Kuzey Yıldızı Tuncel Kurtiz, Yıldızlara Karışalı 8 Yıl Oluyor

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Pınar Erol

1936’nın 1 Şubat’ında İzmit’in Bahçecik nahiyesinde Atatürk’e inanmış bir ailenin yine Atatürk’e inanmış oğlu olarak dünyaya gelir Tayanç Tuncel Kurtiz. Babası Hamdi Valâ Bey, nahiye müdürlüğü, kaymakamlık ve valilik görevlerinde bulunduğundan, okul yaşamını neredeyse tüm Anadolu’yu ve Amerika’nın bir bölümünü dolaşarak geçirir. Amerika onun için sadece Tom Waits dinleyenler kadardır. Gittiği her yerde kendini yeniden kabul ettirmek zorundadır. Ve her seferinde kendini sevdirmeyi başarır.

Annesinin etkisiyle hariciyeci, babasının etkisiyle avukat, dayısının etkisiyle kaptan olmayı düşünür. Bunlara bir de pilotluğu ekler. 1959’da babası onu hukuk fakültesine yazdırır. Ancak genç Tuncel derslere girmez, âşık olduğu kızın peşinden İstanbul Üniversitesi Talebe Birliği Gençlik Tiyatrosu’na girer ve sadece on beş gün sonra okulu bırakır. Edebiyatı, tiyatroyu, şiir söylemeyi sever ve yazar olmaya karar verir. Thornton Wilder’dan çok etkilenir. İngiliz filolojisine girer. Mina Urgan hocasıdır. Haldun Taner’in tiyatro derslerine devam eder. Felsefe, psikoloji ve sanat tarihi bölümlerinde okur ancak hiçbirinden mezun olmaz.

Sokakta Özdemir Asaf’la, Cahit Irgat’la, Can Yücel’le, Münir Özkul’la beraberdir. 1956’da Edebiyat Fakültesi’nin “Şölen” dergisinde hikâyeler yazar. “Her evde bir fotoğrafımız olacak; bizi sevecekler” diyen Yılmaz Güney ile o yıllarda tanışır. Edebiyat Matinesi’nde “Beş Gün”ü beş yüz kişiye oynarlar. Arkasından Gençlik Tiyatrosu’na çağrılır. Metin Serezli’nin yönettiği “Aria da Capo” oyununda oynar. Orada Brecht’in ne olduğunu anlamaya çalışırlar.

Dormen Tiyatrosu’nda profesyonel olan Tuncel Kurtiz “Zafer Madalyası”, “Altın Yumruk”, “Montserrat”, “Şahane Züğürtler” ve “Daktilolar”da oynar. Haldun Dormen ile çalışmak kolaydır, özgürlüktür. Sona nasıl geldiklerini anlamazlar bile. Dormenler ile Kenterler, Ses Tiyatrosu’nu ortak kullanmaya başlayınca Tuncel Kurtiz de iki tiyatroda birden oynamaya başlar. “Kalbin Sesi Halkın Gözü”, “Bosanova” ve “Martı”da oynar. Hayalet Oğuz’a göre Martı’da oynayan tek Rus Tuncel Kurtiz”dir.

Kandıra’da ilk sahneye çıktığı ve kahraman bir milli mücadele askerini oynadığı çocukluk günleri geride kalmıştır. İşsiz kaldığında, Edebiyat Matineleri’nden tanıdığı İ.E.T.T. Başkanı Orhan Hançerlioğlu’na gider ve Bebek’le Etiler arası lambalara bakma işini bulur. Münir Özkul Tiyatrosu’nda “General’in Aşkı”, “Yağmurcu” ve “Sevgili Gölge”yi oynar. Münir Özkul ona Stanislavski’nin “Bir Aktörün Hazırlanışı” ve “Bir Karakter Yaratmak” kitaplarını verir. Bu hediyenin kıymetini bilir. Seden Kızıltunç, Orhan Aydınbaş, Valâ Önengüt, Oğuz Oktay, Nurettin Sezer ile birlikte Fadıl Garan öncülüğünde Oda tiyatrosunu kurup Anadolu turnesine çıkarlar. Önce İzmit’e giderler ve orada “Yağmurcu”yu oynarlar. Bin beş yüz kişilik salona on iki kişi gelince tiyatroları batar. Sonra Kandıra ve Adapazarı’na giderler. İkinci gün Jean Paul Sartre’ın “Saygılı Yosma” ve “Samanyolu” oyunlarını oynarlar. Turne Eskişehir’den Uşak’a kadar devam eder. Yıl 1960’tır. 1961’de Şehir Tiyatroları’na başvurur ve Behzat Butak’ın sahneye koyduğu “Üçüncü Selim” oyununda oynar. Cahit Irgat, Erol Günaydın ve Suna Keskin ile CEST Ortaklığı’nı kurarlar. Muhtar Kocataş patronlarıdır. Daha sonra aralarına Valâ Önengüt ile Gani Turanlı da katılır. “Yolcu”yu oynarlar ve bu serüven hayatının en güzel anılarından biri olur. CHP Mardin milletvekili olan dayısı Nazmi Oğuz’dan aldığı 25 bin lira borç parayla Halk Oyuncuları kurulur. Perdede Anayasanın 20. maddesi olan “herkesin düşünce ve kanaat hürriyeti vardır” sözü yazar. Tuncer Necmioğlu, Aydın Engin ve Metin Deniz ile Gen-ar Tiyatrosu’nun mahzenine kapanırlar. Hummalı bir çalışmayla oyunu çıkarırlar. Kadroya ayrıca Levent Dönmez, Mustafa Alabora, Erdoğan Akduman, Nazmi Kavasoğlu, Selçuk Uluergüven, Ayberk Çölok, Tunca Yönder, Elif Türkan, Halil Ergün dâhil olur. Halk Oyuncuları hem Ankara’da hem İstanbul’da kurulur. Aydın Engin’in yazdığı “Devr-i Süleyman”, “bu davul her gece burada anlayana çalınır” diye oynanır. Oyun Ankara’da yasaklanınca seyircilere biletlerini iade edebilecekleri duyurulur. Ancak seyirciler biletleri geri almayı değil; çerçeveletmeyi düşünür. Müthiş bir dayanışma vardır. Avukat Turan Güneş’in yönlendirmesiyle oyuna “Devr-i Küheylan” ismiyle devam ederler. İstekleri değişen, kendini aşan ve hep arayan bir tiyatro yaratmaktır amaçları. “Teneke”, “Komisyon”, “Pir Sultan Abdal” ve “141. Basamak” topluluğun diğer oyunlarıdır.

Yurtdışına gider, bu yirmi yıl sürecek gönüllü bir sürgünün başlangıcıdır. Sürgündeyken annesi Müfide Hanım ölür. Cenazesine gidemez. Uçakla İstanbul’un üstünden ağlayarak geçer. Bu onun mezar ziyaretidir. Almanya’da Ayla Algan, Şener Şen, Kerim Afşar ile birliktedir. “Giden Tez Geri Dönmez”, “Keşanlı Ali Destanı”, “Küçük Kara Balık”, “Sakarca” ve “Ferhat ile Şirin” oynanır. Göteborg Şehir Tiyatrosu, Stockholm Royal Theatre ve İsveç Devlet Tiyatrosu, Berlin Schaubühne, Frankfurt Şehir Tiyatrosu, Hamburg Şehir Tiyatrosu, Shakespeare Kraliyet Tiyatrosu’nda oynar. Ayrıca Norveç, Danimarka, Hollanda, Fransa ve Amerika’da oyunculuk ve yönetmenlik yapar. Peter Stein ve Peter Brook ile çalışır. Çin ve Güney Amerika dışında her yeri dolaşır. Japonya’ya hızlı trenle gider. Fuji’ye çıkar, dağlara gider, ayinlere katılır, hiç durmaz. Bir yere bağlı kalmayı sevmez. Bildiğini yapan insanlardan sıkılır. O, bilmediğini, yanlışı arar hep.

“Başarı çok beklemez. Başarıyı çok yüceltmezsen, geldiği zaman şaşırmak güzel bir şeydir.” Berlin’de en iyi erkek oyuncu ödülü verdikleri zaman, “vay anasını, Allah Allah, bu da mı gelecekti başıma” der. “Kuzunun Gülücüğü” filmindeki Hilmi rolüyle aldığı 36. Berlin Gümüş Ayı En İyi Erkek Oyuncu Ödülü’nü Türküyle, Arabıyla, Yahudisiyle tüm Ortadoğu’ya verilmiş bir ödül olarak kabul eder. 1979’da “Gül Hasan” ile Antalya Altın Portakal Film Festivali En İyi Senaryo Ödülü, 1994’te “Bir Aşk Uğruna” ile Antalya Altın Portakal Film Festivali En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu Ödülü, 1997’de “Akrebin Yolculuğu” ile Ankara Uluslararası Film Festivali En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu Ödülü, 2001’de “Şellale” ile Sadri Alışık En İyi Erkek Oyuncu Ödülü, 2007’de “Yaşamın Kıyısında” filmiyle Ankara Uluslararası Film Festivali En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu Ödülü, Antalya Altın Portakal Film Festivali En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu Ödülü, Yeşilçam En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu Ödülü, 2008’de 15. Altın Koza Film Festivali Usta Oyuncu Ödülü, 54. İtalya Taormina Film Festivali Sanat Ödülü, SİYAD Onur Ödülü ve 2010’da 48. Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali Yaşam Boyu Onur Ödülü, aldığı ödüllerden bazılarıdır.

1955’te 19 yaşındayken babasının sandığında Nazım’ın “Bedrettin Destanı”nı bulur. Yıllarca bu proje için çalışır. 1966’da Yılmaz Güney ile düşünürler “Bedrettin”i. Yıllar sonra 1981’de Stockholm’de genç arkadaşlarıyla “Bedrettin Destanı”nı okurlar. Yıllarca mırıldandığı bir şeydir o. 1991’de Berlin’de sahneye uyarlamaya çalışır ve 1993’te gerçekleştirir. Sema ve Dimo ile birlikte küçücük bir stüdyoda durmaksızın “Şeyh Bedrettin Destanı”nı başından sonuna söylerler. O sırada babasının vefatını öğrenir. Keder içindedir. Cenaze dönüşü “şimdi ne yapacağız” sorusuna “stüdyoya girip çalışacağız” yanıtını verir. 17 Aralık 1993’te Yerebatan’da Şeyh Bedrettin Destanı’na başlarlar. “Bedrettin”de hep dervişlerin yaptığı şeyleri oynar. Hep güneşe yaklaşmak isteyen insanlar ve yakarma vardır. Tiyatro değil, ayindir bu. “Tiyatro nedir derseniz onu bilmiyorum, arıyorum” der. Oyunculuğunu bir dinamo olarak niteler. Hayatında başarabildiği en üst noktadaki işlerden biri olarak tanımlar destanı.

Sinemaya 1964’te “Şeytanın Uşakları” filmiyle başlar. “Üçünüzü de Mıhlarım”, “Sokakta Kan Vardı”, “Haracıma Dokunma”, “Silahların Kanunu”, “Kanunsuz Yol”, “Hudutların Kanunu”, “Çirkin Kral”, “Otobüs”, “Kanal”, “Bereketli Topraklar Üzerinde”, “Duvar”, “Ağrıya Dönüş”, “Usta Beni Öldürsene”, “Tabutta Rövaşata”, “İstanbul Kanatlarımın Altında”, “O da Beni Seviyor” oynadığı filmlerin bazılarıdır. 1970’te “Umut” filminin yurtdışı yasağı vardır ancak Cannes Film Festivali, filmi istemektedir. Tuncel Kurtiz, film bobinlerini yeniden düzenleyerek filmin gösterimini sağlar. Daha sonra birçok uluslararası yapımda yer alır. İsveç, Alman, Hollanda, İtalyan, Fransız, İngiliz, İsrail, Hint, Avusturya ve Amerikan yapımı film ve televizyon dizilerinde çoğunlukla o ülkelerin dillerinde oynar. “Sürü” filmi İsrail’e gönderilir. Tuncel Kurtiz de çağrılır. Yönetmen ona Arapça oynamayı önerince, Tuncel Kurtiz ezberlediği Arapça ile “Dar Köprü”de oynar. Ardından ikinci film teklifi gelir. “Kuzunun Gülücüğü” filmini yapar. Onu da Arapça oynar. Yılmaz Güney’in çalıştığı insanlar, seçtiği insanlardır. “Sürü” ve “Umut” ona iki kanat olur. Zaten Peter Brook ile de bu filmler sayesinde tanışır. 1987’de Peter Brook onu dev kadrosuna alır. Gerçek bir maraton olan büyük Hint destanı “Mahabharata”yı birçok ülkede İngilizce olarak oynar. Oyunun tamamı 12 saattir. Prova ne demek orada öğrenir. İçinde yer aldığı en kalabalık uluslararası tiyatro projesidir bu. 17 milletten 25 oyuncu, 15 teknisyen, toplam 40 kişi ile dünya turu yaparlar. İki buçuk senede yedi menüsküs ameliyatı olur.

Hep kuzey yıldızları gibi özgürdür. Tüm dünyayı gezer. Fillerin mezarını araması gibi tam da Brezilya’da deniz kenarında oturmayı, sabaha kadar dans etmeyi hayal ettiği, oradaki El Turco’lardan biri olacağını sandığı bir anda, eşi Menend Şeker’e âşık olur ve Türkiye’de kalır. En sonunda Çamlıbel Zeytinbağı’nda bulur aradığını. Kaz Dağları’nda İlyada’yı yeniden yazarlar.

“Herkes, herkese rüyalarını anlatsa ne harikulade bir şey doğar yeryüzünde. Her insan bir yıldızdır ve her insan milyarlarca yıldızdan bir tanesidir ve hatta her insan bir kâinattır. Ve sen olmayınca o bütün eksik kalıyor” diyen oyuncu, 27 Eylül 2013’te aramızdan ayrılır. Bu dünyadan, kendini çok sevdiren romantik bir komünist geçer.

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Pınar Erol

Yanıtla