Bir “Parçacık” Umut Var!

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Ferhan Petek*

Bu yıl 26. kez düzenlenen Çocuk ve Gençlik Tiyatroları Festivali kapsamında izlediğim oyunlarda anladım ki; çocuk tiyatrosu, oyun duygusuna sırtını dönmüş bireylerin elinde kalırsa bu alandaki hevesimiz de kursağımızda kalacak gibi görünüyor. Ancak sadece çocuk kitabı olmayan çocuk kitaplarından birinin uyarlaması olan Pezzettino, elbette kusursuz değil ama bu alan için bir “parçacık” da olsa umut veriyor.

Tiyatro iyidir! Tiyatro önemlidir! Tiyatro canlıdır! Tiyatro gerçektir! Tiyatro hayaldir! Tiyatro hayattır! Tiyatro; çocuğun o sınırsız dünyasına ulaşmak için girilebilecek en güvenli, en garanti yoldur. Tabi o yola girmek isteyen kişinin rehberi kalbi, aklı, deneyimleri, bilgisi, niyeti ve en önemlisi içindeki çocuk ve yitirmediği oyun duygusuysa… Bir çocuğa tiyatro oyunu yazabilme yeteneği verilse, tüm dünyada yapılmış olan belki de bütün çocuk oyunlarından daha iyisini yazar. Çünkü hem çocuktur hem de dünyanın en iyi “oyun”cusu. Çocuklar bu anlamda bir yetişkin yetisine sahip olamayacağına göre çocuğa tiyatro yapan yetişkinlerin çocuk dünyasına ulaşması gerekiyor. Bir birey yaş aldıkça oyun duygusundan uzaklaşır. Belki de bu sebeple çocuk tiyatrosu adı altında yapılan işler sadece olsun diye yapılmış ya da sipariş edilmiş etkisi veriyor. Ya da gerçekten sipariş üzerine çocuk oyunu yapılıyor. Oysa bu iş çocuk oyunu değil! Uyarlama yapmak kurtarıcı gibi görünse de doğru olmayan uygulamalarla en güzel uyarlama fikirleri bile çirkinleşebiliyor. Ben daha yolun başında duruyorum ama bulunduğum yerden bile “iyi” çocuk oyunlarının yok denecek kadar az olduğunu görebiliyorum.

Önce çocuklar ve oyunlar…

Bursa Büyükşehir Belediyesi adına Bursa Kültür Sanat ve Turizm Vakfı tarafından, ASSITEJ Türkiye Merkezi’nin desteği ile organize edilen 26. Uluslararası Bursa Çocuk ve Gençlik Tiyatroları Festivali kapsamında birçok çocuk oyunu izleme imkânımız oldu. Bizi her türden çocuk oyunları ile buluşturan, farklı çocuk oyunlarını değerlendirmemizi ve karşılaştırmamızı sağlayan Bursa Kültür Sanat ve Turizm Vakfı’na, Bursa Büyükşehir Belediyesi’ne ve ASSITEJ Türkiye Merkezi’ne emeklerinden dolayı teşekkürlerimi sunuyor ve verdikleri bu imkân sayesinde bazı gözlemlerimi paylaşmak istiyorum. Öncelikle bakir ve yetersiz olduğu, hakkının hala tam olarak verilmediği konuşulan çocuk tiyatrosu alanında sadece ülke bazında değil dünya çapında ne kadar geride kaldığımızı fark ettim. Şehrin farklı bölgelerinde izlediğim oyunlardan yola çıkarak bazı kıyaslamalar ve değerlendirmeler yaptım. Oyunları içimdeki çocukla birlikte izledim ve hepsine çocuk gözüyle baktım. Çocuğun dünyasına yapılan dokunuşların işlevli değil hoyratça olduğunu, sorgulatmak bir yana düşünmemeye sürüklediğini, olsun diye çocuk oyunu oldurulduğunu ama her yapılan şeyin çocuk oyunu olmadığını gördüm. Sahnedeki “kafalar” büyüdükçe çocuklara sunulan dünyanın küçüldüğüne, çocuk oyunu olarak sunulan bazı çalışmaların, anne babaların çocukları ile kaliteli vakit geçirmesi adına yapabilecekleri “butik” etkinlikler olduğuna şahit oldum. Girdiğim her oyunda seyircileri de seyrettim; çocuklarına patlamış mısırla, cipsle, kolayla tiyatro izlenmeyeceğini öğretmeyen belki de kendileri bile bunu bilmeyen ailelerin çocuklarının dikkatlerinin eldeki malzemeyle asla çekilemeyeceğini anladım. En övülen, en beğenilen, bu alanda uzman kişiler tarafından takdir edilen, en azından kötünün iyisi görülen oyunların dahi çocukları anlamaya, çocuk dünyasına hak ettiği değeri vermeye yetmediğini gördüm. Daha çocuk oyununda kukla kullanımının hakkı verilmezken oyuncuyla oyunculuğun arasına giren maskotlara yer verilmesine anlam vermeye çalıştım. Tiyatroyu sanat dairesine, sanatçıyı memura çeviren sisteme mi dil uzatayım, sanat dairesi memuru muamelesi gören oyuncuların haline mi üzüleyim bilemedim. Ancak izlediğim oyunlardan bir tanesi bana umut verdi: Atta Festival ‘in Pezzettino (Parçacık) oyunu.

Uyarlamalar, uygulamalar… Çocuklar?

İtalyan yazar Leo Lionni’nin aynı isimli çocuk kitabından sahneye uyarlanmış bir çocuk oyunu Pezzettino. Gerçekten bir “çocuk” oyunu. Doğru uygulanabilmiş bir uyarlama örneği. Yaş sınırı artı üç olarak belirlenmiş ama çocuklarını getiren ailelerin pürdikkat izlediklerine şahit oldum zira ben de o yetişkinlerden biriydim. Oyunu Ali Eyidoğan yönetmiş. Oyuncular ise Oya Bacak ve Amil Çalım. Çocuk tiyatrosu adına umut vaat ettiğine inandığım bir oyun. Ortalama 45 dakika sürüyor ama izledikçe izletiyor. Oyuncuların sempatikliğinden midir hikâyenin akıcılığından ve sorgulatıcılığından mıdır bilemedim ama izlemeye değer nadir çocuk oyunlarından biri olduğunu gönül rahatlığı ile söyleyebilirim. Oyunda tek bir kelime bile söylemeden büyük bir hikâye anlatılıyor. Hem de küçücük bir parçanın hikâyesi. Bu hikâye yaş farkını umursamadan izleyen herkesi renkli, hareketli, eğlenceli bir yolculuğa çıkartıyor. Bir parçacığın ait olduğu bütünü arama yolculuğu bu. Oyunun broşürde bulunan tanıtım metni her şeyi özetliyor aslında:

“O, herkesin kocaman olduğu ve cesaret isteyen, harika işler yaptığı bir dünyada yaşar. Küçüktür, bir “parçacık”tır yalnızca. “Herhalde bir başkasının parçasıyım, bir başkasına ait olmalıyım” diye düşünür ve bir gün kime ait olduğunu öğrenmek için yola düşer. Küçük bir çocuğun, büyük insanların dünyasındaki bütün özlemlerini derinden kavrayan bir öykü. Bir bütünün parçası değilsen, bir parça olarak bütünsündür belki. Parçadan bütüne uzanan bir arayış, bir yolculuk, bir oyun.”

Pezzettino açıkça ifade edildiği gibi “uyarlama” bir oyun. Bu bir kendini anlama ve anlamlandırma yolculuğu… Çocuk kitabı uyarlamaları için genelde başvurulan kitap Küçük Prens oluyor. Bu ekip bu sınırı aşmış ve sahneye koymak için bir başka “her çocuğun okuması gereken” kitabı seçmiş. Zaten ekibin diğer çalışmaları da bu minvalde yapılan üretimlerden ibaret. Oyunlaştırılan kitap, sadece çocuk kitabı olmayan çocuk kitaplarından biri.

Kitaptaki Pezzettino, büyük ve işlevli varlıkların arasında kendini çok küçük buluyor ve başka bir varlığın parçası olduğunu düşünerek bütününü aramak için yola çıkıyor. Karşısına kim çıkarsa “Ben sizin parçanız mıyım?” sorusunu soruyor. Sonunda kimsenin olmadığı bir adada buluyor kendini. Adada dolaşırken ayağı bir taşa takılıyor ve küçük parçalara ayrılıyor. Bu sayede aslında kendisinin bir bütün olduğunu ve kimsenin parçası olmadığını fark ediyor. Oyunda ise bu parçanın yolculuğunu iki oyuncu “yaşatıyor”.

Haydi oyuna…

Oyunun açılışında, sahne ortasındaki gri bir öbek dikkat çekiyor. İlk sorgulatma daha oyuncular sahneye çıkmadan böylece başlıyor. Seyirci çocuklar onların ne olduğunu merak ederken renkli tulumuyla işçi olduğu anlaşılan erkek oyuncu geliyor. Erkek oyuncunun girmesiyle gri dünya renklenmeye başlıyor. Seyirciler önce oyuncuların çıkarttığı bazı sesleri anlamlandırmaya çalışıyor ama kısa süre içinde bu oyunun sözsüz devam edeceği fikrine alışıyor ve oyuncuların çıkarttıkları sesleri anlamlandırmaya başlıyor. Öyle ki sahnedeki oyuncular bir kelime edecek olsa yadırganacak, o derece.

Seyirci çocuk bireyler, oyuncu sormadığı ya da katılım beklediğini belirtmediği halde kendilerini tutamadan oyuna dâhil olmaya başlıyor. Oyuncu ile sayıyor, oyuncu ile kızıyor, oyuncu ile gülüyor. Ardından giren kadın oyuncu ile oyun daha da renkleniyor. Serim kısmı, olması gerektiği gibi önce bu ikilinin kim olduğunu ve aralarındaki ilişkiyi anlatıyor. Tekrar hatırlatıyorum: Tek bir kelime bile kullanmadan! Bence bu çocuk oyunları için bıçak sırtı bir durum. Büyük bir risk ama hakkı verildiğinde çocuk oyunları için en uygun kullanım. Bu noktada her tiyatro oyununda olduğu gibi -özellikle sadece iki kişinin yer aldığı oyunlarda- oyuncular arasındaki sinerjinin önemi ortaya çıkıyor. İkilinin uyumu sahneden sempati olarak salona zıplıyor ve seyirciye ulaşıyor. O andan itibaren seyirci, sahnedeki oyunun bir parçası, sahnedeki oyun kişilerinin de arkadaşı oluyor. Oyundaki bana pürüz gibi görünen bir nokta da oyuncuların ellerindeki parçaları yere yerleştirmesi oldu. Bir tiyatro sahnesinde yere bir şey koymak her açıdan görünmeme riski taşıdığı için çok tercih edilmez. Ancak bu noktada oyun için uygun sahnenin seçilmemiş olması bir talihsizlik olarak karşımıza çıkıyor.

Oyun ortalarına doğru öyle bir noktaya geldi ki çocuklar pür dikkat oyuncuları takip ederken ve oyuncunun talebi olmadığı halde istemsizce oyuna dâhil olurken büyükler de merak içinde bu ikilinin sonunu merak etmeye başladı. Birkaç yetişkin ile kadın oyuncunun bulduğu renkli parçanın ne olduğu hakkında fikir alışverişinde bulunurken göz göze gelip kendi halimize güldük. Çocuğunu getiren her yetişkin içindeki çocuğu da oyuna kaçak seyirci olarak sokmuştu sanki. Çünkü oyun, hikâyesiyle, renkleriyle, müzikleriyle ve oyuncularıyla izleyeni içine çeken türdendi. Tek bir kelime konuşmadılar ama biz onları duyduk ve anladık. Kullanılan ses ve görüntü efektleri oluşturdukları dünyayı tamamlar nitelikteydi. Kadın oyuncunun bulup getirdiği farklı renkteki parça hem onların hem de seyircinin tek derdi olmuştu bir anda. Erkek oyuncu önce o parçayı istemedi, dışladı, ötekileştirdi; kadın oyuncu ısrarla o parçayı ait olduğu bütüne kavuşturmaya çalıştı. Bunu önce tek başına gizli gizli yapmayı denedi. Erkek oyuncu ona kızdı, küstüler ve iki yana ayrıldılar. Sonra dayanamadılar ve yeniden bir araya geldiler. Tıpkı evde kardeşi ile ya da okulda arkadaşı ile küsüp barışan çocuklar gibi… Tıpkı gerçek hayatta olduğu gibi…

Bu iş çocuk oyunu değil!

Oyuncular sadece oynadılar, çocukları bir yanıt vermeye, oyuna katılmaya zorlamadılar. Olması gerektiği gibi yorum yapmadan yorumlattılar. Oyunu hazırlayan ekip, bu çocuk oyununu yeterince ciddiye almış gibilerdi. Çünkü bunun sadece bir “çocuk oyunu” olmadığını farkındalardı sanki. Seyircisini aptal yerine koyuyor gibi değil de çocuğun önce birey olduğunun bilincinde gibilerdi. “Sorgulattılar” ve bunu hiç soru sormadan yaptılar. Kendi benliğini sorgulama yaşındaki bir çocuk bireyin sorması gereken her soru bu oyunun her bir yanında gizlenmişti. Oyuncular sadece bu gizleri çözüp çocukları sorularla yüzleştirdiler: O parça nereye ait? Parçanın ait olduğu bütünü bulmak için ne yapmak gerekiyor? Sahnedeki “arkadaşlarıma” nasıl yardım edebilirim? Bir yere ait olmak ne demek? Bütünün parçası olmak için onlar gibi mi olmalıyım? Ben nereye aitim? Büyüklerin dünyasındaki yerim ne? Ben hangi bütünün parçasıyım?

Elbette diğer çocuk oyunlarında da değişik sorular sorulduğunu duydum: Anne oyun ne zaman bitecek? Çıkınca dondurma alalım mı? Teyze neden eteğini yırttı? Burası neden bu kadar karanlık? Biraz daha mısır yiyebilir miyim? O kafanın içinde insan mı var? Telefonunu verir misin? Çocuğun bacakları neden bu kadar kıllı?

Parçacık oyununun aslında öğretici eğitici olma kaygısı yok ve belki de bu sebeple eğitiyor ve öğretiyor. Özü bozulmadan uygulanan biçim sayesinde yazarın bir çocuğu çıkartmak istediği yolculuk sahnede de başarılı olmuş oluyor.

Pezzettino, kitabın yazarını anlayan ve yazarın anlatmak istediklerine saygı duyan bir ekibin eline düşmüş ve bu yüzden “olmuş”. Hele ki başka “çocuk oyunu” adı altında yapılan işlerle kıyaslandığında… Bunu bir başlangıç olarak kabul edersek çocuk tiyatrosu adına umut verici görünüyor. Bu umut da şimdilik bize yeter. Bu bir “parçacık” umudun, “olsun” diye çocuk oyunu yapanlara örnek olmasını diliyor ve “bütün”ümü aramaya gidiyorum.

* U.Ü.G.S.F. Sahne Sanatları Bölümü Drama Yazarlığı ve Dramaturji Ana Sanat Dalı 3. Sınıf Öğrencisi

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Ferhan Petek

Yanıtla