynar. “Cem Sultan” oyununu hem yazar hem oynar. İlerde bu altı sayfalık şiiri, istek üzerine turnelerde de ezberinden okur. Şiir, edebiyat, resim, tiyatro günleri böyle başlar. 174 oyunda oynar, 200 civarı şiir yazar. Sanatçının şiirlerine kimi zaman saatli maarif takvimlerinde rastlamak mümkündür. Tiyatrocu olmak için Lise 2’de Bursa’dan kaçıp İstanbul’a gelmeden önce Ankara’ya gider. Ancak sınavı kaçırdığını öğrenince, bir dönem Eskişehir’de şarkıcılık yapar. İstanbul’a geldiğinde ondaki oyunculuk ve müzik yeteneğini gören “Yeditepe” mecmuasının sahibi Hüsamettin Bozok, Toron Karacaoğlu’nu Dram Tiyatrosu’nun kurslarına yönlendirir. Sanatçı adayı, aynı zamanda Beşiktaş Musiki Cemiyeti’ne ve Büyükdere Halkevi’ne devam eder. Hatta Nejat Uygur’u hizmetçi olarak sahneye çıkmaya, Nurhan Tüzünkan’la Pat-Patachon gibi bir ikili olacaklarını söyleyerek ikna eder. 1949’da Ercüment Behzat Lav’ın Dram Tiyatrosu’nda verdiği kurslara bir yıl devam eder. Aynı yıl verdikleri resitali çok beğenen dönemin Belediye Başkanı Fahrettin Kerim Gökay, İstanbul Belediye’sinin Tiyatro Bölümü’nün kurulmasına önayak olur. Konservatuvar’daki müzik hocası Madam Ren onun operacı olmasını ister: “Ben seni bir Orhan Günek yapacağım” dese de onun tercihi tiyatrodur. 1953’te açılan Şehir Tiyatroları kadro sınavını birincilikle kazanır.

O ilk rol bir türlü gelmez. Bir gün Muzaffer Aslan hastalanır. Toron Karacaoğlu, rolü ezberler, hazırdır ancak Muzaffer Aslan rolü bırakmayıp hasta hasta oynamaya devam edince hevesi kursağında kalır. Nihayet haber gelir. Antar Özer’in “Buzdolabı” oyununda rol boşalmıştır. Kemal Tözen hastalanınca, yerine Sırrı Gültekin geçer. Ondan boşalan “Kız İhsan” rolü de Toron Karacaoğlu’nun olur. Herkes bu mekteplinin ne yapacağını, nasıl oynayacağını merak eder. Karşılıklı oynadığı Halide Pişkin, oyunun sonunda genç oyuncunun boynuna atılır. “Çok şükür, senin sayende lafım tuttu evladım” der. Sanatçı da yıllar sonra, Halide Pişkin’in jübilesinde onun için beş şarkı seslendirerek vefasını gösterir. Müzikallerin, müzikli oyunların aranılan oyuncusudur. “Çalıkuşu”, “İstanbul’un Gözleri Mahmur”, “Leyla ile Mecnun” oyunlarında da şarkı söyler ama en çok “İstanbul Hatırası”nda Selim Atakan’ın bestesi olan “İstanbul” şarkısıyla sükse yapar. Bu başarısı ödül getirir. Nedim Saban, Zeki Müren’in hayatını anlatan “Bir Demet Yasemen” müzikalinde oynaması için Toron Karacaoğlu’na teklif götürünce hem sesinin güzelliği hem Zeki Müren’le çocukluk yıllarına dayanan dostluğu, teklifi kabul etmesinde etkendir.

1980’de emekliliğini isteyip Almanya’ya gider. Alman Kültür Senatosu’nda eğitmenlik yapar. Volkshochshule’de tiyatro çalışmalarını yürütür. Oberschule’de tiyatro hocalığı yapar. Schaubühne Tiyatrosu’na davet edilir ve orada iki buçuk sene kadrolu çalışır. Peter Stein’la birliktedir. “Kırık Testi”, “Kurnaz Eşek”, “Karagöz ve Hacivat’ın Sünnet Düğünü”, “Sis”, “Köy Düğünü”, “Üç Mehmet”, “Üşütenler”, “Ferhat ile Şirin” orada çıkan oyunlardandır. Beş yılın sonunda yabancı düşmanlığı yüzünden ülkesine döner. İki sene boyunca tiyatrolarda piyes sahneye koyarak oyalanır. Ta ki 1987’de Gencay Gürün’den “Günden Geceye” oyunu için teklif gelene dek. Böylece onun için ikinci Şehir Tiyatroları dönemi başlar. 1995’te yaş haddinden emekli edildiğinde bile Şehir Tiyatroları’yla bağı kopmaz. Konuk sanatçı olarak oynamaya devam eder. 2007-2008 sezonunda Sevinç Erbulak ile “Kiralık Konak”ı oynarken dönemim uyuyan kültür bakanı emeklilerin işine son verilmesini ister. Bir buçuk yıl evinde oturur, tiyatroya ve kimi meslektaşlarına küs geçirir o zamanı. Ali Taygun “Leyla ile Mecnun” için aradığında tekrar sahnede bulur kendini. Emekliliği de, evde ölmeyi de kabul etmez. Bu arada Sevinç Erbulak’ın kızı Kavin dünyaya geldiğinde, ismini kulağına fısıldayarak Kavin’in dedelerinden biri olur.

Çok güzel, çok düzgün konuşur. Sekiz sene Müjdat Gezen Sanat Merkezi’nde, on bir sene Basın Müzesi’nde, on bir sene Pera Güzel Sanatlar Lisesi’nde diksiyon dersleri verir. Topograflığını pek kimse bilmez. İki sene de Levent Lisesi’nde resim öğretmenliği yapar. Vasfi Rıza kendisine poz verir. Adalet Cimcoz’un, ağabeyi Ferdi Tayfur’a götürmesiyle sanatçının İpek Film’de seslendirme günleri başlar. Kalabalık sahnede konuşacağı kişiyi doğru zamanlayınca sınavdan geçer. Bu Ferdi Tayfur’un adayları sınama biçimidir. Yabancı filmlerin ardından yerli filmlerde de jönleri seslendirir. Sadri Alışık ve Zeki Müren hariç, en çok Cüneyt Arkın olmak üzere neredeyse herkesi konuşur. Ekrem Bora, Ediz Hun, Ayhan Işık, Tamer Yiğit, Eşref Kolçak, Ergun Köknar, Kayhan Yıldızoğlu, Tarık Akan, Orçun Sonat, Salih Güney, Kenan Pars, Kartal Tibet, Aytaç Arman, Kadir İnanır, Fikret Hakan, Turgut Boralı, Muzaffer Tema, Tunç Okan, Önder Somer’li liste uzayıp gidecektir.

Shakespeare’in “Julius Caesar”, “Yanlışlıklar Komedisi”, “Coreolanus” ve “Kuru Gürültü” oyunlarında oynar. Muhsin Ertuğrul tarafından sahneye konulan “Yedi Hamlet”teki rolü Muhsin bey tarafından çok beğenilir. Oyunu Bernardo olarak açar, Fransisco olarak kapatır. İbrahim Delideniz hastalanınca, oyuncu kral rolü de onun olur. Ama Hamlet rolünü oynamamak içinde ukdedir. Bir de Tijen Par ile oynayamamak.

Suavi Tedü ısrarla “Dört Albayın Aşkı”nı onun oynamasını ister. Yeni mezundur, deneyimsizdir. Bu güven karşısında, Toron Karacaoğlu da yıllarca Suavi Tedü’nün fotoğrafını cüzdanında taşır. Bu oyununu çok sever. “Benim Üç Meleğim” oynamaktan, turneye gitmekten heyecan duyduğu oyunlarından bir diğeridir. Orada bahriyeliyi oynar. “Oyunun sonunda çıkıyorum, çok affedersiniz bütün parsayı toplayıp final yapıyorum. O zamanlar gencim, yakışıklıyım, o bahriyeli kostümü de üzerime çok yakışmış. Rol küçük ama kurtarıcıyı oynadığım için seyirci çok hoşlanıyor” diye anlatır o günleri.

Peter Ustinov, “Foto Finiş”teki oyunculuğunu çok beğenir. Beğenisini “siz sahneye girdiğinizde, sahne likit gibi akıyor” sözleriyle dile getirir. Hatta o rolün karikatürünü çizip imzalar. “Kadınlar Mektebi”, “Aşka Susamışlardı”, “İki Efendinin Uşağı”, “Bakhalar”, “Yarısı”, “Oscar, Daha Bitmeyecek mi?”, “Gazeteciden Dost”, “Bizans Düştü”, “Ah Baba, Vah Baba”, “Ölü Kentin Nabzı”, “Üç Kız Kardeş” rol aldığı oyunlardan bazılarıdır. En çok Nedret Güvenç ile partner olur. “Günden Geceye” oyunuyla on beşinci kez karı kocayı oynarlar. “Aşk Mektupları”nda ise yönetmenleri Hakan Altıner’in isteği üzerine, mektupları kâğıttan okumak yerine ezberlerler. Üç yüz altmış beş mektup! Dört yıl sürer oyun. “Kendi Gök Kubbemiz” ise en uzun oynadığı oyundur. Sekiz yıl repertuvarda kalır. 2008 Yahya Kemal yılı ilan edildiğinde yine sahnededir Karacaoğlu. 1956 yılında, birlikte dublaj yaptığı arkadaşı Tarık Gürcan, aralarında Yahya Kemal’in de olduğu davetli grubuna akşam yemeği verir. Toron Karacaoğlu, o akşam okuduğu şiirle şairin takdirini kazanır. Ve yıllar sonra, onu sahnede canlandırmak yine ona kısmet olur. Bu tek kişilik oyunda bütün oyunculuk kurtlarını döker sahnede. Ve bu hünerli oyunculuk ona İsmet Küntay Ödülü’nü getirir. Her oyunda makyajını kendisi yapar, Zaten tiyatroda makyaj dersleri de verir. “Ağrı Dağı Efsanesi”nde seksen yaşında Sofi’yi oynarken ellerinin üzerini bile makyajla yaşlandırır. Babası ilk defa oyununu seyredecektir. Oğlunu bekler bekler; göremez. Daha doğrusu tanıyamaz. “Sofi’yi oynayandı Toron” dendiğinde, “olamaz, onun elleri çok yaşlı” diye itiraz eder.

İsmet Küntay’la “Sokrates”i oynarken tanışır. Makyajıyla, saçıyla role hazırlığı saatler sürer.  Bir gün, oyun sonrası, Üsküdar Tiyatrosu’nda kulisinin perdesi aralanır ve tanımadığı bir bey, “sizi makyajınızı silmeden bu halinizle öpebilir miyim” der. O kişi İsmet Küntay’dır. Onu tebrik eder ve “bu oyun ödüllendirilmeli” diye beğenisini dile getirir. Sonrasında da kendi ödüllerini başlatır. İşte ilk İsmet Küntay Ödülü Yahya Kemal’i anlatan “Kendi Gök Kubbemiz” ile gelir.

Kulis adabı onunla anılır. Onun kulis halleri, çoğu meslektaşına ikinci okul gibidir. Boş durmayı sevmez. En güzel yemek tariflerini oyun aralarında verir. Bir de örgü öğretir. Ödülleri çoktur. Avni Dilligil’ler, Afife’ler birbirini izler. Emekli iken aldığı ödüllerle o uyuyan bakana selamını gönderir. Her ödül konuşmasında seyirciye teşekkür eder. “Hayatımın sonuna kadar seyircimin karşısında olmak istiyorum. Onlara çok şey borçluyum. Seyircisiz tiyatro olmaz, onların gönlünü hoş etmek lazım. Ben de onların gönlünü hoş ettim galiba. Bana öyle geliyor” der…

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Pınar Erol

Yanıtla