Türkan Saylan’ı Anarken: Yapıcılığın Mucizevi Gücü

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Zehra İpşiroğlu

Türkan Saylan ile söyleşilerden oluşan ‘Yapıcılığın Gücü’ kitabımı yazma sürecinde onun neredeyse olanaksızı başarma sırrının ne olduğunun keşfetmiştim. İnsanlardaki yapıcı gizilgücü keşfetme, onlara sevgiyle, inançla yaklaşma mucizeler yaratıyordu.

Karanlık bir dönemde yaşıyoruz. Savaşlar, terör olayları, küresel ısınma,  popülizm, militarizm,  ırkçılık, ataerkilliğin giderek  yükselmesi, kapitalizmin acımasızlığı…Tarihe baktığımızda hep arda arda olumsuz olaylar dizgesiyle karşılaşıyoruz. Bütün bu olumsuzluklar içinde olumlu bir şeyler yapmaya çalışan, yıkıcı güçlere karşı savaşan, alternatif arayışlar içinde olan insanlar var. Ama bunların sesi ne yazık ki yeterince duyulmuyor. Bence tarihin bu açıdan yeniden yazılması  gerekirdi.” (Türkan Saylan)

Türkan Saylan’ın yapıcılığı beni hep şaşırtmıştır. Türkiye gibi ataerkil ve cinsiyetçi bir toplumda nasıl oluyor da bir kadın kendisini böylesine kabul ettirebiliyor? Lepra hastalığının keşfi ve yapıcı bir tıp anlayışının temellerini atmak  ile başlayan yapıcılığı ile nasıl oluyor da zaman içinde  kırsal kesimden on binlerce kadına ve kız çocuğuna ulaşabiliyor?

İP CAMBAZLARI

Türkan Saylan’ın ölümünden bir iki yıl sonra gittiğim Van, Ağrı gibi bölgelerde karşılaştığım Kardelenlerin okuyabilmek için verdikleri savaşım beni çok etkilemişti. Çobanlıktan, çocuk gelin olmaktan, berdel verilmekten, itilip horlanmaktan, kölelikten kurtulmak için gösterdikleri olağanüstü çaba inanılmazdı. İp cambazı gibiydiler, daracık bir yolda dengelerini yitirmeden yürümeye çalışıyorlardı, hayat dolu ve umutluydular ama yine de her an dengelerini yitirip düşebilirlerdi.

Kardelenlerin öykülerini anlattığım “Aydınlanan Yollar, Kardelen Öyküleri” kitabım hem  şairin dediği gibi  soframızdaki  yeri öküzümüzden sonra gelen kadınların  değerinin toplumumuzda  hiç olmadığını gösteriyor hem de bir umudu dile getiriyordu, okuyarak bu kısır döngüden kurtulmak umudunu. Başaramayanlar vardı, dengelerini yitirenler, düşenler, yaralananlar, yok olanlar ama başaranlar da vardı. Nitekim hemşire, doktor, öğretmen, belgeselci, avukat, güvenlik görevlisi vb. mesleklerde çalışan ve kendi yaşamını kendi biçimlendiren kaç kuşak yetişti bu yolla.

OLANAKSIZI BAŞARMA

Türkan Saylan’la söyleşilerden oluşan “Yapıcılığın Gücü” kitabımı yazma sürecinde onun neredeyse olanaksızı başarma sırrının ne olduğunun keşfetmiştim. İnsanlardaki yapıcı gizilgücü keşfetme, onlara sevgiyle, inançla yaklaşma mucizeler yaratıyordu. O kadar ki çok farklı ideolojilerde olan insanlarla, aşırı milliyetçiler ve dincilerle bile köprüler kurmayı başarıyordu. Bu benim gözümde bir mucizeydi, çünkü bırakın farklı ideolojilerde olanların bir araya gelmelerini, aynı dünya görüşünde olanlar bile birbirlerini yiyip bitiriyorlardı.

Yıkıcılık ise kutuplaşmayla, başkalarını kötülemeyle ve ötekileştirmeyle, kısaca duvarlar örmeyle başlıyordu. Ego odaklı bir duruş,  kendini dünyanın merkezi olarak görme, en iyisini ben bilirim düşüncesi, aşağılık kompleksi ve ezilmişliğin tetiklediği kendini üstün görme eğilimi, başkalarına kendi düşüncelerini dayatma zorbalığı, tepeden bakan otoriter duruş, zaman zaman kadınların da etkisinde olduğu toksik bir erkeklik anlayışı bütün köprüleri yıkıyordu. Buna bir de ideolojiler eklenince kolektif kutuplaşmalar uçuruma dönüşüyordu.  Bu bütün dünyada böyle.

DEV MAKAS AKSİYONU

Almanya’da kutuplaşmaya dikkati çekmek için kısa bir süre önce bir grup sanatçının şuraya buraya dev boyutlarda makaslar asmaları tartışma yaratmıştı. Zengin ve yoksul başta olmak üzere, kadın /erkek, alman asıllılar / göçmenler ya da  sığınmacılar, kısaca ötekileştirilen insanlar arasındaki uçurumun günden güne arttığı bir ortamda düşmanlıklar da giderek tetikleniyordu. Düşmanlığın şiddete, şiddetin savaşa, savaşın atomar bir krize ulaşabileceği öylesine yıkıcı bir ortamda yaşıyoruz ki, bu durumun neler getirebileceğini düşünemiyoruz bile.

Türkan Saylan’ın onca insanı mobilize edebilmesinin en  büyük sırrı kutuplaşma yaratmamasıydı. Yapıcılık sorunları görme, anlama ve çözüm yolları aramayla başlıyordu, bunun için de her söylenene inanmama, otoriter olmama, sorgulama ve eleştirme yetisini geliştirme, gerçekçi çözümler üretme, riske girmekten korkmama, süreklilik, bir işin peşini bırakmama ve empati gibi etkenler geliyordu.

YIKICILIĞA İZİN VERMEMEK

İnsanlara yapıcı ve olumlu yaklaşımının da sınırları yok mu?  Var kuşkusuz. Nitekim Türkan Saylan “Yapıcılığın Gücü”ndeki söyleşimizde onu en rahatsız eden şeyin saldırganlık olduğunu söylüyor. Biri sesini yükseltmeye başladığı anda oradan uzaklaştığını, beden olarak orada olsa bile beyninin kaçıp gittiğini ve olumsuz enerjinin kendisini etkilemesine izin vermediğini anlatıyor. Bunu başarmak kuşkusuz kolay değil ama olanaksız da değil. Olumsuz enerji bizi ele geçirdiği anda neleri yitirdiğimizi düşünmemiz bile yeterli. İnsanın enerjisi sınırsız olmadığına göre yapıcılığı besleyen etkenlerde odaklaşmamız lazım. Bunların başında da kendini karşındakinin yerine koyabilme ve onu dinleme yeteneği, farkındalığımızı geliştirme,  empati duygusu ve dayanışma geliyor.

Yapıcılığın Gücü” kitabı bir süre önce Almanya’da da yayınlandı ve küçük bir kesimde bile olsa ilgi gördü. Aslında kitabın Almanların Türkiyelilere dar bakışını kıran, yani ezber bozan yönüyle, öte yandan Türkan Saylan’ın herkese örnek olabilecek duruşuyla çok daha geniş bir okuyucu kitlesine ulaşmasını isterdim. Ama bu da yine önyargıları, kategorileştirmeleri aşan yapıcı bir duruşa bağlı.  Kitabın Almanca başlığı  “Ve Umut Her Zaman Vardır” (Und Hoffnung  Gibt es Immer) bence  kitabın iletisini tam veremiyor. Umut kendiliğinden olmuyor ki, her zaman yapıcı duruşa ve düşünceye bağlı.

Türkan Saylan’la yolum kesiştiği için  kendimi çok şanslı hissediyorum. Çünkü bunca yıllık yaşamımda onun gibi bir insanla hiç karşılaşmadım. Onu tanıdıktan sonra insanların nerede, nasıl ve neden polemik yarattıkları daha iyi görmeye başladım. Kısaca farkındalığım gelişmeye başladı. Bir şeyi görme ve anlama kapıları açıyor. İşte bu nokta da yapıcılığın yolları da açılıyor.

Türkan Saylan’ı sevgiyle anarken hepimizin içinde yapıcı bir gizilgüç olduğunu düşünüyorum. Bunu keşfetmek ve yaşamda bu yolda bir duruşu benimsemek, yaşamın anlamını oluşturmuyor mu?

Cumhuriyet

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Zehra İpşiroğlu

Yanıtla