Medea’yı Dramdan Çıkaralım mı?

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Pınar Erol

Antikçağda hüküm süren Perikles’in, Dionysos şenliklerinde tragedya yazarlarına maddi destek verdiğini biliyor muydunuz? Peki, tam da Euripides’in “Medea”yı yazdığı dönemde veba salgınının baş gösterdiğini? Aradan binlerce yıl geçer. Her şey değişir; her şey aynı kalır. Bugün GalataPerform’un sahnelediği “Medea’ya Göre Ahlak” oyununa İsveç Konsolosluğu’ndan ve İsveç Sanat Konseyi’nden destek gelir. Günümüzde farklı olarak devlet bu işe -yapıcı anlamda- karışmaz. Salgınsa içerisine son olarak oyuncu Özgün Çoban’ı, Şenay Gürler’i ve yönetmenleri Yeşim Özsoy’u da alarak parantezi kapatıp gitmek üzeredir. Artık sadece klasiklerin günümüze, gündemimize bu kadar denk düşmesine, bugünün sözünü söylemesine değil, koşulların benzerliğine de şaşırıyoruz.  

Bugün artık ibret olsun diye ağırlaştırılmış müebbetle cezalandırılan biridir Medea. Karanlık ve kötü birisiymiş gibi bir algı yaratılarak hedef gösterilir, harcanmak istenir. Aslında onun haklılığından o kadar korkarlar ki adaletin tartısını bozmak zorunda kalırlar. Pişkindirler; akıllarına utanmayı getirmezler. Kişisel menfaatleri yüzünden, dışarıda sıradan bir hayat yaşayacak birini, içeride kendi elleriyle efsaneye dönüştüreceklerini öngöremezler. Tarihin, birini korkak, diğerini kahraman yazacağını da… Tarihte ilk kez dram olan bir olayın, bir kez daha tekrarlandığında komedi olduğunu hatırlamanın tam zamanı. Ve ahlakın tanımını, sıkıştığı dar kalıptan kurtarmalı. Bana sorarsanız, Medea büyü yapmaya, boyun eğmeyen her insana kendinden cesaret üflemeye devam ediyor. Bu da sizin lanetiniz olsun!

GalataPerform, mükemmel bir zamanlama ile “Medea’ya Göre Ahlak” oyununu sahneliyor. Bu süreci, oyunun yazarı Athena Farrokhzad, İsveç Konsolosluğu Kültür Ataşesi Mike Bode, GalataPerform Genel Sanat Yönetmeni ve oyunun yönetmeni Yeşim Özsoy ve oyuncular Şenay Gürler ve Özgün Çoban ile konuşurken eteğimizdeki taşları da döküyoruz. Ve biliyor musunuz konuşurken Medea’yı yeniden tanıyoruz.

İsveç Konsolosluğunun bir tiyatro oyunu vasıtasıyla resepsiyon vermesi inanılmaz geliyor. Hele ki tiyatroların böyle yalnız ve desteksiz bırakıldığı bir zaman diliminde.

Özgün Çoban: Başka ülkeler sanatlarına, sanatçılarına sahip çıkıyor. Sanırım bu durum Baltık ülkelerinde daha yaygın. Ben Estonya’da Erasmus yaparken, orada çok sayıda tiyatro olduğunu gördüm. Sadece tiyatrocuların özel kartla girebildiği bir kafe vardı. İnsanlar, birisinin kartını kullanabilmek için önünde kuyruk oluyordu. Orada sanat-sanatçı algısı çok yüksek. Doğru örnek bu aslında. Sanatsız topluma toplum diyebilir miyiz ki? Keşke biz de sanatçılarına sahip çıkan bir yönetime sahip olsaydık.

Tabii bu sadece Athena Farrokhzad’ın (İran asıllı) İsveç vatandaşı olmasından kaynaklanmıyor. Projeyi “Yeni Metin Festivali 10” kapsamındaki okuma tiyatrosundan bugüne getiren ve oyunun sahnelenmesini sağlayan GalataPerform.

Özgün Çoban: Öyle tabii. Bildiğim kadarıyla Yeşim  teksti çok sevmiş. O yüzden zaten okuma tiyatrosunu da, sahnelenen oyunu da kendisi yönetti.

Yeşim, oyuncularından sonra sen de covid olduğun için kendi prömiyerine katılamadın ama anlamlı ve muzip bir mesajla aramızdaydın. Daha önce Tiyatro Festivali’nde sahnelenen ITA yapımı “Medea”nın kadının güçlenmesi üzerine kurulmayan rejisine de karşı çıkmıştın. Kadınlardan çıkan enerji ve kadınları artık kadınlar anlatsın sözlerinin üzerine ne söylemek istersin?

Yeşim Özsoy: Kadının oluşturduğumuz metinlerde, yaratılarda sürekli edilgen ve mağdur olarak portrelenmesi beni rahatsız ediyor. Sorunlardan bahsederken bile tersinleme yapmayı tercih etme noktasına geldim artık. Yani yaşadığımız sorunlar yok mu? Var tabii, bir dolu edilgen, mağdur pozisyon ve durumda buluyoruz kendimizi. Ama bize diretilen kurgunun dışına çıkmak ve kendi gücümüzün farkında olduğumuz denklemler yaratmak bizim elimizde. Erkekler de bu denkleme katkıda bulunabilir tabii. Ama özellikle bizim toplumumuzda hassasiyet gösterirken bile sürekli baskın bir erk söylemiyle hareket eden yönetmenlerden, yazarlardan sıkıldım sanırım. Kadının kendi gücünün farkında olması ve bunu kendisi ve yaratıları, bulunduğu alanlar anlamında işletmesi taraftarıyım. Erkekler de dişileşebildiği bu söyleme yaklaşabildiği ölçüde var olabilir bu alanda tabii. Yani illa kadınları kadınlar anlatsın demek istemiyorum kesinlikle. Oyunda bir laf var. “Yaşam döngüsünü iptal ettim” diyor Medea “Bütün tabuları aştım. Ahlakı kesinlikle reddettim.” Oyunda metni itibariyle bu paralelde ve ben Medea’yı tanrıça özelliğiyle toplumun ona direttiği tüm kuralları reddeden güçlü bir kadın olarak resmetmek ve işlemek istedim.

İsveç Konsolosluğunun desteğini ve projedeki yerini de konuşmak isterim.

Mike Bode (İsveç Kültür Ataşesi): Bu aslında GalataPerform’un çok akıllıca bir girişimiydi. Avrupa’nın yeni kalemlerini, çağdaş yazarlarını Türk izleyicisiyle tanıştırmak gibi bir misyonları var. Athena gibi müthiş yetenekli yazarları bulup sizlerle tanıştırıyorlar. Ben Athena Farrockhzad’ın ismini listede görünce -ki kendisini tanıyordum- bu iş mutlaka yapılmalı diye düşündüm. Aslında bizim bütçemiz yok. Daha doğrusu sanatçıların ulaşımını ve konaklamasını sağlamak suretiyle uzun dönem projelerin sürdürülebilmesi için kullandığımız sınırlı bir bütçemiz var. GalataPerform, bütçesi daha elverişli olan İsveç Sanat Konseyi’ne başvurdu. Biz sürece metnin çevirisi üzerinden dahil olduk ve duyduğuma göre Ali Arda’nın çevirisi de çok beğenilmiş.

Tiyatroların devletten, bakanlıktan, yerel yönetimlerden görmediği desteğin kültür politikası bağlamında sizden gelmesine ağlayabilirim. Her iki anlamda da.

Mike Bode: Sanatın her dalı pandemi koşullarında yara aldı ama özellikle seyirciye dayalı performans sanatlarının karşı karşıya kaldığı durum çok ciddiydi. Bizim yapabildiğimiz, küçük bütçemizle destek olmak ve onları cesaretlendirmekten ibaret. GalataPerform’a da haksızlık etmemek gerekir. Tüm aşamaları onlar kaydetti, ilişkileri, bağlantıları onlar kurdu. Süreç içerisinde bu okuma tiyatrosunu sahnelemeyi düşünmeleri çok heyecan vericiydi. Onlar, ödenekli tiyatrolardan farklı olarak, kendi seyircilerini yetiştiriyorlar. İnsanları bir araya getirip tartışma ortamı yaratıyorlar. İnsanlar tiyatroya dünyayı anlamak ve yüzleşmek için de gidiyor. İşbirliğimize gelince; biz her zaman anlamlı bir kültür alışverişi ve diyaloğu geliştirmek üzerinden hareket ediyoruz. Önceliğimiz bu işbirliğini öne çıkarmaktan ziyade iki kültür arasında köprü kurarak çift taraflı etkileşimi sağlamak.

GalataPerform’un mevcut koşullardan şikâyet etmek yerine çözüm bulan tavrını önemsiyorum. Biraz bundan bahsetsek.

Mike Bode: Evet bu söyledikleriniz ile aynı zamanda projenin sürdürülebilirliğini sağlıyorlar. Eğer kamudan gelen bir destek bütçeniz yoksa farklı arayışlara gitmek zorundasınız. Etkinlikler, atölyeler gibi dinamikler bunu sürdürülebilir kılıyor.

Bu, sahnelenen ilk oyunun değil. Daha önce şiir kitabın “Vitsvit” (Beyaz Yanık) sahneye taşınmıştı. Kendi yaşamından izler taşıyan (ailen İran-Irak savaşından, zulümden kaçıyor. Mültecilik, iktidar, feminizm her zaman meselen oluyor) “Medea’ya Göre Ahlak” oyununu sana yazdıran neydi?

Athena Farrokhzad: Aslında savaştan ziyade; politik sebeplerle ülkeden ayrıldık. Medea karakterinde her zaman beni kendine çeken bir şey vardı. Edebiyat tarihinin en güçlü karakterlerinden birisi olarak bir tek beni değil, nice sanatçıyı etkilemiştir. Sanırım baş belası olan ilk kadın karakter. Sizdeki tercümeleri bilmiyorum ama Euripides’in İsveç dilindeki çevirileri muhteşemdir. Bir tarafıyla da şaşılacak kadar çağdaş. Edebiyat tarihinin bitmeyen dilemmasıdır. Kimse onun için net bir karara varamaz. İkon mu, kahraman mı, katil mi diye tartışılır durur. Medea, güç ve güçsüzlüğün kesişiminde durur. Buna ek olarak, ben de anne oldum ve sonrasında Medea’nın hikâyesini farklı bir perspektiften düşünmeye başladım. Anne kadar çocuk açısından da bakmak istedim ve Medea’nın kahraman mı katil mi olduğunu tartışan herkesin bir şeyi göz ardı ettiğini gördüm; çocukları! Metinde yer alan bir cümle var, sanırım Ahlak söylüyor. “Çocuklarına göre sen de patriarksın” diyor. Ben kadının gücüyle birlikte özellikle bunu tartışmak istedim.

Medea’yı tanımlamak zor. Tarihin en tartışmalı kadın karakteri. Akıl dışı, başkaldıran, kahraman, savaşçı, cesur, zorba, suçlu, katil, canavar, aşık, kurban, tehdit ögesi, sürgün, öteki, mağdur… Hepsi. Bu kadim konunun ağırlığı mizah ile dengelenmiş. 20. oyununu yöneten bir yönetmen olarak nasıl bir tavır üzerine kurmak istedin oyunu?

Yeşim Özsoy: Ben tiyatroyu, Wagner’in seneler evvel çağdaş tiyatroda şu an disiplinler arasılık üzerinden sürekli yeniden tanımladığımız “gesemkunstwerk” (tüm sanatların birleşimi) mantığı üzerinden kurmayı seviyorum. İki temel aks var ilgilendiğim biri bu, diğeri de günümüzde bu topraklarda yaşayan ve üreten bir yaratıcı olarak gelenek ve geçmiş ile olan ilişkimiz. Çalışma yöntemim de bir orkestrasyon içeriyor yani tüm bileşenlerin orkestral olarak işlemesi için uğraşıyorum. Her şeye ben karar vermiyorum tasarıma ve katkıya çok değer veriyorum, alan açmaya ve beraber paralel üretime. Bu nedenle bu oyunda da tüm ekibin çok değerli katkıları var, tasarımcısından oyuncusuna dramaturguna kadar. Açıkçası bu oyun, metin anlamında da bana o kadar çok oyun alanı sağladı ki genelde kendi oyunlarını yöneten bir yönetmen olmama rağmen bir eldiven gibi giyinebildim metni. Boşlukları olan şiirsel, vurucu ve özel bir metin. Aynı zamanda da espritüel. Metinde Ahlak bir karakter ve Taşlar da öyle. Sürpriz bir kararla aniden yönetme isteği oluştu sezon bitmesine rağmen. Bunda konunun böyle bir dönemde “ahlak” üzerinden ilerlemesi de büyük etkendi. Pek çok katman var ama beni en çok eğlendiren ve yaratıcılığımı körükleyen şey Ahlak ve Medea’nın amansız çarpışması, tartışması oldu. Seyirciyi bu tartışmaya dahil etmek istedim. Neredeyse eşit bir teraziye oturuyor aralarındaki tartışma. Her ne kadar kendi adıma tercihim belli olsa da bu dengeli tartışmayı sahnelemek istedim. Bir yerde Medea, bu oyunda sadece sen olsaydın sadece bir komedi olurdu diyor. Genel anlamda da Medea’nın trajedisiyle Ahlak’ın onunla çarpışan gündelikten beslenen ironik komedisini karşı karşıya getirdik. İki ana konu vardı benim için. Medea’nın mağdur değil tanrıça perspektifini koymak ve Ahlak’ın seyirci üzerinden onu yargılayan gündeliğe, topluma ve kurallarına ait duruşunu sergilemek. Oyun metninde Ahlak karakterinin ne olacağı da belli değil örneğin. Özgün’le beraber yarattığımız karakterde öncelikle Ahlak’ın erkek olması kararı vardı ama aynı zamanda kadınsı bazen de soyut bir kavram yani çok geçişken bir karakter olması önemliydi. Bu ve bu gibi kararlar da yer yer mizahı getirdi. Medea ise dediğin gibi inanılmaz boyutlu bir karakter oldu. Özellikle Şenay ile oluşturduğumuz yorumda tek hat üzerinden ilerlemeyen güçlü ama kendiyle yüzleşen, kırılgan ama neyi neden yaptığını bilen, insan ama değil, aynı zamanda tanrısal çok katmanlı bir karakter üzerine çalıştık.

Tarihteki bazı karakterlerin hikâyeleri bitmez ve hayatına nasıl devam etti acaba diye düşünürüz. Oyunun Medea’nın bittiği yerden başlaması o merakımızı giderecek mi?

Athena Farrokhzad: Evet çıkış noktam buydu. Oyun bittikten sonra Medea’ya ne olduğunu hep merak ettim. Yani sanat bittikten sonra ne yaptığın, nasıl aksiyon aldığın önemli oluyor. Çocuklar öldüğünde, Medea sürgün edildiğinde, geriye sadece o kaldığında gerçek oyun başlıyor.

Çok yönlü birisin ama şair, yazar ve yaratıcı yazarlık eğitmeni kimliklerinden sıyrılıp eleştirmenliğine tutunarak dün gece izlediğimiz (ilk) oyunu nasıl değerlendirsin?

Athena Farrokhzad: Doğrusu çok yoğun duygular içindeyim. Haklısın çok uzun yıllar sanat eleştirmenliği yaptım ancak bir o kadardır da yapmıyorum. Bir oyun yazarı olarak, birilerinin oyununu sahneleme isteği karşısında her zaman müteşekkir oluyorsun ve gerçek anlamda bundan büyük bir onur duyuyorsun. Burada farklı katmanlarda bir tercüme söz konusu. İlk olarak metni sahneye tercüme ediyorsunuz, sonra İsveççeden Türkçeye çeviriyorsunuz. Dolayısıyla yeni bir ülkede, yeni izleyicilerle buluşması müthiş bir şey. Oyunumun sahnelenmesine gelince, oldukça sarsıcı bir yorumdu. Daha önce biri Oslo’da, diğeri Stockholm’de olmak üzere iki farklı sahnelenişi oldu oyunun. İlk önce Euripides’in tüm metni, ardından benim metnim aynı oyuncu tarafından oynandı. Yani oyun bir monolog üzerine kurulmuştu. Ahlak’ın aslında Medea’nın kafasında olduğunu anlatan bir rejisi vardı. Stockholm’de ise iki kadın oyuncu tarafından oynandı. Genç olan Medea’yı, yaşlı olan Ahlak’ı oynuyordu. Buradaki sahnelenme biçimi ise oldukça etkileyici bir koreografik dile sahipti. Metni fiziksel duygularla dile getirdiler.

Söylemeden geçemeyeceğim. Hareket düzeni ve ışık ilk kez bu kadar öne çıkıyor benim için. Tuğçe Tuna’yı ve Ayşe Sedef Ayter’i özellikle kutlamak isterim. Tabii art arda covid geçiren oyuncuların kondisyon isteyen bu performatif oyunculuklarını da alkışlıyorum.

Athena Farrokhzad: Işıktan anlamadığım için çok bir şey söyleyemem ama ben de çok etkilendim.

Oyunun başlığının “Medea’ya Göre Ahlak” olması neyi referans alacağımızı anlatıyor. Sen de başlıkları önemsiyorsun zaten. Göreceli bir tartışmanın nirengisini belirliyorsun, bir dakika, orada dur diyorsun.

Athena Farrokhzad: Bu başlığı çok sevdiğimi söylemeliyim. Zaten önce başlığı buldum, sonra metni yazdım.

Özgün Çoban: Bir toplumsal ahlak var. Bir de toplumdan öğrendiğimiz kendi içimizdeki ahlak var. O içimizde bekliyor ve sürekli bir otosansür kovalıyor. Medea’ya göre kendi kafasının içinde kurduğu, kendi kendini yargılayan bir ahlak var.

Zaten oyunda da Medea, Ahlak’a “Sana ihtiyacım yok, benim kendi ahlakım var” diyor.

Özgün Çoban: Başkasının onu yargılamasına pek izin vermiyor çünkü bir anlamda kendini tanrısallaştırıyor. Kendi ahlakını yaratıp onunla savaşıyor.

Aranızda kıran kırana bir yüzleşme savaşı başlıyor.

Özgün Çoban: Tam olarak kendi ahlakı ile yüzleşiyor aslında. Kendi kendimize oluşturduğumuz oto sansürle bir savaş vardır ya içimizde, o devreye giriyor.

Metnin şiirsel bir dili var. Şairliğin yüzünden mi öyle yoksa Atina’nın trajedi şairi Euripides’in özünü koruduğundan mı? Buna rağmen o kadim dilin içinde “bumerang”, “profil”, “popüler” gibi gündelik dile ait sözcükler de var. Bin yıllık mitoloji güncelle buluşuyor.

Athena Farrokhzad: Böyle düşünmene sevindim. Bence her ikisi de doğru. Ben bir şair olarak Antik Yunan’dan her zaman çok ilham almışımdır. Yine korodan ilham almışımdır ve koronun politik olarak aynı sözü farklı tonlarda söylemesinden çok etkilenirim.

Özgün Çoban: Biz oyuncular için de bunu seslendirmek hem muhteşemdi hem de çok zordu. Kullanacağım farklı tonları defalarca yaptığımız provalardan sonra oturttum ve o zaman korkumdan kurtuldum.

Athena Farrokhzad: Medea’da da aynı durum var. Güneşten, aydan bahsettiği yerlerde Euripides’in sözlerini söylerken farklı bir ses tonu kullanıyor. Ahlak daha gündelik bir dil ile de konuşuyor.

Kadın oyunlarının anası Medea. Dolayısıyla asırlardır taşınan başrol sana emanet. Başka bir deyişle başrol kadınların.

Şenay Gürler: Medea sistemin dışında, ataerkil toplum tarafından sadece fiziksel durumumuza göre belirlenen cinsiyetçi beklentileri reddeden, tırnak içinde “ aykırı” ve “anarşist” bir karakter. Ahlakın kadın ve kadın bedeni üzerinden konuşulduğu böyle bir dönemde bu rolü oynamak benim için değerli. Medea bir mit, kadınlar için çok değerli mit. Asırlardır üzerinde konuşuluyor, tartışılıyor ve bu böyle devam edecek.

Medea hep feminist tiyatro ile ilişkilendirilir. Senin sorunu sana geri yönelteyim: Ne tür bir feminizm mümkün? Zamanında Euripides, Bernard Shaw tarafından kadın düşmanı ilan edilmiş. Bu sana ironik geliyor mu?

Athena Farrokhzad: Bence bu çok karmaşık bir tartışma. Bana göre feminizmin öznesinin her zaman kadın olması gerekmiyor. Feminizme güç yoksunluğu üzerinden bakıldığında birçok yerde bu özne kadın olabildiği gibi “queer” birey de, mülteci de, çocuk da olabiliyor. Medea’ya gelirsek, onun insanlık ve şeytanlık arasındaki çizgide çok fazla yüzü var. Ahlak oyunda şöyle bir şey söylüyor: Sen aslında katilsin çünkü İason ile kaçarken kardeşini öldürüyorsun. Bu bağlamda ona seri katil bile diyebiliriz. Medea, güçten tamamen yoksun olduğu durumda, yani terk edildiği, sürgün edildiği, yalnız bırakıldığı, mağdur olduğu durumda elinde kalan tek gücünü kullanıyor. Çocukları üzerindeki gücünü.

Ahlak’a göre de bu gücü en yanlış kullanan kişi oluyor.

Athena Farrokhzad: Evet kesinlikle ve bu yanlış kullanım o kadar yaygın ki! Politik olarak, sınıf ve cinsiyet üzerindeki davranışları haklı çıkarmak için suistimale çok açık hale geliyor.

“Çocuklarıma asla zarar vermem” sözünün paradoksu.

Şenay Gürler: Bu söz oyun içerisinde birkaç kez tekrarlanıyor. Kimse zarar vermesin diye öldürdüm onları diyor mesela. Ya da katil bir anneleri olmasın diye öldürdüm. Aslında bir şekilde çocuklarına zarar vermediğine ve onları öldürerek koruduğuna inanmaya ihtiyacı var. Hep güçten söz ettim ama aslında en güçsüz yanı da çocuklarını öldürmenin getirdiği dayanılmaz acı bence. Çocukları ölmemiş, yaşıyorlarmışcasına onlara nasıl güzel bir hayat kuracağını hayal ediyor mesela.

Seni harekete geçiren, tutunduğun duygu neydi? Başkaldırı mı, intikam mı, aldatılmanın acısı mı, cesaret mi, güç mü, onur mu, nefret mi, kıskançlık hezeyanı mı, fedakarlık mı?

Şenay Gürler: Oyunu çalışırken beni en zorlayan şeylerden biri, ben hangi duyguya tutunmalıyım sorusuydu. Çünkü Medea bütün söylediğin duyguları içinde taşıyordu. Başkaldırı, aldatılmanın acısı, cesaret, tanrısallık, annelik, fedakârlık, aşk, güç, kıyım… Sadece dışarıya değil; aslında kendine de yönelttiği bir kıyımdan bahsediyorum. En çok ona acı verecek bir intikam yolunu seçebilecek kadar güçlü ve kıyıcı. O zaman gücünün etrafında kümelenen duygular bütününü ele almalıyım diye düşündüm. Yani bütün barındırdığı, oyun içinde devamlı değişen, zaman zaman derin çelişkiler içeren duygulara göre değişen bir güç. Kendini acımasızca eleştirdiği ve yok etmeyi seçebileceği anlardaki güçsüzlüğün gücü gibi. Ahlak’ı yok edip, bütün tabuları aştığı, kadınların, annelerin, mültecilerin, ötekileştirilenlerin sesi olabildiği, ataerkil düzene karşı çıktığı anlardaki şaşılacak gücü gibi.

Medea karanlık bir karakter. Ve sen siyahlar içinde o savaşçı amazon kostümün ve cadıya-büyücüye kaçan makyajınla bütünlükçü bir karakter, göz alıcı bir Medea olmuşsun. Medea, ataerkil düzene direniyor. Öteki olmayı yaşıyor. Bir nevi bunu soyunu ve düzeni devam ettireceği çocuklarını feda ederek yapıyor. Doğurgan kadın rolünden vazgeçiyor. Kutsal anne rolünü elleriyle itiyor.

Şenay Gürler: Çok teşekkür ederim. Medea karanlık bir karakter, aynı zamanda bir büyücü. Medea karakterini oluşturmamda Yeşim’in yorumu bana çok destek oldu. Tanrıçalığı, büyücülüğü, karanlık yanları, gücü, fiziksel olarak sahnede nasıl durduğu üzerine çok çalıştık. Ve Melis Hafızoğlu’nun tasarladığı kostüm, Tuğçe Tuna’nın koreografisi, Ayşe Sedef Ayter’in ışık tasarımı, Gökçe Uygun’un müzikleriyle bütünleştiğinde Medea’nın o savaşçı ruhu ortaya çıktı.

Ahlak’ın ete kemiğe bürünmesi, insan suretiyle karşımıza çıkması ve erkek olması enteresan. Soyutu oynamak, somutlaştırmak nasıldı?

Özgün Çoban: Athena, Ahlak’ı yaşlı bir kadın olarak düşünmüş. Hem kadın kadını yargılar noktasından çıkmış hem de eski toprakların daha yerleşik bir ahlak anlayışı var diye düşünmüş. Yine de yazarken cinsiyet belirtmemiş. Biz bu rolü, erkekten ziyade “non-binary” olarak düşündük. Yeri geliyor daha feminen oluyor ve kadın yerinden yargılıyor; yeri geliyor daha maskülen bir yerden kocası gibi yargılıyor. Ben zaten toplumsal cinsiyet rolleri ve ahlak konuları üzerine çok düşünürdüm. Dolayısıyla Yeşim bana bu teklifle geldiğinde, ahlak konusunda insanların ikiyüzlülüğünü yüzlerine vurabilme olanağı bulduğum için çok mutlu oldum. Herkes kendi işine baksa çok da güzel bir dünyada yaşayacağız da… İnsanların yaşam ve davranış biçimlerini eleştirmek, parmak sallamak, kutuplaştırmak politikadan kendi mahallemize kadar her yere sirayet etmiş durumda. Türkiye’de ahlakı sadece kadın bedeni üzerinden tartıştığımız için -şimdi en popüler ahlakçılık Gülşen kıyafetleri- Yeşim’in bu oyunu sahnelenmesi çok değerli.

Ahlak kisvesi altında bunu yapmanın ikiyüzlülüğü…

Özgün Çoban: Oyunda da Ahlak biçimden biçime giriyor. Ahlak hedef gösteren, yakalım, taş atalım diyen sert bir şey de olabiliyor, hemen ardından pasif-agresif biçimde böyle yapılır mı diye ağlayan biri de olabiliyor.

Ahlak’ın seyircilerin arasında olması, Antik Yunan’ın koro işlevini de görüyor. Arkasına kamuoyunu alıyor.

Özgün Çoban: Ahlak’ın konumunu, nerede olması gerektiğini çok düşündük. Oyuna seyircilerin arasında başlıyor ve oyunun sonunda da tekrar seyircilerin arasına dönüyor. Çünkü aslında “Ahlak” orada oturan seyirci de aynı zamanda. Prömiyerden sonra aldığımız yorumlarda gördük ki yapmaya çalıştığımız şey ortaya çıkmış. Seyirci, ben meğer onun yanındaymışım, onun adamıymışım gibi hissetmiş. Hatta ona şimdi gülüyorum ama gülmemeliyim çelişkisini yaşamış. Bu da tam yaşatmak istediğimiz şeydi.

Ahlak’ı gerçek anlamda masaya yatırıyoruz.

Athena Farrokhzad: Bizde bunu anlatan bir deyim vardır. “Önce yemek gelir, sonra ahlak”. Karnın tokken, ahlaklı olmak, ahkâm kesmek kolaydır. Medea oyunda Ahlak’a ne yediğini soruyor. Senin için ahlaklı olmak kolay, senin karnın tok diyor yani. Kendi ise en son ne zaman midesine bir şey girdiğini hatırlamıyor.

Peki gitgide küçülen ahlak kitapları? Medea’nın bir türlü kurtulamadığı, attıkça bir küçüğünün ortaya çıktığı ahlak ölçüleri, ölçekleri?

Özgün Çoban: Bizim ahlak kelimelerimiz var, ahlak anlayışımız var. Kuran gibi, İncil gibi ahlak kitaplarımız var. Ahlak kendi kitabını yazabilir ve Medea’yı kendi kitabına göre yargılayabilir.

Athena Farrokhzad: Kutsal kitapta yazılanlar Tanrı tarafından belirlenen kurallar. Bence dil ve ahlak arasında direkt bir bağ var. Burada ahlakın dilinin de altı çiziliyor.

Bir de taşlar var. Onlar da rejide çok yer kaplıyor. Neredeyse üçüncü oyuncu gibi. Aynı zamanda mit olarak da Medea’nın öyküsünde yeri var. Oyunda da her şeyin yerine geçiyor.

Athena Farrokhzad: Aslında benim yazdığım versiyonda üç rol kişisi vardı: Medea, Ahlak ve Taşlar. Yani aslında taşlar çok merkezi yerdeler. Diğer sahnelemelerle kıyasladığımda en çok buradaki yorumda vurgulanmışlar. Taşların birçok kombinasyonu olduğu gibi kendi yaşamları da var. İlk olarak antik Yunan’ı anlatıyorlar. Aynı zamanda İncil’de İsa’nın sözü var: İlk taşı günahsız olanınız atsın diye. Son sahnede ise her insanın öldüğüne dair bir gerçek var. İnsan eti kalıcı değil. Yani vücutlar ölüyor ve yok oluyor. Ama taşlar varlık olarak kalıcı. Bir diğer bakış açısına göre de taşlar Medea’nın çocukları sayılabilir.

“Biri Medea rolünü oynamalıydı ve bu sefer o kişi bendim” sözünden kadına biçilen rolü de anlayabilir miyiz? Medea tekrar vurgularıyla dramdan çıkmak istediğini söylüyor. Ve sonunda Ahlak’a “sen öleceksin; ben kalacağım, Medea ve sözleri herkesten çok yaşayacak” diyor. Binlerce yıldır süren bir lanet gibi.

Athena Farrokhzad: Ama doğruyu söylüyor. Milattan önceden bugüne gelemedi kimse, herkes öldü ama o bugüne taşındı.

Bugünden de yarına taşınacak. Her birinize katkılarınız ve emeğiniz için teşekkür ederim.

 

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Pınar Erol

Yanıtla