‘Ferhangi’ Dilinde, Zamansız Bir Sergüzeşt

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Bahar Çuhadar

Ferhan Şensoy’un tiyatro tarihimize büyük armağanı ‘Şahları da Vururlar’, kendine özel bir dil ve biçimle ama bu kez sahnede Şensoy olmadan seyirci karşısında. “Bir gün gelir, bir gün gelir, şahları da vururlar” diyen efsanevi oyun, hâlâ güncel.

Türkiye tiyatrosunun kült oyunlarından, ‘Ortaoyuncular’ın da doğumuna vesile olan ‘Şahları da Vururlar’ın macerası, Şensoy’un 1979 yazında bakkaldan aldığı çizgili bir okul defterine yazdığı ‘Rıza’nın Sergüzeşti’ sözcükleriyle başlıyor. Oyunun yazım sürecini ‘Başkaldıran Kurşunkalem’ kitabında anlatır Şensoy… Oyunu yazmak üzere o dönemin sakin mekânı Bodrum’a gider, Şah Rıza’nın tabiri caizse kendi arzularının peşinde at koşturduğu ülkesi İran’da olan biteni mizahi (Ferhangi) bir dille anlattığı oyunu yazmaya koyulur. Seyirciyle ilk defa buluştuğu 18 Mart 1980’den bugüne tadından, göndermelerinden, gücünden neredeyse hiçbir şey yitirmeyen bu eserin finaliyse tiyatromuzun büyük ustası Haldun Taner’in hediyesi olacaktır. Taner oyunun, Ömer Hayyam adlı karakterin, Şah Rıza’nın emriyle idam edilmesiyle bitmesini ‘sert bir final’ olarak yorumlar. Ömer Hayyam’ın idamdan önce son arzu olarak Şah Rıza’nın veliahtını görme talebini ve aldığı “Ne veliahtı! Ortada henüz gelin yok” yanıtı üzerine sarf edeceği “Menim acelem yok, men meklerem” repliklerini önererek oyuna yeni bir yön kazandırır.

‘Ferhangi’ dilinde, zamansız bir sergüzeşt

‘Mefailün failün…’

Ferhan Şensoy ve dönemin çiçeği burnundaki Ortaoyuncular ekibinin eliyle ayağa kalkan oyun, 80’lerin ikinci yarısında 586 kez sahnelenir. Şah Rıza Pehlevi’nin keyfi diktatörlüğünü, başta ABD olmak üzere Batı’nın gölgesi altında, saray içi skandallarla çalkalanan 1940’lar İran’ını ve istihbarat teşkilatının yumruğu altında ezilen bir halkın öyküsünü özgün diliyle anlatır Şensoy. Sıkıyönetimin boğucu ikliminde, yaklaşan askeri darbenin gölgesindeki bir Türkiye’de, ‘Şahları da Vururlar’ın göndermeleri, acı esprileri izleyiciye pek yabancı gelmez.

Halk tiyatrosuyla epik tiyatroyu buluşturan sahne biçimi, Ferhan Şensoy’a özgü kelime oyunları, Farsçayla Türkçeyi buluşturan dili ve canlı icra edilen müzikleriyle (Müzikler Fuat Güner ile Özkan Uğur’a aittir. Ve oyun MFÖ’nün kuruluşuna da vesile olur) tarihe geçen bir esere imza atmıştır ekip. Kara çarşafa bürünmüş kadın-erkek oyuncular sahneye, müzisyenlerin gitar eşliğinde sarf ettiği şu unutulmaz sözlerle girer: “Herkes bilir az biraz, mefailün failün/Şiraz’da vardır kiraz, failatün failün. Failatün tiyatro…”

Tevellüdü yetmeyen şanssızlar olarak ‘Şahları da Vururlar’ı, oyunun 40’ıncı yılında (2020) Ses Tiyatrosu’nda, üstelik Ferhan Şensoy’un da sahnede olacağı haliyle izleme heyecanını taşıyorduk ki koronavirüs salgını girdi hayatımıza. Oyun iptal oldu haliyle, birkaç hafta sonra kadrodan önce Levent Ünsal’ı, ardından 2021 Ağustos’unda Ferhan Şensoy’u yitirdik. Geçen iki yılın ardından ‘Şahları da Vururlar’ yeni prömiyerini geçen hafta İstanbul Tiyatro Festivali kapsamında topluluğun tarihi mekânı Ses Tiyatrosu’nda yaptı. Volkan Sarıöz’ün yönetimindeki oyun; Celal Belgil, Erkan Üçüncü, Serap Günaydın, Özkan Aksu, Elif Durdu Şensoy, Orkun Akyıldız, Sefa Tantoğlu, İlksen Ökte’den oluşan oyuncu kadrosuyla ve canlı müziği icra eden Nejat Yavaşoğulları, Gökhan Şeşen, Burhan Şeşen eşliğinde şimdi yeniden sahnede.

Evrensel bir güldürü

Ferhan Şensoy oyunu Haldun Taner’e okuduğunda, ustasından aldığı ilk yorum “Hem çok güncel, hem evrensel hem de sağlam bir güldürü” olmuş. ‘Şahları da Vururlar’ı ilk sahnelenişinden 42 sene sonra, ilk kez izlemiş biri olarak bu cümlenin üstüne söyleyecek söz bulamıyorum. Müzikleri, sözleri, sahne üstü atışmaları, dansları, Şah Rıza’nın aşırılıkları, halkın önce kısık sesli sonra yükselen isyanı, kendi halindeki kunduracı Ömer Hayyam’ın bir yanlışlık sonucu hapse tıkıldıktan sonra geçirdiği evrim, Şah Rıza’nın tarihsel gerçekliği takip eden yolculuğu… Şensoy’un parlak zihninden, dünyada olan biteni 360 derece tarayıp kavrayan bakışından ve muzip dilinden çıkmış bu oyun, bugün hâlâ güncel ve evrensel. Sonuysa sadece İran’ı değil, halkını ezip geçen tüm totaliter yönetimlere açıktan bir mesaj tadında.

Oyun doğası gereği ‘öğretici’ bir havada olsa da dinamik ve eğlenceli bir akışa sahip olmasıyla günümüz seyircisini hızla yakalıyor. Ekibin oyunu müthiş bir sorumluluk ve şefkatle sahiplendiği, izlerken en net hissedilen duygu. Yine de sahne geçişlerindeki dans koreografilerinde ve şarkılarda biraz daha yüksek, daha coşkulu bir ton aradım ben.

Vaktiyle Şensoy’un canlandırdığı Ömer Hayyam karakterini sırtlanan Sefa Tantoğlu ile hikâyenin anlatıcısı İlksen Ökte başta olmak üzere tüm oyunculara bu mirası başarıyla günümüze taşıdıkları için teşekkür borçluyuz. Elbette enstrümanlarıyla sahnede yerlerini alan (Fuat Güner ile Özkan Uğur oyundan ayrıldıktan sonra müzikleri devralan üçlü) Nejat Yavaşoğulları, Gökhan Şeşen ve Burhan Şeşen’e de…

Oyundan ‘Bir gün gelir bir gün gelir, şahları da vururlar’ dizelerini mırıldanarak çıkarken zihnimde de ‘Acaba Ferhan Şensoy yaşasaydı, oyuna İran sokaklarında bugünlerde yanan ateşe dair bir güncelleme getirmez miydi’ sorusu asılı kaldı. Tahminim belli: Evet, şüphesiz!

‘Ferhangi’ dilinde, zamansız bir sergüzeşt

Hürriyet

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Bahar Çuhadar

Yanıtla