Yeni Normalde Sanatın İki Keskin Ucu: Gerçek Cesaret Mi, Alkışlarla Yaşıyorum Mu?

Pinterest LinkedIn Tumblr +

(Ayşen Güven’in Evrensel‘de yayımlanan yazısını okurlarımızla paylaşıyoruz.)

Eski çağa ait olduğunu düşündüğümüz ve 21. yüzyılda yeniden arzıendam eyleyen salgının en ağır evresini de “yeni normali” de art arda gördüğümüz 2021’in, kültür sanat ortamına dair bazı sinir uçlarını belirginleştirdiğini gördük. Her faaliyetimizin, düşünüşümüzün, hayalimizin salgına endekslendiği günlerin ardından aşılanmayla beraber kısmi kısıtlamalar kalkmaya başladı. Ancak virüs gerekçesiyle en başta hangi alanlar yasaklandıysa en son onlara yolun açılması mümkün oldu: Sokak eylemleri ve sahne sanatları.  Gelinen noktada salgının başında sezdiğimiz, zaman geçtikçe sağlamasını yaptığımız tespit şuydu: “Pandemi kısıtlamaları kültür sanata karşı bir müdahaleye, sansüre dönüştü!” Bu tespit iktidarın sokağı, salonları sadece kendi propagandası için özgür bıraktığını gördüğümüz, izlediğimiz her an kristalize oldu.

“Yeni normalde” salgın günlerinin sanat açısından en ağır mirası 00.00 sonrası için süren müzik yasağı oldu. Hemen burada patlatacağım yine “Müzik susturulamaz.” Önce ses, önce ritim vardı; konuşmadan dahi önce. Bunu kendimize hatırlatmak ifade biçimlerimize sahip çıkmakla ilgili çünkü. Normalleştirmek ise düşünce, ifade özgürlüğümüzden bir ölçü daha caymak olur kanımca. Pandemi yasaklarıyla sanatın ciğeri avuçlanırken; pek çok tiyatro tamamen kapanmışken, kültür yayını (dergi, fanzin, web sitesi, yayınevi ve diğerleri) aramızdan ayrılmışken, konser mekanları sessizliğe gömülürken, müzisyen intiharlarıyla, mesleğini yapamaz hale gelenlerle, evini kapatıp ailesinin yanına dönenlerle kavrulurken yaratıcılığın gözünün bebeğine batan kıymıklar biraz çabuk iyileşmedi mi? Gece on ikiden sonra müzik yasağı sürüyor, sanatçılar hâlâ “yalnız”, örgütsüz, bugün bile pandeminin sanat cephesinden üç boyutlu bir dökümü yok, hayatta kalan sahneler, performans mekanları borç içinde, sanat yine vergilerle boğuluyor… Oyunların sahnelenmesi, konserlerin yapılabilmesi, festivallerin canlanması iyi ama yangın söndü mü?

Boğaziçi eylemlerinde öğrencilerinin haklı seslerine katılan Akademisyen/Sinemacı Can Candan kendi belgeselinin tartışmasına katılamadı daha yenilerde, Genco Erkal “cumhurbaşkanına hakaret” iddiasıyla yargılanmaya devam etti, ki bu sanatçıları “Terbiye etmek” için kullanılan en yaygın söylem ne zamandır, Kültür Bakanlığının “desteğinden” -destek ne demekse, devletin sanatla bizi buluşturmak ödevi olmalı- Moda Sahnesi, BGST Tiyatro ve diğerleri hem de “örf ve adete” uygun olmadıkları iddiasıyla hakkını alamadı, Mardin Valiliği, Amed Şehir Tiyatrosunun Kürtçe “Tartuffe” oyununu ‘pandemi’ gerekçesiyle engelledi, Suriyeli Müzisyen Omar Souleyman “Terör örgütü üyesi olmak” suçlamasıyla gözaltına alındı sonra bırakıldı, Fatih Kaymakamlığı “Dawiya Dawî’ adlı stand-up gösterimini herhangi bir gerekçe sunmadan engelledi, Kürt Sanatçı Brindar Ali “Örgüt propagandası yapmak” ve “cumhurbaşkanına hakaret” iddialarıyla tutuklandı, Oyuncu Levent Üzümcü devletin sanatı ve sanatçıları korumaya dair yükümlülüklerini yerine getirmediğini ifade ettiği konuşması ve ilgili sosyal medya paylaşımından “Halkı kin ve nefrete sevk ettiği” gerekçesiyle ifadeye çağrıldı, Video Eylemci ve Belgeselci Oktay İnce polis tarafından ekim 2018’de el konulan 20 yılı aşan görsel-işitsel arşivini geri aldı ve biz buna kazanım diyemeyiz…

Geçen yıla dair değerlendirmelerimizde salgınla beraber sağlık politikalarının çözülüşünü ve buradan bize yönelen baskı, kimliksizleştirme ve sessizleştirmeyi vurgulamaktı çabamız ama bugün yukarıdaki soruların etrafında buluşmalıyız. Çünkü pandemi bir turnusol da oldu. Siyasette, basında, bilimde, sanatta vasatın iktidar olması, sadece iktidar ve bahçesinde çoğalan bir çiçek kümesi değilmiş. Biz de hamaset, ajitasyon, popüler olma telaşı, fav savaşları, derinlikten yoksun yorumlayışlar ve nihayetinde “çoğunluğun” saflarında alkış tutarken gördük kendimizi.

Bu tartışmaya beni taşıyan da yine bu dönemin “alkış” rüzgarına düşmeyen sanatsal işler, görüşler ve benzer soruları soranlar oldu. Yeni olmayan bu sorulara bugün cevap aramanın tam zamanı olduğunu düşünebilir miyiz? Eğer öyleyse bu bizi sanatla devletin ilişkisine, sanatçıların örgütlenme sorunlarına, kimi sanat örgütlenmelerinin yapısal sıkıntılarına, sol/sosyalist hareketlerin kültür hayatıyla ilişkisine, kültür siyasetinin yoksunluğuna, kültür sanatla doğanın bağlantısına dair sorular sormaya yöneltir belki. Öte yandan bütün dünyada kapitalizmin error verdiğinin farkındayız. Türkiye’de de bir ekonomik fırtına dolaşırken bu da kapanan yayınevleri, basılamayan kitaplar, yapılamayan dekorlar, satılan enstrümanlar, çekilemeyen filmler, Anadolu’dan giderek uzaklaşan sanat anlamına geliyorsa, üstüne üstlük sansür ve terbiye siyaseti sürüyorsa başka bir şey yapalım. Yoksa ırkçılığı ayrı ekonomiyi ayrı sınıfsal ayrımları ayrı sanatın açmazlarını ayrı konuşarak bu yokuşları çıkamayacağımız aşikar. Velhasıl içinizi daralttıysam da umutla bitirmeyi severim daima; sanat da kendini buradan var eder malumunuz. Ama sahiden gerçekçi bir umudu örgütleyelim isterim. İyi yıllar!

Evrensel

Paylaş.

Yanıtla